Her gün benzeri şeyler görüp, yaşayınca, kendimi bir tiyatro salonunda daimî seyirci konumunda hissetmeye başladım.

Bilirsiniz, tiyatroda yazar oyunu yazar, reji düzenlemeleri yapar, sahne, ışık vb. ekip sayesinde oyuncular da ezberledikleri replikler ile oyunlarını oynarlar.

Televizyonların haber programlarına bakıyorum, herkesin kendine göre bir ağası var, ona gizliden gizliye ya da açıktan övgüler düzüyorlar ya da onun bir potu var ise de seyirciyi salak yerine koyarak adamlarını ya da madamlarını aklamaya çalışıyorlar.

Orhan Veli Kanık'ın 1936 yılı Varlık Dergisi’nde yayınlanan dizlerinde şöyle diyor:

"Cep delik, cepken delik, / Kol delik, mintan delik,

Yen delik, kaftan delik, / Kevgir misin be kardeşlik!"

Aradan neredeyse bir asır geçecek, aynı dizler ulu orta sokaklarda ama gerçekten ahali "kevgir" gibi, başına ne gelir ise şükür edip yaşayıp, gidiyor.

İnanılmaz!..

Siyasiler kendilerini çok muhterem sayarlar, hatta ülkenin kaderine bile oynarlar ama bunun yanında yazarlar, ozanlar yazdıkları ile hem dönemlerine iki kelam ederler hem de tarihe not düşerler.

İkinci Yeni Şiir akımının öncülerinden Cemal Süreya da şiirlerinde ironiyi pek sever ama kendi ruh halini ve ortamın pürmelalini de özetlemekten geri kalmaz.

“Dalgınım; / Dalıp dalıp gidiyorum bu ara, / Neyi nereye koyduğumu unutuyorum. / Dargınım;/ Kırıla döküle gidiyorum bu ara,/ İnsanlar o kadar acımasız ki;/ Kimi nereye koyduysam bulamıyorum...”

İşte ben de tam bu haldeyim.

O kadar bürokraside emek verdik, en tabandan en tepeye kadar oturmadığımız koltuk, makam kalmadı.

Sivil toplum, demokratik kitle örgütleri ise Üniversitede fakülte derneğinden tutun da siyasi yapıların derneklerine kadar;

Yetmedi Antalya'nın o yıllardaki sağcı, solcu ne kadar ağabeyi var ise gel şu Antalyalılar Derneğine Başkan ol dediler ve yıllarca onların desteği ile başkanlık yaptık, bir de yine

Ankara'da, Antalya'dan gelen öğrenci, işi düşen Antalyalının derdine derman olsun diye de Başkanlar Bekir Kumbul ve Menderes Türel'in destekleri ile bir de Antalyalılar Evi açtık.

Meğer biz Ankara'da Antalyalıların derdine derman olalım derken, Antalya'nın her şeyi ile paylaşılmış, elinden tuttuklarımız bile bu duruma bir şey dedikleri yok.

Ben, Cem Karaca'nın "Entel Demokrat" şarkısında dediği gibi, hala güneydeyim, Ankara'ya dönmeme az kaldı. Bu arada güneyde bir ilçede bir belediye, bir partinin Genel Başkanı aracılığı ile park açılışı yapacak.

Ben de vakit öldürmek için gideceğim, televizyonlarda artık program yorumcularını dinlemediğim gibi, orada, açılışta yapılacak konuşmalara da tebessüm edeceğim.

İnsanın, konuşanın bile inanmadığı sözcükleri, lafları alkışlayanları görünce, güleceği geliyor ama ben sadece tebessüm edeyim.

Herkes maaştan, asgari (en az) ücretten, hayat pahalılığından söz ediyor ama konuşanların lafların bir yere vardığı da yok.

Soma'dan Ankara'ya maden işçileri geldi; garibanlar televizyon kameraları ile gelen siyasilerin dışında Kurtuluş Park'ında garip garip orada sonuç almayı bekliyorlar.

İnsanın aklına hani sendikalar, hani demokratik kitle örgütleri, hani siyasiler diyesi geliyor ama yine bir tebessüm ile bu kez de Erkin Koray'ın şarkısının sözleri aklıma geliyor.

"Arkası gelmez dertlerimin, bıktım illallah/ Biri biterken diğeri de başlar, doğuran Allah/ Böyle geldi böyle gidecek, korkarım vallah.

Yok mu bakımı dostlar fesuphanallah. /Alemin keyfi yerinde yine maşallah/ Bize de bir gün kader güler, güler inşallah / Böyle gelmiş böyle gidecek, korkarım vallah"

Denecek her şey söylenmiş, yazılmış, eh benden de bu kadar bir anımsatma olsun, olsun illallah!..