Biz şanslı bir kuşaktık. Birinci dünya harbinde değil,
ikinci dünya harbinde değil, ikinci dünya harbinin bitiminden sonra doğduk.
Altı yüz yıllık Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıntılarından sonra değil,
yıkıntılar temizlenip yepyeni bir Cumhuriyet’in kuruluşundan, on beş yıllık
Mustafa Kemal Atatürk döneminden hemen sonra doğduk.
Yüzde doksan dokuzumuz yoksul aile çocuklarıydık. Memur
çocukları bile orta halli değildi. Çok çocuklu olan memurlar yoksulluğu
yaşıyorlardı. Buna karşın ülkede eşitlik, adalet ve parasız eğitim vardı. Bu
nedenle okuyabildik.
Evrenkente (Üniversiteye) girdiğimizde, özgür düşünceye
dayalı, iyi eğitim veren bu kurumların içinde adalet, özgürlük, eşitlik
öğrendik. Sanki sudaki balığın suyun yokluğunu bilmemesi gibi bunların olmadığı
bir yapıyı aklımıza bile getirmedik.
Bu konuda da şanslıydık. Çünkü Mustafa Kemal Atatürk
1933-1938 arasında Hitler rejiminden kaçan bilim adamlarını Türkiye’ye davet
ederek gerçek bilimsel araştırmaya dayalı özgür evrenkentleri yaratmıştı.
Şimdi, AKP iktidarı evrenkentleri bilimsel araştırma merkezleri olmaktan
çıkarıp meslek edinme okulları haline indirgeyince aradaki farkı daha iyi görür
hale geldik.
Bütün evrenkentleri kendi fikir yapısına (ideolojisine)
uygun, tek tip haline getirmek ve devleti işgal ettiği gibi evrenkentleri de
kendi kadrolarıyla işgal ederek bağımsız bilimsel düşünceyi ve düşünenleri yok
etme programıdır uygulanan.
Bunu en iyi biz biliyoruz. Çünkü üniversitelerin
temellerini atan, Hitler’in Almanya’sında gaz odalarına gönderilecek değerli
bilim adamlarının, Türkiye’deki bilimsel araştırmalarına kaynak kitap olarak
dayanan ikinci kuşak öğretim üyelerinden ders aldık.
Bunlardan birisi Ord. Prof. Dr. Ernest E. Hirsch idi. Bizim
okuduğumuz sıralarda Ticaret Hukuku ve Medeni Hukuk derslerinde kaynak kitap
olarak gösteriliyordu. Diğeri ise Andreas B. Schwarz idi. 1933'te Naziler Almanya'da iktidara geçince Türkiye'ye
iltica ederek İstanbul Üniversitesi'nde ordinaryüs
profesör oldu. Savaş sonrasında Freiburg Üniversitesi'nde konuk profesör oldu,
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Roma Hukuku Dersleri verdi.
Bizler 1961’de kabul edilen dünyanın en çağdaş Anayasası’nın
uygulanmakta olduğu, özgür, örgütlü toplum yıllarını yaşayan 1968 kuşağındanız.
Bu bakımdan da şanslıydık.
Fakat şimdi yetmişli yaşlarımızda ne yazık ki evrenkentleri
bilimsel araştırma merkezleri olmaktan uzaklaştıran, Boğaziçi Evrenkenti’ni
boğazlayan, Türkiye’nin en zeki çocuklarını, geleceğimizi yok etmeye yönelen
AKP iktidarını yaşıyoruz. Ne acı ki Anayasa’yı ihlal eden DP iktidarından daha
fazla Anayasa’yı ihlal eden bu iktidar; Boğaziçi Evrenkenti’nde çocuklarımıza
zulmediyor.
Yasal, demokratik haklarını kullanan öğrencilere
“teröristler” damgasını vuran bir anlayış; sorunu niteliksiz insanları atayan
kendi iktidarında araması gerekirken gençlerin tepkisinde aramaktadır.
Rektör atamasıyla, herhangi bir genel müdür ataması
arasında artık hiçbir fark kalmamıştır. İkisine de tek adam karar vermektedir.
Oysa “Yükseköğretim kurumları arasında en önemli kurum evrenkent
(üniversite)lerdir. Evrenkent nedir: bilginin üretildiği ve aktarıldığı,
becerinin ve teknoloji kullanımının öğretildiği bilimsel, rasyonel bir eğitim
kurumudur. Üniversitenin amacı, bağımsız ve yaratıcı düşünceyi, girişilecek
sorunlar arasında serbestçe seçim yapılmasını ve evrenin bazı yönlerinin
anlaşılmaya çalışılmasını özendirmektir.
Üniversite, doğayı anlamak için, toplumun hayat standartlarını ve zevk
anlayışını yükseltmek için serbestçe fikir üretilen ve tartışılan evrensel bir
ortamdır.” (Süleyman Ceylan, Dokuz Eylül Üniversitesi).
Boğaziçi Evrenkenti’nde niteliksiz Rektör atamasına direnen
gençlerimizin sonuna kadar yanındayız. Türkiye’nin yüksek zekâlı gençlerine
şunu söylüyoruz:
Liyakati değil, sadakati temel alan AKP iktidarı gidicidir.
AKP’den sonra da Türkiye var olacaktır. Hiçbir zulüm
sonsuza kadar sürmez…
Boğaziçi Evrenkent’i yalnız değildir.