Tarık Akan palto parası olmadığından film artisti yarışmasına girmişti

Tarık Akan'ın bir atı gerçek mermiyle öldürmesi gerekiyordu ve o ne yaptı?

Tarık Akan, babasına ve kendisine kışlık palto alabilmek umuduyla 1970'te sinema artisti yarışmasına girmişti.

Tarık Akan makine mühendisliğinden vazgeçip gazetecilik eğitimi almıştı...Bakırköy'de yüzücülüğüyle ün yapmıştı...İşportacılık, cankurtaranlık, gazoz satıcılığı, hamallık da yaptı...Tarık Akan, 1970’te Ses Dergisi Sinema Artisti Yarışması'nda birincilik ödülünü kazanmıştı...Bu yarışmaya katılmasının nedeni babasına ve kendisine birer palto alabilmek içindi.

TARIK AKAN'IN 2 MANEVİ BABASI VARDI: VASIF ÖNGÖREN VE YILMAZ GÜNEY

Yılmaz Güney'le, "Asiye Nasıl Kurtulur?" ve "Zengin Mutfağı"nın yazarı Vasıf Öngören'le dostluğu ve onlardan öğrendikleri Tarık Akan'ı dünyanın en iyi oyuncularından biri olma yoluna yöneltti...

1984 onun için en berbat yıldı...14 Mayıs'ta Vasıf Öngören'in, 9 Eylül'de Yılmaz Güney'in vefatlarıyla kariyerinin en büyük iki yol göstericisi ve iki yönlendiricisi onun hayatından eksildi...Y

Tarık Akan kendi mezun olduğu Taş Mektep'i satın alarak yüksek nitelikli eğitim veren bir kurum yarattı...En büyük yatırımını eğitime yaptı. Bakırköy’de örnek bir eğitim yuvası kurdu...

Almanya’da yaptığı bir konuşma yüzünden yurda dönüşünde tutuklandı...1991’de Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’nın kurucularından biri oldu...Mustafa Kemal Atatürk, Nâzım Hikmet, İlhan Selçuk hayranlığı ve Cumhuriyet gazetesi Tarık Akan'ın en büyük tutkularıydı...

Tarık Akan anlatıyor:

En çok beğendiğim filmlerim Yol, Sürü, Maden, Kanal, Canım Kardeşim, Boşver Arkadaş

1971'de film çevirmeye başladım...

Film dünyasındaki ilk 4 yılımda büyük film şirketlerinin oyuncağı oldum...

Gözlerimi filmlerimde iyi kullandığımı söylüyorlar...

Adım hiçbir zaman aşk ve gönül maceralarıyla birlikte anılmadı... Beraber olduğum kadınları reklam malzemesi yapmadım hiçbir zaman...

Film yıldızı olduktan sonra da Bakırköy'deki arkadaş, dost çevremi aynen muhafaza ettim, aynen korudum...Muhitimden, dost ve arkadaş çevremden hiçbir zaman kopmadım...

Zeki Ökten, Atıf Yılmaz, Şerif Gören ve Yavuz Özkan benim çalıştığım yönetmenler arasında oyuncuyu en iyi yönlendiren yönetmenlerdi...

Akşamları dostlarımla oturup Türkiye nasıl düzlüğe çıkar konusunu, Türkiye nasıl kurtuluru tartışırız...Türkiye'yi kurtarmayı henüz bir türlü başaramadık...

YOL

Yılmaz Güney’in 11 baş karakterli çok uzun "Bayram" adlı senaryosunu, önce yönetmen Erden Kıral filme çekmeye başladı...Erden Kıral'ın çektiği sahneleri beğenmeyen Güney Erden Kıral'ı işten kovarak onun yerine Şerif Gören'i getirdi...Filmin adı da değişti ve "Yol-La permission" oldu...Yönetmen Şerif Gören’in senaryoyu 6 karaktere indirdiği, Diyarbakır, İzmir, Antalya, Konya, Gaziantep, Şanlıurfa Birecik'te çekilen “Yol” Cannes Film Festivali’nde büyük ödül Altın Palmiye’yi kazandıktan sonra Fransa sinemalarında 1 milyon 250 bin seyirciye ulaşacaktı...

Yılmaz Güney 13 Eylül 1974'te "Endişe" adlı filmin çekimleri için bulunduğu Adana Yumurtalık'ta içki servisi de yapılan bir lokantada tartıştığı ve tartışmanın kavgaya dönüştüğü olayda Sefa Mutlu'yu (1940 doğumlu) öldürmüş ve 19 yıl hapis cezası almıştı...Olayın görgü şahitleri arasında Ali Özgentürk, Şerif Gören ve Fatoş Güney de vardı...İsviçreli film yapımcısı Donald F. Keutsch'un yardımıyla 9 Ekim 1981'de Yunanistan'a kaçan Yılmaz Güney'in Paris'teki mezarını CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun ziyaret etmesi MHP genel başkanı Devlet Bahçeli'nin tepkisini çekmişti...

Yarı belgesel havası taşıyan filmin senaryosunda yer alan (gerçekten yaşanmış bir olaya dayanan) ancak filmin kendisine çeşitli nedenlerle bir türlü aktarılamayan bir bölümde cezaevinden evine bayram izniyle giden mahkumlardan biri yoksulluğundan dolayı belediyelerin sokakta yaşayan hayvanları zehirlemek için orta yere bıraktığı zehirli kıymayı alarak ailesine bir ziyafet çekmek isteyecek ve çok kalabalık aile tam bir katliam kurbanı olacaktı...

Türkiye sinemalarında 17 yıl gecikmeyle 12 Şubat 1999’da gösterilmeye başlanan, Yılmaz Güney’in senaryosunu yazdığı ve Şerif Gören’in yönettiği “Yol”un bir sahnesi için güzeller güzeli, zavallı,gariban bir atın canına kıyılmıştı.

Hatta başlangıçta bunu (atı öldürmeyi) Tarık Akan’ın yapması istendi. Vicdanlı bir insan olan Tarık Akan son anda ata gerçek kurşunları sıkmaktan vazgeçti. Onun yerine setteki başka bir insan (!) masum, çaresiz, biçare atı acımasızca öldürdü.

Yılmaz Güney’in yazdığı senaryonun sözünü ettiğim sahnesi şöyledir: Seyit karakteri (Tarık Akan) donmak üzeredir; donmamak için önce atının kafasına kurşun sıkar, sonra da ölen atın henüz sıcacık durumdaki karnını yararak ellerini ve ayaklarını onun içine sokar.

Tarık Akan Can Yayınları tarafından 2002 yılında basılan ve gelirleri yazarı tarafından Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’na bağışlanan “Anne Kafamda Bit Var” adlı anılarında bu olayı şöyle anlatır:

“Başçavuştan alacağımız silahla filmdeki atımı öldürecektim.(…) Çekim boyunca atla aramda inanılmaz bir bağ kurulmuştu…Ömrümün sonuna kadar unutamayacağım çok farklı bir arkadaşlık yaşamıştık. Bana duyduğu sevgi ve bağlılığı atın gözlerinden okuyordum.Kar fırtınasında yanıma gelip kafasını paltomun içine sokuyor, gözlerini gözlerime dikiyordu…

Çekim sırasında üstünden düştüğümde burnuyla beni itiyor, kokluyor, sanki canımın yandığını anlamış gibi üzülüyordu, bir de beni avutmaya çalışıyordu.Onu hiç yularından tutup çekmem gerekmemişti.İş (çekim) bittiği zaman arkama takılıp bir köpek gibi beni izliyordu.Filme başlamadan önce “Yol”un yönetmeni Şerif Gören’e “Meraklanma, bu sahnede atı öldürebilirim.O Kadar cesareti bulabilirim, yapabilirim,” dediğimi anımsıyorum.

Atı vuracağım sahne çekilirken hayvancığa uyuşturucu iğne yapıldı.At yere yığıldı.Yakın planların hepsi çekildi: Donmuş bir el, ısıtılmaya çalışılan bir el, ateş edemeyen bir el ve atın yakın planları aradan çıktı.Sıra öldürme planının çekimine gelmişti.Kamera uzağa gitti, genel bir plan çekilecekti.Silah elimdeydi ve içinde tek bir kurşun vardı.Başçavuş bir kurşundan fazla vermiyordu.Şerif Gören,”Kamera!” diyecekti ve ben kısa bir süre sonra atın kafasına bir kurşun sıkacaktım.Karların ortasında ben ve yerde yatan atım trajik bir şekilde yerlerimizi almıştık.Kamera uzakta hazırlanırken at gözlerini açıp bana yalvarır gibi baktı.Kafasını kaldırmak istedi.Sanki bana doğru gelmek istiyormuş gibime gelmişti.

Bu arada Yönetmen Şerif Gören “Kamera!” diye bağırdı…Bekledi.Burada tabancamı çekmeli ve kurşunu atın kafasına sıkmalıydım.Ama yapamıyordum işte.”Ateş etsene! Ateş et!” diye bağırdı Şerif Gören.”Yapamayacağım Şerif, stop!” diye seslendim.Atın başından ayrıldım.”Ben bu atı öldüremem,” dedim ve sözlerimi sürdürdüm:”Yakın plan başkasının elini çek.Kusura bakma, ben yapamayacağım,” dedim. Yılmaz Güney’in yeğeni araya girdi:

“Ben yaparım.Atı öldürürüm,” dedi.Paltomu kendisine verdim.Kamera hazırlandı.Yılmaz Güney’in yeğeninin el planı çekildi.Derken bir silah sesi…”At öldü, gel Tarık,” dediler. Koşarak gittim.Paltomu giydim, daha sonraki planlara geçmek üzere çalışmaya başladık.Kamera hazırlanıyorken at gene kafasını kaldırıp bana baktı.Ayağa kalkmaya yelteniyordu. Ölmemişti. Başçavuşa gittim: ”Mermi ver, at ölmemiş,” dedim. Başçavuş, kendini tiksinti verici bir şekilde naza çekiyordu.

Yalvarta yalvarta bir kurşun daha verdi. ”Başçavuşum, ver birkaç tane daha, bak at can çekişiyor,” dememe karşın onu bir tek kurşundan fazlasına razı edememiştim. Yılmaz Güney’in yeğeni o tek kurşunu da atın kafasına sıktı.Sonra ben tekrar sahne aldım.Tam çekime geçilecekken, at gene gözünü açtı, bakışlarıyla beni arıyordu.

Bayılacak gibi olmuştum, çıldıracaktım…Bir kez daha başçavuşun yanına gittim: “Mermi ver!” dedim. Başçavuş,”Mermi yok!” dedi.O anda yakasına yapıştım: “Senin de, merminin de,” dedim.Küfrettim.Yöre halkı başçavuştan yalvara yakara üç mermi daha almıştı.Yılmaz Güney’in yeğeni kurşunları boşalttı, at bu kez gerçekten öldü.Paltomu giydim, bir sonraki sahneye geçtik.

Senaryoya göre donmak üzereydim; atın karnını kesecektim, ellerimi, ayaklarımı atın karnına sokup donma tehlikesini bir süre geciktirecektim. Ne yazık ki bu sahneyi kötü bir zamanda, hava kararmak üzereyken çekmiştik.Ertesi güne bırakamıyorduk; çünkü gece boyunca kurtların atın ölüsünü parçalayacağını biliyorduk.

Sonuçta akşam üstü çekilen sahnede renkler çok koyu çıktığı için Yılmaz Güney “Yol”un kurgusunda bu bölümü çıkarmak zorunda kalacak, bu da onu hem üzecek, hem de sinirlendirecekti.”