“ Önyargıları yok etmek, atom çekirdeğini parçalamaktan daha zordur.” Diyor Albert Einstein.

Hepimizin hayat tecrübelerine dayanarak edindiği doğrular, kurallar ve artık kolay kolay değiştiremediğimiz fikirler var kafamızda. Yani pek de tartışmaya açmak istemediğimiz önyargılarımız var. Bütün olayları, bizim dışımızdaki kişileri, bu önyargılarımızın ışığında değerlendiriyor ve haddimizi de aşarak yargılıyoruz.

Haddimizi aşarak diyorum, çünkü; hiçbirimiz, bir başkasını yargılayacak kadar kusursuz değiliz. Ama kendimizde bu hakkı görecek kadar hadsiziz!

“ Hoşgörümüz kadar genciz, önyargılarımız kadar da ihtiyar…” demiş biri. Buna bütün kalbimle katılıyorum. Yerleşik önyargılarımız konusunda, asla kendimizi yargılamıyoruz. Hatta kendi doğrularımızdan şüphe bile duymuyoruz. Bu tuhaf özgüvenle de, insanları rahatça suçluyor ve yargılıyoruz. Bu arada haksız suçlama ve yargılamaların kurbanı olan insanlara yaşattığımız acıları, düşünmüyoruz bile!

“ Bütün yargılayanların gözünden, bir cellat bakar.” Diyor Nietzche.

“ Birini suçlamak üzere ileri uzattığın elinin üç parmağının seni gösterdiğini unutma! Diye de hatırlatıyor!

Hepimiz yargılıyoruz. Oysa yargılamak için, anlamak, bilmek, dinlemek ve önyargısız olarak empati kurmak gerekir. Adil olmak da bunu gerektirir.

Bir Kızılderili Atasözü der ki:

“ Birini yargılamak istediğin zaman, önce gökte üç ay değişene dek, onun ayakkabılarıyla yürümelisin.”

“ Her zaman iyi hüküm vermeye hazır bir durumda bulunmak için, iki şey gerekir: Biri hakikatin bilgisi, diğeri ise bu bilgiyi hatırlamak ve doğrulamak alışkanlığı.” Diyor Rene Descartes.

Önyargısız ve adil yargılamanın tanımı da bu olsa gerek!