Sosyal medyada şöyle bir paylaşımda bulundum: " Roma ya gittiğinizde Romalılar gibi davranın denir. Gittiğiniz yerin koşullarına uyum sağlamanız gerekir denir. Koşullara uyma niyetiniz, arzunuz yoksa Roma' ya gitmeyin denir." Bu paylaşımım üzerine bir dostum şöyle yazmış: "Bunu herhalde futbol takımlarımızın davranışları için söylemiyorsun?". Ben de cevaben şunu sordum: " Futbol takımlarımız normal maçlara nasıl bir forma ile çıkarlar?".
"Normal maçlarda normal formalar giyerler fakat ısınmak için sahaya çıktıklarında daha özgür giysileri olabilir" demiş dostum.
'Olabilir tabii. Ancak futbol maçlarımızı yakından TV'den izleyen biriyim. Takımlarımızın Atatürk temalı tişörtleri ile maça çıktıklarını ilk kez gördüm. Pankarttaki Atatürk'ün "Yurtta Sulh Cihanda Sulh" şeklindeki çok anlamlı sözü ile beraber. Bizler için gurur verici, alkışlanacak bir tablo. Fenerbahçe- Galatasaray Süper Kupa maçı Türkiye'de oynanacak olsa ve takımlarımız bu formalarla sahaya çıkacak olsa stat alkışlarla, tezahüratlarla inler. TV'den izleyenler de aynı duygular içinde olurlar. İnsanlarımızın Atatürk'e duydukları sevgiyi, saygıyı ve özlemi başkaları anlayamaz, bilemez. Atatürk sevgisi sözcüklerle anlatılamaz, yaşanır.
Lakin maç Türkiye'de değil, Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da. Çok söylendi, çok yazıldı " Gitmeyin oralara, Cumhuriyetimizin 100. yılında gelin maçı Türkiye'de oynayın" diye. Dinlemediler bu sağduyu yüklü bu sesi, bu çağrıları, gittiler. Anlaşma yapılmış çok önceden, belirli bir meblağ karşılığı maçın orada oynanması üzerine. Meblağ, bu dar zamanda, bu yokluk zamanda gözlerini kamaştırmış. Son yıllarda yaşanılan olumsuz gelişmelerin ardından Suudilerle ilişkileri düzeltme, geliştirme çabasında olan iktidar da anlaşılan bu anlaşmayı teşvik etmiş.
Gitmeye gitmişler ama hiçbirinin aklına Suudi Arabistan'ın belirli konulardaki duyarlılıkları gelmemiş. Kimseler de gidenlere bu konuda akıl vermemiş. Düşünmüşler ki tişörtlerle ve pankartlarla maça çıkarlarsa Türkiye'den onca masrafa katlanıp Riyad'a gelen seyircilerimizi heyecanlandıracaklar, coşturacaklar, maçı Türkiye'de TV' den izleyenleri de gururlandıracaklar. İdare şekli monarşi olan, El Suud hanedanı tarafından yönetilen, şeriatın geçerli olduğu, Suudi Arabistan'da, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti'ne ve Atatürk'e karşı bazı hassas değerlendirmelerin var olduğunu gidenlerin hiçbiri düşünmemiş. O tişörtlerin ve pankartın Suudiler' de rahatsızlık yaratabileceği kimseler tarafından öngörülmemiş. Bu çerçevede, tişört ve pankart fikrinin kimden çıktığını, bu fikre kimlerin onay verdiğini merak ediyorum.
Maç öncesi yapılan toplantılarda, Suudiler itiraz edince ve bu itiraz kabul edilmeyince olan olmuş. Kapalı kapılar arkasında tartışılan konu, krize dönüşmüş. Önce maçı izlemeye gelen seyirciler yüksek sesle tepkilerini koymaya başlamışlar, ardından Türkiye'deki taraftarlar. Gelinen aşamada, Atatürk ile ilgili toplumdaki duyarlılık doruk noktada. Sosyal medya ayakta. Mesaj yayınlayan yayınlayana. Olay iç politika malzemesi haline dönüştü anında. TV’lerde başka konular geri plana itildi. Rafa kalkmış dosyalar, açıklamalar ortaya dökülmeye başladı. Bir futbol müsabakasının bu noktaya gelmesindeki sorumlular aranıyor. Ara ki bulasın. Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı arazi olmuş durumda, keza futbol takımlarının Başkanları. İş dönüp dolaşıp bu gelişmelerden rahatsız olan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın müdahalesine , soruna el koymasına kalacak gibi..
Yukarıda "Roma'ya gittiğinizde Romalılar gibi davranın denir. Gittiğiniz yerin koşullarına uyum sağlamanız gerekir. Koşullara uyum sağlama niyetiniz yoksa Roma'ya gitmeyin denir" yazdım. Koşullara uyum sağlayıp Roma'ya gidenler, Roma'nın keyfine varanlar, nimetinden yararlananlar var. Örneğin ABD ve Avrupa ülkeleri. ABD ve Avrupa demokrasi ve insan hakları savunuculuğu yapmada önde gelirler. Suudi Arabistan dahil Körfez ülkelerinin demokrasi ve insan hakları ile ilgisi olmamasına rağmen çeşitli alanlarda yoğun ilişki içindedirler. Bu ülkelerin petrol gelirleri de ABD/Avrupa bankalarında yatar. Yığınla yatırımları, gayrimenkulleri vardır.. Önemli olan çıkarlarıdır. O ülkelerin demokratik olup olmaması umurlarında değildir. Oralara gittiklerinde de yerel kurallara uyarlar. Oralarda demokrasinin, insan haklarının önemi konusunda nutuk yapmazlar, "show" yapmazlar. Spor müsabakalarında, demokrasinin, insan haklarının önemini anlatan, tişörtler, pankartlar taşımazlar. Müsabakaları izlemeye gelenler de bu yönde slogan atmazlar. Yöneticileri keza, halkı rahatsız edebilecek eylem ve söylemlerden kaçınırlar.
Türkiye'ye bölge ülkelerince nasıl bakıldığına ilişkin bir anımı anlatayım. Kamuda görevli olduğum yıllarda Waşington'da bir Amerikan düşünce kuruluşunun düzenlediği bir toplantıya katılmıştım. Toplantıda, bölge ülkelerinden gelen bürokratlar da vardı. Düşünce kuruluşunun amacı bölge sorunlarına ilişkin katılımcıların görüşlerini öğrenmekti. O sıralarda ülkemizde, Türkiye'deki demokrasinin bölge ülkelerine örnek olabileceği, ilham kaynağı olabileceği tartışılıyordu. Toplantıda söz alarak Türkiye'deki o tartışmalara işaret etmiş ve Türkiye'nin diğer bölge ülkeleri için örnek olup olamayacağı hususunda katılanların görüşlerini sormuştum. En sert itiraz Suudi Arabistanlı katılımcıdan gelmişti. Askeri vesayet altındaki Türkiye'nin kendileri için örnek olamayacağını belirtmişti. Bir kaç katılımcı daha yumuşak ifadelerle Türkiye'nin kendilerine örnek olamayacağını söylemişti.
Seksenlerde Kuveyt’te beş yıl görev yaptım. Körfez ülkelerinin ilişkilerimizin geliştirilmesi acısından ne denli değerli bir potansiyele sahip olduklarını gördüm. "Ne diye batının peşine takılıyorsunuz, bizimle birlikte olun daha güçlü olalım." sözünü çok işittim. Ardından Irak'ın Kuveyt'in işgalini gördüm. Stratejik hedefleri doğrultusunda ABD'nin bölgeye nasıl yerleştiğine, batı için riskli ülkeler olarak görülen Irak ve Suriye'nin başlarına gelenlere tanık oldum. Son yıllarda da Suudi Arabistan'ı ziyaret ettim. Bu ülkenin ülkemiz açısından taşıdığı öneme yakinen şahit oldum. Suudi kadınlarının, Suudi gençlerinin nasıl bir sessiz atılım içinde olduklarını gördüm. Bu ülke insanları Türkiye'ye hayrandır. Kendilerine yakın hissederler. Erdoğan'ı severler. Ancak yönetimde olanlar karışık duygular içindedirler. Atatürk'ün kurduğu laik, demokratik, kadının erkeklerle eşit haklara sahip, modern 100 yıllık Türkiye Cumhuriyeti’nden pek haz etmezler. " Ne biçim Müslümansınız?" Derler. Çekinirler de. Halkların günün birinde Arap Baharında olduğu gibi tekrar sokaklara dökülebileceği kaygısını taşırlar.
Bu itibarla bu ülkelere hangi vesileyle giderlerse gitsinler, gideceklerin, Amerikalılar ve Avrupalılar gibi, bu duyarlılığı bilerek gitmeleri ve bu ülke yönetimlerini rahatsız edici eylem ve söylemlerden kaçınmaları gerekir. Suudi Arabistan ile ilişkilerimizde de gelinen noktada, hamasetten, konuyu iç politika malzemesi yapmaktan kaçınmak ve serinkanlı davranmak gerekir. Olayı tırmandırmak kimsenin yararına değil. İki ülke arasında başta ekonomik, ilişkilerin daha geliştirilmesi için büyük potansiyel mevcut. Bu potansiyel heba edilmemeli, son tatsız, üzücü gelişmelere rağmen, en iyi şekilde değerlendirilmeli.