Onlar, yabancı ülkelerde
yaşayanların çocukları. Bize giderek yabancılaşan, ama yine de, yabancı
olmalarından, bizden kopmalarından deli gibi korktuğumuz çocuklar. Bizim
çocuklarımız, torunlarımız, yeğenlerimiz. Kabullenmek zor geliyor insana,
bizden olan, bizim olan çocukların, başka bir kültürde, başka bir dille
yaşamaları. Sanki bize ait olanı almışlar elimizden gibi geliyor! Onlar en
kıymetlilerimiz çünkü…
Benim de torunum yabancı
bir ülkede, farklı bir kültürde yaşıyor. Orada doğdu zaten. Yarı yabancı,
şimdiden gezgin, dünya tatlısı ve paylaşamayacağım kadar güzel bir bebek.
Babasına söylüyorum ısrarla, onunla Türkçe konuşsun diye. Konuşuyor da aslında.
Anlıyor söyleneni ama, genelde yaşadığı ülkenin diliyle veriyor yanıtları.
Üzülüyor insan ama,
orada yaşıyorlar, o ülkenin dilini, o ülkenin kültürünü yaşamak zorundalar. O
coğrafyaların insanlarına benzeyecekler ister istemez. Uyum sağlamak
zorundalar. Belki de anne_ babaların en büyük çıkmazıdır bu; “ Onu bizim gibi
mi yetiştirelim, yoksa rahat bırakalım da o toplumda, kendini yabancı gibi
hissetmeyecek bir hayat mı kursun kendine?” Zor bir seçim değil mi?
Onlar gelince ben,
elimden geldiği kadar yeni yeni konuşmaya başlayan torunuma, Türkçe konuştum.
Ona ninnilerimizi, masallarımızı, oyunlarımızı, şakalarımızı, şarkılarımızı,
türkülerimizi söyledim. Yemeklerimizi sevsin istedim. Bunları öyle büyük bir
telaşla ve öyle büyük bir istekle yapıyordum ki; hiç olmadığım kadar “ yerli ve
milli” olduğumu gördüm! Şaka bir yana, fark ettim ki; büyüdükçe dil ve kültür
farkı yüzünden bizden uzaklaşabileceği ihtimali, beni dehşetli korkutuyor ve
telaşlandırıyordu.
Oğlumun küçük kopyasının
da, en az oğlum kadar beni anlamasını, sevmesini, bana yakın olmasını deli gibi
istememin bir sebebi de, artık yaşlanıyor olmam sanırım. Yaşlı ve yalnız
hissettiğimde, koluna girip sarılacağım, güvenle elini tutabileceğim,
sevildiğimi bana hissettirecek ikinci bir oğul arayışım bu benim. O yüzden
tümüyle yabancılaşmamalı, birazcık da “bizden” olmalı yaban ellerdeki çocuklar!
Türkçe’nin o güzel
tınısını, kulağı okşayan çıtır çıtır akışını, düz ve devrik cümlelerini,
atasözlerini, yabancıların anlayamayacağı benzetmelerini, inceliklerini bilsin
istiyorum. Nazım Hikmet’in o güzel duygu dolu şiirlerini mesela, anlasın, hatta
bizim gibi hissetsin istiyorum. Onunla yaban ellerdeyken, her sabah yaptığım
görüntülü konuşmalarımda, Türkçe sözlerle, bize has mimiklerle duygularımı dile
getiriyorum.
Benim torunum, beni
anlasın, bize benzesin diyorum. Çok şey mi istiyorum?