İnsanlar genellikle bulundukları yerden bakarlar her şeye. Ama bulundukları yere nasıl geldiklerini düşünmezler, sorgulamazlar.


Bizde derler ki "Anası ölen, bılla, Babası ölen ağa olur!”


Hatta “Üfle evladım üfle, kaval elin, yel Allah'ın.”


Hele bir de son zamanlarda ki gibi "yürü ya kulum" denilenlerden olmuş iseniz, "Devletin malı deniz, yemeyen domuz.”


Bunlar hep iyi ve güzel günlere övgülerdir, methiyelerdir.


Bir de Nasrettin Hocanın öyküsü vardır ki, sormayın gitsin.


Hoca eşeğini kaybetmiştir ama bir dostu, "yahu Hoca, bu nasıl eşek aramaktır, elin kıçında, dilinde de bir türkü.”


Hoca acı acı gülümseyerek dostuna, "son umudum da bu dağın ardında, orada da bulamazsam, sen bendeki feryadı, figanı gör.”


İlk insanın güvenlik duygusu dışında hiç kimseye zorunlu bir gereksinimi yoktu.  Ne bulur ise yiyor, bulduğu bir mağara, ağaç kovuğunda yaşayıp gidiyordu. Türün dişileri de, kendini güçlü hissedeceği biri ile ilk bağlantıları kuruyor ve ilk toplumsal yapıları oluşturuyor idi.


Zamanla insan neslinin çoğalması, yeme, içme, barınma, güvenlik, gibi konular bu süreci hızlandırdı.


Ve ilk insan, kişisel ya da bulunduğu topluluk için ilk çiti çekti.


Ve işte bu olaya,  J.J.Rousseau, ilk çitin çekilmesi ile toplum içinde sessizce, kendiliğince kabul edilen toplumsal uyum ya da sosyal uyum sözleşmesi bozuldu, demiştir.


Bu ise, kişilerin kendilerinden kaynaklanabilecek yanlış ve eksiklerin yaratacağı sorunlar ile kişileri, olay topluluk-toplum boyutunda ise de toplumu karşı karşıya getirdi.


O yüzden J.J Rousseau, bu konuda “Tarihte ilk kez bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip burası benimdir diyen ve buna inanacak kadar saf insanlar bulabilen ilk insan, uygar toplumun gerçek kurucusu oldu.


O zaman biri çıkıp çitleri söküp atacak ya da hendeği dolduracak, sonra da insanlara; sakın dinlemeyin bu sahtekârı, meyveler herkesindir toprak hiç kimsenin değildir ve bunu unutursanız mahvolursunuz diye haykırsaydı işte o adam insan türünü nice suçlardan, nice savaşlardan, nice cinayetlerden kurtaracaktı.” der.


Günümüzde de, toplumun tüm kesimleri olmasa da, bazı sosyal kesim ve çevrelerinin de bir "Sosyal Sözleşmeleri" vardır, bu da siyasi ve ideolojiktir.


Toplumun bazı kesimleri, bir fikir, düşünce, ideoloji ve ideal doğrultusunda bir arada olur ve siyasi mücadele ederler.


Bu mücadele, genelde ise ülke yönetimi, yerelde ise yerel yönetimler, daha dar kapsamlı özelde ise de, bir dernek, sendika ya da benzer bir sosyal-siyasal yapıyı yönetmek içindir.


Tüm dünyada olduğu gibi günümüz devletlerinin yönetimleri, kitleleri örgütleyen ve etkileyen siyasi partiler aracılığı ile yapılmaktadır.


Bunun toplum kesimlerine, kitlelere ulaştırılması ve siyasi örgütlenmesi görevi de siyasi partilerde olup, sisteme de "Demokrasi" diyoruz. Bu kişilere de "Demokrat" diyoruz ama konuyu yaymadan, demokrasi üzerinden yol alalım.


Dünyada Feodalizmin yıkılıp yok olması, Osmanlıda da devletin parçalanması ve emperyalistlerce pay edilmesi ile birlikte, toplumun en örgütlü ve aydın kesimi Mustafa Kemal'in öncülüğünde, bir Devlet ve Cumhuriyet kurmuşlardır.


Özellikle 1917 Devrimi sonrası kurulan Sovyet Rusya'nın ve bu yapı için de yer alan Türk soylu aydınların 1920 ile 1924 yılları arasında yaptıkları yardımlar, Bülent Pakman'ın "Kurtuluş Savaşına Sovyet Yardımı (Aralık 2015) yapıtında;


"Buhara SHC'nin ilk ve son Cumhurbaşkanı olan Osman Kocaoğlu ve Dışişleri Bakanı Feyzullah Hocayev öncülüğündeki Buhara Meclisi, 100 milyon ruble değerinde altını,

Ayrıca, Azerbaycan SSC Halk Komiserleri Konseyi Başkanı Neriman Nerimanov da Azerbaycan adına 500 kg altını Türkiye'ye gönderir."

O günün zor şartlarında kurulan T.Cumhuriyeti'nin kurumsal düzeni ve yapısı, ikinci Dünya Savaşı sonrası bozulmuştur.


Çok üzgünüm ki ülkemizde Demokrasi, seçim olarak algılanmıştır.


Bugünden bakılınca, ülkenin kaderinin 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde, sol, sosyal demokrat partilerin parçalanmışlığı sayesinde RP'de R.T.Erdoğan'ın yüzde 25,19 oranında oy alması ile değişmiştir.


Bu günlerin ünlü kişisi Zülfü Livaneli (SHP) yüzde 20,3; Necdet Özkan (DSP) yüzde 12,38; Ertuğrul Günay (CHP) yüzde 1,4 ve diğer sol sosyalist partiler de bindelik oranlarda oy almışlardır.


Benzer bir süreç ile de, 2002'de R. Tayyip Erdoğan (AKP) 34,28; Deniz Baykal (CHP) 19,39 oy alarak TBMM'ye girmişlerdir.


Tansu Çiller (DYP) yüzde 9.54;  Devlet Bahçeli (MHP) yüzde 8,36; Cem Uzan (Genç Parti) yüzde 7,25; Zamanla HDP'nin yerini alacağı Mehmet Abbasoğlu (Demokratik Halk Partisi) yüzde 6,22, Mesut Yılmaz (ANAP) yüzde 5,13 oylar alarak, yüzde 10 seçim barajının sayesinde tek başına iktidar olmuştur.


Yaklaşık 19 yıllık iktidar, hem devlette, hem yönetim anlayışı olarak Cumhuriyette, hem de toplum kesimleri arasında çok şeyi değiştirmiştir.


Ve "128 milyar dolar nerede?” ye kadar gelinmiştir.


Yönetim manipülasyonu konusunda oldukça yetenekli Ak Parti yönetimi ve Başkan Erdoğan, kendisine zarar veriyormuş görünümü ile "SEDAT PEKER" kozunu oynamış ve yirmi yıllık iktidarında sırtında taşıdıklarının bazılarının yükünden kurtulmanın yolunu bulmuştur.


Tam bu sırada, yine bir "cambaza bak" oyunu ile top, CHP ve Deniz Baykal'ın kalesine ortalanmıştır.-İlke ve ideolojiden uzaklaşmış sol kesimin bazı kişileri bunu, kendi ünlülükleri yetmezmiş gibi, gündemde olmanın bir yolu saymışlardır.


Yönetim, o kadar masum bir şey değildir. Birçok devrimde olduğu gibi ve Fransız Devrimin önemli ismi düşünür, Avukat Georges Jacques Danton'un dediği gibi, "Her devrim ilk önce kendi evlatları yer"miş!


Siyasetin asıl hedefi devleti yönetmek ise, iktidarın oyuncağı olacak bu tür oyunlara girmemesi gerekir. Atılan her pas masum olmayabilir, değildir de.


Her şeyi bildiğini, en doğru düşündüğünü sanan sol ve sosyal demokratlar artık akıllarını başlarına toplamalıdır.


Bu Cumhuriyet ve devlet öyle sıradan kurulmadı. Demokrasi için az bedel ödenmedi. Siyasi iktidarın değirmenine su taşıdığını görmeyenlerin siyasi oyunlarına daha ne kadar alkış tutacak ve başımızı beladan kurtaramayacaksınız ey halkım.


Ey sol ve sosyal demokratlar, bu yazından ne anlarsınız ya da okur musunuz bilemem ama "ATI ALAN BİR KERE DAHA ÜSKÜDARA YÖNELDİ" haberiniz olsun istedim.


Toplumun, siyasetin "toplum sözleşmesi" bozulmuştur, tez elden sağlanmalıdır. Devlet ve Cumhuriyet taş olup başımıza düşecek, duvar üstümüze yıkılacak. Haberiniz olsun.