Osmanlı'nın 600 yıllık ömrü, dünya ekonomik sistemine paralel bir şekilde geçmiştir.

Osmanlı, hem feodal sistemi hem hem de kapitalist sistemi yaşamış bir devlet/imparatorluktur Feodal sistem onun kurulmasında önemli bir rol oynarken, ne yazık ki Kapitalist sistem onun ömrünü tamamlanmasında önemli bir rol oynamıştır.

Tabi burada feodal sistemin sömürgeci etkisi Osmanlı'yı da etkilemiş, Yavuz Sultan Selim'in fetihleriyle birlikte, fethedilen ülkelerin konumlarına uygun yönetsel süreçleri de göz ardı edememiştir.

Mezopotamya, Kuzey Afrika ve Arap Yarımadasında yaşayan halkların milliyetleri belirgin değildi ama inanç sistemleri göz ardı edilemeyecek kadar önemli idi. Bu yüzden İslamiyet'in Halifeliği de fethedilerek Osmanlıya getirildiği gibi, bu yörenin İslam anlayışı da taşınmak zorunda kalınmıştır. Yavuz Sultan Selim, Osmanlıların ilk Resmi, İslam'ın da 74. Halifesi olarak tahtı Kahire'ye taşıyarak 8 ay gibi bir sürede orada devlet düzeni sağlamıştır. Bu donemde bölgeden imamlar getirtip, başta

Anadolu olmak üzere yurdun dört bir yanında Eşari İslam anlayışını yaygınlaştırmış, maturudi Sünni inanış ve göçer Türklerin dini inanışı ve genel inancı baskı altında tutulmuştur. Kapitalizmin sanayi devrimi ile birlikte hız alması, İngiliz ve Amerikan kapitalist sisteminin emperyalist tüm dünyaya hâkim olmasını sağlamıştır.

Kapitalist sistem için küçük ve yönetilebilir ülkeler gereklidir; bunun için de mikro milliyetçilik akımları gereklidir. Bu sürecin sonucu, imparatorluklar parçalanmış,

Osmanlı da bu süreçten nasibini almıştır.

Fransız Devrimi ile birlikte özellikle Paris ve Roma gibi ülkelerde eğitim gören ülke aydınları, yeniden Osmanlıyı canlandırmadan tutun da mandaya kadar bir çok çıkış yolunu tartışmıştır.

Bu günkü Türkiye'nin şansı ise, Filistin Bölgesi de dahil savaştığı bölgelerde yaşadıkları ve askerî ateşe olarak görevleri sırasındaki Mustafa Kemal Paşa'nın deneyimleri olmuştur. Ulusal Kurtuluş Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu herkes bilir. Bugün de yapılan birçok tartışmanın kaynağı olan devlet, millet, dil ve inanç sistemleri ile ilgili tartışmalar o gün çok yerinde bir düşünce ve analizle yerli yerine oturtulmuştur. Önce kurulan devleti ve bu devleti kuran halklar tanımlanmıştır. Bu tanımda milliyet şoven bir milliyetçilik olmadığı gibi inanç da Ümmetçiliği reddedip, laikliği öncelemiştir.

O yüzden TÜRK MİLLETİ tanımı "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye Halkına(çoğul), Türk Milleti denilir", şeklindedir. Burada tüm etnik unsurlar/ milliyetler ve inanç unsurları öncelememiştir.Bugün yapılan etnik milliyetçilik tartışmaları derece yersizdir. Eskilerin deyimiyle Osmanlı'nın 72 Milleti bir arada tutularak kurulan bir devlette bu tür tartışmalar yersizdir. Eğitim ve öğretim dili olmamak kaydıyla, elbette ki herkesin kendi ana dilinin öğretilmesi de gerekmektedir.

İnanç sistemi ile ilgi olarak da, "şeriat, şeriat" diyenlerin, Hz Muhammed'in Medine'de kurduğu ilk ŞERİAT DEVLETİNİ iyice bir incelesinler. Hz Muhammed'in şeriat devleti ile Mustafa Kemal Atatürk'ün Laik Cumhuriyeti ne kadar da çok benzer. Haydi milliyetçi geçinenlerin "milliyetçilik" tartışmalarını anlıyorum, Kürt, Türk vb. etnik sol ve demokratların bu tartışmaya bu gözle bakmaları o kadar yanlış ki sol ve demokratlar bir ayrımı tartışacaklar ise, bunu emek- sermaye çelişkisi açısından, sınıfsal olarak tartışmamışlardır. Türkiye'de turizm yörelerinde onlarca turistik işletme sahibi, sanayi bölgelerinde onlarca etnik kökeni Türk olmayan işveren/patron göreceklerdir. Bu Kürt vb. patronların işyerlerinde binlerce Türk işçi gireceklerdir. Bu çelişkiyi kim nasıl açıklar. O yüzden, herkes aklını başına alıp, kıt akılları ile ülkeyi emperyalizminin tuzağına atamamaları gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti etnik bir unsur ve tekil bir inancın devleti değildir. Etnisiteyi ve

Ümmetçiliği reddeden herkes için Laik ve Demokratik Türkiye Cumhuriyeti güzel günlere açılan bir çıkış kapısıdır.

Yaşasın Atatürk Cumhuriyeti.