İnsanoğlu var olduğundan beri, kuşku duymuş, kuşkuyla düşünmüş, kuşkuyla hareket etmiştir. Belli ölçülerde kuşku duymak; olup bitenlere kuşkuyla yaklaşmak, yaşamsal öneme sahipse de; kuşkuda ölçüyü kaçırmak ve her şeyden kuşku duymak, yaşamı çekilmez hale getirir.
Bu konuda:
“ Kuşku, umutsuzluktan da kötüdür.” Der John Denham.
“ Topun yıkamadığı kaleyi, kuşku yıkar.” Der bir Portekiz özdeyişi.
“ Kuşkular, mutluluğu haram etmeye yeter.” Der Andre Gide.
Gerçektende “paranoyakça”kuşkunun pençesindeysek eğer; sevdiklerimizi, dostlarımızı, çalışma arkadaşlarımızı, yönettiklerimizi, yöneticilerimizi kaybedebiliriz. Dahası, derin kuşku; beraberinde güvensizliği, kararsızlığı, kafa karışıklığını, korkuyu ve beceriksizliği getirir.
Yaşamımız karmaşık ve bunalımlı bir hal alır. İnsan için taşıması ağır bir yüktür kuşku! Çoğu kez insanı uyutmaz, korkulu rüyalar gördürür!
“ Birbirlerini tanımayan, birbirlerinden şüphe eden kitlelerin bulunduğu yerde, ne barış, ne de onurlu bir eşitlik olur.” Diyor tarihçi İlber Ortaylı.
Sadece bu yüzden bile, toplum içinde ve insanlar arasında “ güven duygusu “ yaratılmalı ve korunmalıdır. Toplumu güven duygusuyla sarıp sarmalamanın yolu; bilgi, iyilik ve kararlılıktan geçiyor.
Tıpkı Konfüçyüs’ün dediği gibi:
“ Bilgi; insanı şüpheden, iyilik; acı çekmekten, kararlı olmak; korkudan kurtarır.”
Aksi takdirde:
“ Kuşkuculuk, tüm varlığımızı yıkabilir ve sürekli bir harabeye dönüştürebilir.” Diyor Epicuros.
Çünkü:
“ Kuşku, umutsuzluk denilen şeytanın kardeşidir.” Der John Boyle O’Reilly
Buna bütün kalbimle katılıyorum. Ama “ölçülü kuşku” iyidir, çünkü insanı sorgulamaya ve düşünmeye yönlendirir. Doğru bilgiye ulaşmak için, iyi bir yöntemdir. Tıpkı Rene Descartes’in dediği gibi:
“ Kuşkuyla yaşanmaz, kuşkuyla düşünülür.”