Anayasa değişikliği adı altında, gerçekler ve tartışmalar halktan gizlenerek, tüm yetkileri Cumhurbaşkanına devredilmek istenen Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kendisini yok edip etmeyeceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Gelin şimdi Meclisin açılmasından tamı tamamına 20 gün öncesine gidelim.
“Meclisin açılmasına karar verilmiştir ama, dönemin bir kısım aydınları “Meclise ne gerek var” diye düşünmektedirler. Bu aydınlardan birisi de, birazdan sunacağım tutanakları yazan Rahmetli Yunus Nadi’dir. Yunus Nadi: “2 Nisanı 3 Nisana bağlayan gece evde toplandık. Halide Edip vardı, Adnan Adıvar vardı, diğer zevat vardı, onların gitmesini bekledik, ondan sonra Mustafa Paşa ile dostane bir şekilde dertleştik” diyor. Ve doğrudan doğruya Yunus Nadi’nin kaleminden ben sizlere, bu çok tarihi önem taşıyan ve sabaha kadar süren görüşmenin bazı kısımlarını aktarmak istiyorum.
Odada hiç kimse yok, sadece ikisi var; Yunus Nadi soruyor: “Meclisin ne vakit toplanabileceğini tahmin ediyoruz? Her kerameti Meclisten beklemek niyetinde miyiz?” Bakınız, enteresan bir soru. Meclisin açılmasına 20 gün kalmış. Açık söylemek için “Ben bu niyet ve kanaatte değilim” diyor Yunus Nadi, açıkça fikrini söylüyor, “zaten ondan da ıstırap duyuyorum” diyor.
Mustafa Kemal Paşa’nın buna verdiği cevap aynen şöyle: “Bu ıstırap beyhude ve bu kanaat, hiç olmazsa görünüşüyle yanlıştır. Ben bilakis, her kerameti Meclisten bekleyenlerdenim. Nadi Bey, bir devre yetiştik ki, onda her iş meşru olmalıdır. Millet işlerinde meşruiyet, ancak millî kararlara istinat etmekle, milletin temayülatı, eğilimi umumiyesine tercüman olmakla hâsıldır.” Mustafa Kemal Paşa devam ediyor: “Milletimiz çok büyüktür; hiç korkmayalım. O, esaret ve zilleti kabul etmez. Fakat onu bir araya toplamak ve kendisine: Ey millet, sen esaret ve zilleti kabul eder misin diye sormak lâzımdır. Buna, milletin vereceği cevabı biliyorum. Ben, milletin büyüklüğünü biliyor ve bu sual karşısında onun, o suali soran çocuklarını hırz-i can edecek gibi, yani –hırz-i can etmek, canı gibi sevmek- canı gibi seveceğini biliyorum ve alınlarından öpeceğini biliyorum. Ben biliyorum ki, bu millet, kendisine bu suali soran çocuklarının hep o esasa müstenit tedabir ve tertibatını canla başla kabul edecektir…”
Yani diyor ki: Bu millet, hangi tedbir alınırsa alınsın, canla başla kabul edecektir. “Onun için, işte ben şimdi bu yoldayım, onun çok sağlam bir yol olduğuna kani olarak”.
Yunus Nadi araya giriyor; “Fakat, İstanbul’da düşmanlarla birleşmiş bir saray olduğunu bilmek ve hiç olmazsa bu teferruat üzerinde bazı kararlar almış olmak lâzım değil mi?”
Değerli konuklar; Türk aydınının bu millete olan inançsızlığı yeni bir şey değildir. Bu, tarihimizin en kritik zamanlarında ortaya çıkan bir hastalıktır. Mustafa Kemal devam ediyor: “Hülasa millet, bu halas cidalinde ve bütün vaziyeti, bütün vuzuh ve sarahatiyle gördükten sonra, en salim, en makul ve en yüksek kararları verecek ve bence muhakkaktır ki, o bahislerdeki kararlarında, hatta seni ve beni çok geçecektir”. Bakınız, millete güvenen…”Ben, bundan emin olarak işlerimize bakalım derim”. Yunus Nadi, burada aynen şu cümleyi kullanıyor: “Canım Paşam, nazariyat çok güzelse de, vaziyetin hakikatlerinden çıkan icaplar da isticali amirdir. Mesela, beni Ankara’da bihuzur eden en büyük şey, ordunun yokluğudur…”
Doğrudur, o günler itibariyle bizim ordumuz yoktur…
Devam ediyor: “Hakikat odur ki, eğer elimizde istinat edecek bir ordu bulunmazsa, bütün bu güzel nazariyat suya düşüp gidebilir”.
Bakınız, Yunus Nadi, bunun bir nazariyat olduğunu söylüyor, Meclis açma fikrinin bir nazariyat olduğunu söylüyor; “çünkü ordu yok” diyor. İşte, Mustafa Kemal Paya’nın tarihi cevabı… Bu cevabı, 16. Millî Egemenlik Sempozyumumuzun amentüsü olarak okuyorum. Şunu söylüyor Mustafa Kemal: “Bence Meclis nazariye değil, hakikattir ve hakikatlerin en büyüğüdür. Evvela Meclis, sonra ordu Nadi Bey. Orduyu yapacak olan millet ve ona niyabeten, onun adına Meclistir. Çünkü ordu demek, yüzbinlerce insan, milyonlarca ve milyonlarca servet sağman demektir. Buna, iki üç şahıs karar veremez. Bunu ancak milletin karar ve kabulü meydana çıkarabilir ve bir kere bu hale geldikten sonra, milletin hayat ve mevcudiyetine zıt olan mezalim ve tazyikatın kaffesini –yani tazyiklerin tamamını- bertaraf etmeye muktedir olmak salahiyetini yalnız nazariyye olarak değil, fiilen de kazanmış oluruz”
Yunus Nadi, “muhaveremiz saat 3,30’a kadar devam etti, daha sonra odalarımıza çekildik” diyor.
Bu cümleyi duvarlarımıza yazalım: Bence meclis nazariyye değil hakikattir ve hakikatlerin en büyüğüdür!” (*)
Hakikatlerin en büyüğü olan Türkiye Büyük Millet Meclisinden; tek adam diktatörlüğüne karşı çıkmasını, milyonlarca insanın canını, malını, onurunu, özgürlüğünü ve yaşam biçimini tek kişinin iradesine bırakmamasını bekliyoruz.
(*)16. Milli Egemenlik Sempozyumları
Sayfa:86-87 Prof.Dr. Hikmet Özdemir