Türkiye, siyasi ve ekonomik açıdan tarihinin en çetin sınavlarından birini veriyor. Yurttaşların yüzlerine sinen derin kaygı, ülkenin içinde bulunduğu koşulların ağırlığını tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Özellikle Demirel’in koalisyonları yönettiği, Ecevit’in "Karaoğlan" karizmasıyla umut olduğu, Özal’ın reformlarla kapı araladığı dönemlere tanıklık eden nesiller, bugün "Bu kadarını hiç görmemiştik" diyor. Geçmişte de zorluklar vardı; ancak o dönemlerde "Bir olup dirileceğiz" inancı, toplumu bir arada tutan bir çimento işlevi görürdü. Bugünse belirsizlik, kronik bir endişeye; umut ise yerini yorgun bir kabullenişe bırakmış durumda.
Bu kaygı, yalnızca ekonomik göstergelerle sınırlı değil. Toplumsal dokunun çözülmesi, en temel insani değerlerin dahi siyasi hesapların gölgesinde kalması çok daha büyük bir tehdit. Örneğin iftar sofraları, bir zamanlar farklı kesimleri bir araya getiren birer buluşma noktasıyken, bugün siyasi mesajların pazarlandığı sahnelere dönüştü. Ramazan'ın manevi atmosferi, mikrofonu eline alan siyasetçilerin nutuklarıyla gölgeleniyor. Oysa bir toplumu ayakta tutan, siyasi söylemler değil, adalete duyulan inanç ve "Komşusu açken tok yatmayacak" kadar güçlü bir vicdandır.
Geçenlerde, bu hassas dengeyi anlamak üzere psikolog Dr. Nil Gönce ile din-siyaset ilişkisi üzerine bir sohbet gerçekleştirdik. Kendisi, dinin tarih boyunca insanlığın ahlaki pusulası olduğunu, ancak iktidarın bu değerleri manipüle ettiğinde toplumsal vicdanın zedelendiğini vurguladı: "Din, adalet ve merhamet ekseninde birleştirici bir güç olmalıyken, siyasi çıkarlar uğruna araç sallaştırıldığında, toplumun ruhu yara alıyor." Gerçekten de gerçek din, bireyin iç sesini güçlendirirken; siyasi manipülasyon, bu sesi bastırmanın bir yöntemine dönüşebiliyor.
Peki çıkış nerede? Toplumsal bütünlüğü yeniden tesis etmek için üç adım kritik önem taşıyor:
Adalet: Gelir uçurumunun kapatılması, yargının tarafsızlığı ve liyakatin her alanda hâkim kılınması.
Samimiyet: Dini değerlerin siyasi malzeme değil, vicdani bir rehber olarak yaşanması.
Dayanışma: Farklılıklarımıza rağmen "biz" olabilme cesareti.
Türkiye, 90’ların koalisyon krizlerini, 2001’in ekonomik çöküşünü atlattı. Bugünkü sınav da ancak kolektif bir akıl ve samimi bir adalet arayışıyla aşılabilir. Unutmayalım: Umut, tükenmişliğin küllerinden doğar.