Orta Doğu’yu tarih boyunca savaş ve kanla anılan bir bölge olarak tanımaktayız. 

Savaş ve kanın hakim olduğu bölgede çocuk olmanın ise ne tür bir yaşayış olduğunu her vicdanlı insan bir kez düşünmüştür. 

Savaş ve kan içerisinde geçen ömür bölgedeki çocukları derinden etkilemektedir. 

Orta Doğu’da çocuk olmak, yalnızca yaşamak değil, aynı zamanda umut mücadelesi demektir.

Çatışma bölgelerinde çocuklar, yetişkinlerin yaşadığı travmaların çok ötesinde bir yük taşıyabilir. Eğitimden, sağlık hizmetlerinden yoksun kalmak çocukların hayatlarını tek tipleştiren ve onlara başka bir seçenek sunmayan faşizmdir.

Gazetemizin muhabiri Arda Kır, ‘Emperyalistler Mutluluğu Bile Ele Geçirmiş’ başlıklı köşe yazısında, Orta Doğu’da yaşayan bir kız çocuğunun dünyada ona düşen mutluluk payının Miami Sahili’nde güneşlendiğini belirtmişti. Tam olarak konu budur. Orta Doğu'daki çocuklar sadece savaşın kurbanıdır.

Orta Doğu’da çocuk olmak karmaşık bir mücadeleyi içerdiği gibi dünyanın diğer uçlarında yaşayan çocuklardan farklı bir hayat sürmeleri ve çocuk yaşta yetişkin olmaya mecbur bırakılmasıdır.

Hayal kurar mı peki Orta Doğu çocukları?

Elbette kurar.

Ama ne hayaller kurar?

Ben size söyleyeyim.

Sıcak bir yuva, işten eve elinde poşetler ile gelen bir baba, onlarla ilgilenen bir anne, sabah okula güvenli şekilde gitmek ve geri dönmek, akşam yemeğinde anne, baba ve kardeşlerin oturduğu ve güldüğü bir sofra, sokakta özgürce oyun oynamak, oyun oynarken dizlerini yaralamak Orta Doğu’da yaşayan bir çocuğun hayalidir.

Tekrar düşünelim

Bu çocuğun hayallerini siz hayal olarak kabul eder misiniz?

Avrupalı bir çocuk nasıl hayal kurarlar peki? Bunu da siz kafanızda yazın bence.

Avrupalı bir çocuk ve Orta Doğulu bir çocuğun farkını en belirgin olarak kurdukları hayaller ile anlayabiliriz.

Aslında her insanı böyle ayırt edebiliriz.

Bir insanın fikrini, siyasi görüşünü, davranışlarını, eğilimini, o kişiyi hangi karaktere sahip olduğunu anlamak için kurulan hayallere bakmak lazım.

Kendini dünyanın efendisi ve Orta Doğu’ya kan kusturan devlet yöneticileri çocukken hangi hayalleri kurdular da bu hale geldiler acaba?

Ya da kurdukları iyimser hayallerin bir palavradan farksız olduğunu mu anladılar?

Ya da çocukken kurdukları hayaller, şimdi ki çocukların hayal kurmasını engellemek miydi?