Emrinde bulunan az sayıdaki Türk savaşçısıyla Hatay kalesini Haçlılara karşı korumakta olan Komutan Yağı Kıyan; her ne kadar erzakları bitmek üzere olsa da kaleyi sonuna kadar savunmak istiyordu. Onca saldırılara karşın kaleyi ve kale içindeki sivilleri korumaya devam ediyordu. Haçlı orduları ise aylarca süren kuşatmaya karşın kaleyi ele geçirememenin çılgınlığı içindeydiler.
Sonunda olan oldu: Ermeni iken din değiştirerek İslam’ı seçen, sözde Müslüman ‘dönme Firuz’ adındaki hain, ihanetini yaptı ve bir gece yarısından sonra, Haçlı askerlerinin kaleye girmelerini sağladı… Hatay kalesi düştü. Sıradan bir savaş için bu durum olağandır. Savaşan taraflardan birisi yenecek diğeri de yenilenecek, bunda yadırganılacak bir şey yok ama!..
Hatay kalesi düştükten sonra olanları, kendi tarzımda yazarak sizlere iletmiş olmak isterdim ama olmuyor, mutlaka başkalarını işin içine karıştırmam gerekiyor; bunun nedenini aşağıda yazacağım. Şimdi başkalarına bir bakalım: Tarihçi ve Tarih Felsefecisi ve de araştırmacı Güven AYKAN, Prof. Dr. Gülay Öğün BEZER ve ünlü tarihçilerimizden İsmail Hami DANİŞMEND, ayrıca yeri geldikçe belirteceğim yabancı kaynaklardan bazı bilgiler şunlar:

Haçlılar, Hatay kalesini yerle bir ettiler, duvarlarını yıkıp taşlarını bile söktüler. Hatay’daki camileri ve minarelerini yıktılar. İçlerinde kadın, çocuk ve yaşlıların da bulunduğu yaklaşık 10.000 Türk’ü katlettiler. Bu olayları bizzat gözleriyle gören papaz Lemoine yapılan yağma ve katliamlardan bahsederken: “Bizimkiler sokakları dolaşıyor, rastladıkları çocuklarla ihtiyarları paramparça ediyorlardı. Ancak o gün herkes boğazlanamadı. Ertesi gün bizimkiler geri kalanları kestiler.” (Funck Brentano, Les Croisades, Paris 1934, s. 57)
Katlettikleri Türk askerlerinin bir kısmının başlarını keserek, katırlara yükleyip, kendilerine çok yardımları dokunan Arap yöneticilere hediye olarak yolladılar. Kalan Türkleri guruplar halinde toplayıp öldürdüler, yüzdüler, iç organlarını temizledikten sonra kızartıp yediler. Hatay ve çevresinde Türk kalmayınca ovaya doğru çayırlıklara saldırarak orada bulabildikleri Türkleri yakalayıp getirdiler ve yediler! Hatta Şehitlerimizin cenazelerini mezarlardan çıkararak, iç organlarını temizleyip kebap yaparak yediler… 

Haçlı seferine katılmış olan Richard de Pelerin (Hacı Rişar)’ ın yazdığı Chanson d’Antioche (Antakya Destanı) adlı eserinde (destan olduğu için nazım şeklinde yazılmış) bu olayları şiirsel olarak nasıl anlatmış:
"Asaletlü Piyer I'Ermit otağının önünde oturuyordu.
Kral Tafur bir çok adamları ile çıka geldi.
Bunlar bin kişiden fazla ve açlıktan şişmiştiler.
'Asaletmeab! Rahmeti Rahman adına bana yol göster,
Zira açlıktan ve zayıflıktan ölüyoruz' dedi.
Piyer cevap verdi: 'Cebin (korkak, yüreksiz) olduğunuzdandır' dedi.
Haydi şurada ölmüş yatan Türkleri toplayınız,
Tuzlar ve pişirirseniz, pekâlâ yenir onlar.
Kral Tafur, 'Doğru söylüyorsunuz,' dedi.
Otağdan ayrıldı, avanesini çağırdı,
Toplandıklarında on bin kişiden çoktular.
Türkler yüzüldü, barsakları çıkarıldı
Etlerinden haşlama ve kebap yapıldı.
Doyasıya yediler, amma ekmeksiz yediler
Bunu gören putperestler (Türkleri kasdediyor) pek korktular,
Et kokusundan hep duvarlara dayandılar.
Yirmi bin putperest, bu avaneyi seyretti.;
Ağlamadık Türk kalmadı."

(Antakya Destanı, Brentano, 57-58) (R.Erer, s:45-46)
Aynı destanın bir başka sayfasından, başka bir günden bahsediyor:
Avane bir birine şöyle diyordu: "İşte karnavalın son günü olan Mardi Gra geldi. Şu Türk eti zeytinyağında pişmiş domuz sırtından ve Jambondan daha iyi olur." Çayırlarda artık Türk ölüsü bulunmayınca:
"Mezarlıkta vardılar, ölüleri çıkardılar,
Hepsini üst üste yığarak bir tepe haline getirdiler,
Çürümüş olan barsakları Nehr-ül-As'a attılar;
Etlerin derilerini yüzüp rüzgârda kuruttular." 

(Antakya Destanı, Brentano, 58)(R.Erer, s:46)
Güven Aykan’ın Fransız arşivlerinden elde ettiği belgelerle ortaya koyduğu “Fransızların gizlediği soykırım” kitabından:
‘’21 Ekim 1097’de Suriye’nin en büyük şehri olan Antakya Kalesi’nin tepesinden haykırışlar yükselir: “
-Geliyorlar!
“Antakya önlerinde açlıktan şikâyet eden Fransızlara, Hıristiyan din adamı Pierre I’Ermit şu tavsiyede bulunur: “Açlığınızın sebebi korkaklığınızdır. Türk cesetlerini toplayın! Tuzlayarak pişirilirse daha lezzetli olur!’’
‘’Türklerin derileri yüzüldü, bağırsakları çıkarıldı...
Etlerinden haşlama ve kebap yapıldı.
Doyasıya yediler, ama ekmeksiz olarak.
Bu olayları gören zincire vurulmuş Türkler ise çok korktular...
Et kokusundan hep duvarlara dayandılar.
...
Çayırlarda artık Türk ölüsü bulunmayınca:
Mezarlıklara vardılar, ölüleri çıkardılar

Ağlamadık Türk kalmadı!”.

(Fransızların milli destanı olarak kabul ettikleri Chanson d’Antioche’nin (Antakya Destanı) 5. Bölümünden)
 

“Bohemond, birkaç Türk getirilmesini emretti. Bunları hemen öldürttü. Büyük bir ateş yaktırarak, cesetlerini şişlere geçirtip pişirdikten sonra, akraba ve yakınlarını bu Türk etlerini yemeleri için kurulacak sofralara getirilmelerini emretti.” (Sur şehri Katolik Metropoliti Guillauma)
 

Antakya’da Bohemond (Haçlı Ordusu Komutanı) birkaç Türk esirini boğazlattı herkesin gözü önünde kızarttı, iştahını tatmin için gelmişti… (Ch. Mills – Histoire des Croisades)

Bir başka yabancı bu konuda ne demiş:

İbnü’l Esir, “El-Kamil fi’t-tarih” isimli eserinde olanlara bakış açısını şu şekilde ifade etmiş: 

‘’Anlatacağım olaylar öyle korkunç ki, yıllar boyunca bunlardan bahsetmekten kaçındım… Bir gün Allah, Hz. Adem’i yarattığından beri, dünyanın böyle bir felaket yaşamadığı söylenirse, hiç tereddütsüz buna inanın. Çünkü gerçek budur…, Mahşer gününe kadar, bu kadar büyük felaket bir daha görülmeyecektir kuşkusuz...” 

Yerli ve yabancı tarihçilerin yazdıklarının hepsini bu yazıda zikretmek mümkün değil. Aslında bu kadarını bile gerek görmüyordum. Yukarıdaki alıntıları yapmak zorunda kaldım. Şöyle ki: Haçlı seferlerine katılan barbarların aynı zamanda yamyam olduklarını anlatıp, yazdığımda daha başlangıçta İzmit yakınlarında; haçlıların yakaladıkları veya köylerden ele geçirdikleri Türk çocuklarını öldürüp, şişe geçirip, büyük ateş yakarak kızartıp yediklerini belirtmiştim. Bir tanıdığım hatta arkadaşım, yüksek okul mezunu, bir kamu kuruluşunda üst düzey görev almış biri, yani sıradan cahil birinden bahsetmiyorum! Konu ile ilgili olarak şöyle dedi: “Ali Hoca yazını okudum çok güzel olmuş ama o çocuk yeme işi biraz abartılmış gibi..” Yani bana kibarca şunu diyordu; Haçlılar çocuk kızartıp yemezler, onlar yamyam mı? Sen yalan yazmışsın! Eh… Ne diyeyim! O Haçlı seferleriyle Türklere neler yapıldığını Avrupalılar biliyorlar. Bazı yıllar üç-beş yaşlı kadın İstanbul’a gelip, Haçlı seferlerinde olanlardan dolayı özür diliyorlar, hatta Papa bile bu konuda Türklerden özür diledi. Neden özür diliyorlar? Çünkü atalarının neler yaptıklarını biliyorlar. Bazı Hıristiyan bilim insanları açıkça ortaya koyuyor: Fransız Akademisi üyelerinden Funck Bretano;  Les Croisades adlı eserinde; 1096 yılında İznik civarında yakalanan Türk çocuklarının parçalanıp, etlerini şişlere geçirerek ateşte kızarttıklarını hatta tam pişmeden yarı çiğ olarak yediklerini yazmış. Bir başkası hem de tanık. İmparator Alexis Komnen’in kızı Anna Komnen’in görgü ve beyanına göre; “En büyük eğlencelerinden biri, rastladıkları Türk çocuklarını öldürmek, kızartmak ve yemek.” (İngiliz Tarihçisi Mills.) Haçlıların çocuk yemeleri sadece İzmit ile sınırlı değil. Maarra kasabasında da aynı şeyi yapmışlardır. Fransız tarihçilerden Rudolf of Caen Kronikçi,  şöyle demiş: Askerlerimiz Maarra’da dinsizlerin yetişkinlerini yemek kazanlarında kaynar suyla haşladılar; çocukları şişlere geçirerek öldürdüler ve  sonra ızgarada pişirip yediler. (Amin Maalouf, The Crusades Through Arab Eyes; London, al Saqi Boks, 1984, s.38).  Ama… Bizim okumuş yazmış, yüksek tahsillilerimiz bile tarihimizden habersiz! Atalarımızın neler yaptığını, fırsat buldukça düşmanların atalarımıza neler yaptığını bilmeyen, tarihinden ve de milletinden bi haber güruh haline nasıl geldik?.. Tarihimizden haberi olmayanlar, başkaca yalan bilgilerle doldurulmuş kafalarıyla bizden olan (Türk ve Türk’ten olan) hemen her şeye karşı çıkıyorlar ama yabancılar onların gözünde mükemmel, doğru ve güvenilir. Beyinleri ve ruhları kirletilmiş böylesi insanlarımıza söylenecek çok sözümüz var. Bu doğruları nesillerimize öğretmeyenlere ise daha çok söyleyecek sözümüz var. 
Bu arada hemen şunu belirtmeliyim: Bu yazdıklarımdan dolayı; Hz. İsa Mesih’in gerçek yolundan giden, geçmişteki ve günümüzdeki Hıristiyanları tenzih ederim. 

Şimdi Haçlı seferine devam edelim. Haçlı ordularının yanına, Doğu Roma İmparatorluğu tarafından bir askeri birlik katılmıştı. Birliğin görevi Haçlılara yol göstermek ise de asıl görevleri Türklerden ele geçirilecek olan yerleri Doğu Roma İmparatorluğu yönetimi altına sokmaktı. İmparator ve Haçlılar arasındaki anlaşmaya göre ele geçirilen yerler Doğu Roma İmparatorluğu topraklarına katılacaktı. Söz konusu birliğin başına çok ünlü bir komutan atanmıştı, General Tatikios veya Taticius. Bütün tarihçiler bu komutanın Peçenek asıllı Türk olduğunu ve de Türkçe konuştuğunu not etmişlerdir. Öyleyse adı yukarıdaki gibi olamaz; Batı Romalılara göre Taticius, Doğu Romalılara göre ise Tatikios. Her biri kendilerine göre soslayarak Türk soylu ünlü komutanın adını uyarlamışlardır. Bence asıl adı, Komutan Tetik olmalı, bu değilse bile bir başka Türk adı olmalı… Her neyse. Hatay’daki Haçlı ordularının ileri gelenleri kendi aralarında toplandılar ve şöyle bir karar verdiler: Hatay Doğu Roma İmparatorluğuna verilmeyecek, bir haçlı toprağı olacak. Bu kararlarına sebep olarak; General Tetik ve askerlerinin, hiç savaşa katılmamaları, hatta Haçlı orduları zor durumlara düştüğünde bile yardım etmeyerek geriden seyretmeleri gösterildi. Hatay’ın kuşatılmasında da hiç yardım etmediklerini ileri sürerek, Doğu Roma İmparatoru ile yaptıkları anlaşmaya uymayacaklarını ilan ettiler. Artık bir Hıristiyan şehri kabul ettikleri Hatay’da da uydurma bir devlet kurduklarını duyurdular. Bu uyduruk devlete; Antakya Prensliği Devleti dediler ve devletin başına Beomomdo’yu geçirdiler.

Haçlıların Hatay’da işleri bitmişti, şimdi asıl hedefleri olan Kudüs’e yönelmelerinin zamanı gelmişti…

(Devamı V. Yazıda)