İnsan yaş aldıkça, geçmişe, anılarına ve tabii çocukluk arkadaşlarına daha çok bağlanıyor. Ben çocukluk arkadaşlarımla olan bağlarımı koparmadım. Bizim çocukluğumuz şimdikiler gibi, televizyon izleyerek, bilgisayar oyunlarıyla yalnızlaşarak geçmedi. O zamanlar böyle teknolojiler yoktu ama, hayal gücümüz ve arkadaşlarımızla doğrudan iletişimimiz vardı. Şimdiki çocuklar için artık unutulmaya yüz tutmuş, ama bizim hiç unutamadığımız, bahçe ve sokak oyunlarımız vardı.
O günleri andığımız arkadaşlarımla konuşurken, aramızdaki “ mızıkçı ve zorba “ arkadaşlarımızı da anarız. Ve ne yazık ki, büyüdüklerinde de hala mızıkçı ve zorba olduklarını öğrenmek, hiç birimizi şaşırtmaz! Demek ki insan; “ 7’ sinde neyse, 70’ inde de o oluyor! “ Ne demişler: “ Can çıkar, huy çıkmaz! “
Oyun oynarken, yarışırken en önem verdiğimiz şey; oyunun kurallarına uymaktı. Çünkü oyunda “ hakkıyla kazanmak “ önemliydi bizler için. Fakat aramızdaki mızıkçı ve zorba çocuklar, kaybedeceklerini anlayınca ya oyunun ortasında kuralları değiştirmeye kalkardı ya da kazanacak olanı oyun dışına iterlerdi kabaca! Saldırganlardı, aramızdaki en zayıfları itip kakarlar, kazananı döverler, hepimize gözdağı verirlerdi.
Ama biz çocuk aklımızla buna direnmeyi öğrenmiştik. Artık onlardan dayak yiyeni yalnız bırakmıyor, korkmamıza rağmen onların karşısına hep birlikte dikiliyorduk. Sonra daha iyisini yaptık, onları oyun dışı bıraktık!
Hiçbir oyunumuza almadığımız mızıkçı ve zorba çocuklar da taktik geliştirdi tabii. Kimsenin oynamasına, dokunmasına izin vermedikleri en güzel oyuncaklarıyla geldiler. İçimizdeki en dirençsiz arkadaşlarımızı bu oyuncaklarla tavlayıp, kendi oyun gruplarını kurdular!
Sonra ne mi oldu? O oyuncakların çekiciliğine kanan, o zayıf arkadaşlarımız, mızıkçı ve zorbaların oyunlarının hep kaybedeni oldular. Sık sık değişen kurallarına boyun eğmek zorunda kaldılar. Oyunlarının tadı tuzu kalmadı. Hep ezik kaldılar mızıkçıların, zorbaların grubunda.
İşte şimdi bize, insanlığa, hayatı zindan edenler, artık büyümüş olan o mızıkçı zorba çocuklar! Hayatımızın her alanında bize dünyayı dar edenler, insanlığa kan kusturanlar da onlar!
Bakın Cemal Süreya ne demiş onlar için, hepimizin hislerine tercüman olarak;
“ Küskünlüğüm hayata değil, içindeki beş para etmez insanlara… Bıkkınlığım ise, onların yüzüne bakmak zorunda kalmam aslında…”