1914 birinci
dünya savaşının çıkış nedenlerinden birisi, Almanya, İtalya ve Avusturya
ittifakı karşısında Fransa, Rusya ve İngiltere’nin oluşturduğu İtilaf
devletlerinin karşı karşıya gelmesi olmuştur.
20. yüzyılın
başına doğru, sanayi devrimi ile birlikte büyüyen Avrupa devletleri, sömürü
yarışında iki gruba ayrılmıştır. Bu dönem ortaya çıkan milliyetçiliğin en
belirgin özelliği baskı ve üstünlük sağlama hareketleri olarak, şovenist
yaklaşımlar olmuş. Bu akıma kapılan ülkelerde PAN hareketleri ortaya çıkmaya
başlamış. “Pan” hareketlerine bakıldığında saldırgan ve militarist bir karakter
ortaya koyan yayılmacı ya da emperyalist milliyetçiliğin öne geçtiği görülür. Stalin Dönemi Rus Milliyetçiliği ve
Politikaları, “Pan-Slavizm”in ortaya
çıkmasına ve dış politika aracı haline gelmesine yol açmıştır.
O yıllardaki
Rus yayılmacılığını, başta Kırım Türkleri olmak üzere, Ahıska Türkleri ve
Kafkas halkları üzerindeki baskı ve sürgün politikalarından biliyoruz. Bazı
kanaat önderlerine göre, Sovyet Rusya’nın (SSCB) etnik kültürleri ve kimlikleri
sindirip, hatta yok edip tek kimlik olarak Rus kimliğini baskın kılma
girişimleri olarak değerlendirilmektedir. Galip devlet olarak ve tartışılmaz
bir güce kavuşmuş Sovyetlerin, halkları birleştirebilme yönünde sürdürdüğü komünizm ideolojisi, zamanla işe
yaramamış. Komünist ideoloji,
Emperyalizm karşısında ve güç odaklarının sömürü düzeni karşısında belki çok
etkili olurdu. Ama yapılan yanlış, halkların kimliklerini, inançlarını baskı
altına alma girişimleri olmuş.
Milliyetçi hareketlenmeler yabancı
ideolojilere karşı kendiliğinden ortaya çıkan tepkiler olarak da düşünülebilir. Milliyetçilik hareketleri, etki tepki doğurur görüşlerinde olduğu
gibi, şövenist duygularla diğer farklı kültürler ve kimlikler üzerinde baskı
kurmaya çalışan egemenlere karşı duruşları da doğurmuştur. Türkiye’de 1944
yılında gençlerin Türkçü, Turancı mitingleri, aklımıza gelen ilk
hareketlenmedir. Bazı yazarlara göre, 1960’lı yıllar sonrası Ülkücü hareket
olarak bilinen yapılaşmalar, 1944 yılında Hüseyin Nihal Atsız’ın önderliğindeki
başkaldırıştır. Hatırladığıma göre, 1960-1980 arası bazı SOL yapıdaki örgütlenmeler,
sosyalizmi ideoloji olarak savunurken, Atatürk’ün adını koyduğu Türkiye
Cumhuriyetinde Türk etnik kültürünün olduğunu savunmamışlardır. Bazı guruplar
ise, Türklüğü savunmak yerine Türkiye’de kendilerini farklı etnik yapıyla
adlandıran vatandaşları savunmaya kalkmışlardır. Türklüğü savunmayı, faşizan
bir tutum olarak dile getirmişlerdi.
Artık her
şey geride kaldı. Her ideolojik akım, belli bir olgunluğa ulaştı. Yani, müşterek vatanımızda birleşildi. Biz
zamanlar hayal olarak dillendirilen Türk birliği, adım adım gerçekleşmeye
başladı. Antalya’mızda bile Kırgız, Kazak, Azerbaycan, Kırım, Kerkük dernekleri
var. Türk Ocaklarından, Yörük
derneklerinden destek alarak faaliyetler yapıyorlar. Antalya Gazeteciler Cemiyeti yönetimi Kırgızistan’a, Kazakistan’a
ziyaretler yapıyorlar. Bu gidişle, kardeş halkların birliği ekonomik olarak ve
de Türk düşünce adamı, Gaspıralı’nın dediği gibi ‘işte birlik, fikirde birlik’ gerçekleşiyor.
Madem
dünyada A.B gibi, ABD gibi, Arap Birliği ve Şangay 5’lisi gibi küresel güçler
var, tarihte en büyük devletleri, imparatorlukları kurmuş bizlere yalnızlık
yakışmaz.
Hoşça kalın,
Türk birliğine doğru yol alın.