Yaşadığı yıllarda kitleleri en fazla etkilemiş bir asker ve devlet adamı olan Alparslan Türkeş’in mücadelelerle geçen yıllarında çok detay var. Siyasi mücadele var, tutuklanmalar, yargılanmalar ve cezaevi yılları var. İhtilal dönemi ve sonrasında sürgün yılları var.
Yaşantısındaki mücadele dönemlerinden kısaca bahsetmek o kadar güç ki yaşantısının her dönemi dolu dolu. Kısaca bahsetmeye imkan yok. Her dönem Türk milleti için çabalamış bir lider için gazeteye yazı yazmak bile kolay değil.
Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesinden, Abdülaziz'in fermanıyla Kıbrıs'a sürgün edilen Koyunoğlu Ailesi’nin bir ferdi olarak 1917’de Kıbrıs’ta dünyaya gelen Türkeş, 1933’te ailesi ile İstanbul’a gelmiş ve Kuleli Askeri Lisesi’ne kaydolmuş. Kuleli Askeri Lisesi’nden asteğmen olarak mezuniyeti sonrası, Harp Akademisi’nden 1944 yılında mezun olmuş ve aynı yıl merhum Muzaffer Şükriye Hanım’la evlenmiş. 1974 yılında eşini kaybettikten sonra, ikinci evliliğini parti yönetiminden Seval Hanım’la yapan Alparslan Türkeş’in, ikinci evliliği için parti divanındaki arkadaşlarından olur aldığı hep takdirle bahsedilmiştir.
Siyasi ve milliyetçi mücadele yıllarının başlangıcı olarak gördüğüm 1944 yılında genç bir üsteğmen iken, Nihal Atsız ve Nejdet Sançar ile "Irkçılık-Turancılık" davasından yargılanan Türkeş, 9 ay 10 gün Tophane Askeri Cezaevi'nde kalmış. 1945'te Askeri Yargıtay kararıyla tahliye edilmiş ve 1947'de beraat etmiştir. Aynı yıl 15 Türk subayıyla birlikte ABD’ye gitmiş, iki yıllık bir eğitim sonrası 1955 yılında kurmay olmuştur. Daha sonra NATO Türk Temsil Heyeti üyeliğine atanmış, 1957'de Türkiye'ye dönmüş ve 1959'da Almanya'ya Atom ve Nükleer Okulu'na gönderilmiş ve bu okulu başarıyla bitirmesinin ardından Kurmay Albay olmuş.
Cumhuriyet tarihimizde önemli bir olay olan 27 Mayıs 1960 darbesinin güçlü albayı olarak hafızalarda kalan Alparslan Türkeş, ihtilal hükümetinde Başbakanlık Müsteşarlığı görevinde bulunmuş. Bu görev döneminde, Devlet Planlama Teşkilatı, Devlet İstatistik Enstitüsü ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü gibi kurum ve kuruluşları kurmuş. Sonraları Milli Birlik Komitesi olarak bilinen ihtilal kadrosuyla arası açılmış ve 14 arkadaşıyla 13 Kasım 1960’da emekliye sevk edilmiş. Kendisi de Hindistan’a Büyükelçilik Müşaviri sıfatıyla sürgün edilmiş.
1963 yılında sürgünden dönen Türkeş, arkadaşlarıyla siyasi amaçlı çalışmalar yapmış ve yine tutuklanarak 4 ay Mamak Askeri Cezaevi’nde kalmış.
Beraat edip tahliye olduktan sonra siyasete hız veren Türkeş, 1965'de Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne (CKMP) katılarak Genel Başkan seçildi ve aynı yıl milletvekili oldu. 1969’da yapılan kongrede CKMP'nin adı Türkçülerin itirazlarına rağmen Milliyetçi Hareket Partisi, amblemi de üç hilal olarak değiştirilirdi, kongre sonrası Türkeş’in 1944’te kurduğu Nihal Atsız ile olan dostluğu çatladı. Türkeş, üç hilali Anadolu’da yoğun olarak İslam’a bağlı milleti partiye çekmek için uygun bulmuştu. O yıl yapılan genel seçimlerde ise Adana Milletvekili seçildi. Süleyman Demirel hükümeti dönemlerinde, Başbakan Yardımcılığı ve Devlet Bakanlığı görevlerinde bulunan Alparslan Türkeş, Sovyetler Birliği’nin yayılmacı politikalarından ve sosyalist ideolojilerden etkilenen gençlik hareketlerine karşı, çevresine toplanan gençlere verdiği seminerlerle Türk toplumculuğu ve milliyetçiliğini anlatmaya başlayarak, 9 ışık doktrini olarak bilinen fikirlerini benimsetti. Günümüzde de geçerliliğini koruyan Ülkücü kadroların oluşmasını sağladı ve o yıllardaki Ülkücü gençlik kendisini BAŞBUĞ olarak adlandırdı.
Devlete karşı ayaklanma olarak kabul edilen sol örgütlenmelere karşı duran dönemin ülkücüleri ile sol örgütlerin karşılıklı çatışmaları birçok gencin ve de emniyet mensuplarının ölümüne neden olmuştu. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonucu her iki taraftan da tutuklamalar ve siyasi yasaklar dönemi başlamıştı. Alparslan Türkeş için ve MHP’liler için de tutuklamalar oldu. 4,5 yıl hapis yattı. Bu süreçte Türkeş ve 218 ülkücünün idamı istendi. Türkeş, 9 Nisan 1985'te tahliye oldu ve beraat etti. İhtilalin lideri Kenan Evren’in, verilecek cezalar için “Bir sağdan, bir soldan” dediğini hiç unutamam. Sonuçta sağdan da soldan da gençler idam oldu. Yıllarca cezaevlerinde yatanlar oldu.
O yıllar, benim de şahit olduğum hadiselerin dönemiydi. Geceleri duvarlara karşılıklı sloganlar yazılırdı. Bez afişler asılırdı ve indirmek için direğe tırmanan polislerin patlayıcı yerleştirilmiş gizli düzeneklerle kollarının koptuğu olurdu. Polis otoları taranır, banka soygunları olurdu. Türkiye’nin bazı il ve ilçelerinde kurtarılmış bölgeler ilan edilmişti. Bir bölge solcuların ise bir başka bölge sağcıların olarak ayrılmıştı. Polis dernekleri vardı, POLDER, POLBİR olarak iki hasım grup gibiydi.
Şimdi benim yaşıma gelenler hala Türk gençliğinin içine çekildiği bu çatışmanın nereden kaynaklandığını, gençliğin nasıl kışkırtılıp beyinlerinin yıkandığını tartışıyor.
Başbuğ Alparslan Türkeş’in Ankara’daki cenaze merasimi gözümün önünden hiç gitmez. Nisan ayında lapa lapa yağan kara rağmen Ankara caddelerinde insan seli vardı. Dönemin siyasi liderleri meclis önünde sıralanmış kar yağışına rağmen oluşan insan selini hayretle izliyorlardı.
Atatürk’ten ve Alparslan Türkeş’ten sonra, Türk milliyetçileri kimseye başbuğ demedi. MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın, Cumhurbaşkanı’nın covid 19 sebebiyle toplantıların yasaklanması kararına uyarak, teşkilatlara Alpaslan Türkeş için anma programları yapılmaması doğrultusunda yolladığı bilgi notu sonucu MHP Başbuğu Türkeş’i anmayacak.
Eh, Whatsapp ve sosyal medya ne güne duruyor.
Hoşça kalın, Türk kalın