Öncelikle bilinmelidir ki pandemiler de afettirler ve her
afetin doğasında varolduğu gibi bu salgın sürecinin de toplumsal sonuçları
vardır. Ancak teknik ve psikolojik sonuçları ile birlikte, afet öncesinde ve
afet sırasında da afetlerin sosyolojik olarak toplumsal boyutlarından söz
edilir.
Bu alan Afet Sosyolojisi olarak adlandırdığımız, 1920’lerden bu yana oluşmaya başlamış ve günümüz dünyasında önemini arttırarak çalışmalarını devam ettiren bir bilim alt dalıdır. Afet Sosyolojisini afetler öncesi toplulukları afet türlerine göre afetlere hazırlamak, afet sırasında toplumsal davranış kalıplarının ve reflekslerinin yerleşmesini sağlamak ve afet sonrasında çatışmaları önleyerek toplumsal dayanışmanın inşasını gerçekleştirmek olarak özetleyebiliriz.
Bu bağlamda salgın afetleri oluşum ve devamlılığı bakımından uzun soluklu olduklarından toplumsal etkileri diğer afet türlerine göre çok daha derin ve etkilidir. Her salgın sonrasında yaşandığı gibi bu salgın süreci ile dünya bir defa daha toplumsal dönüşüm eşiğine gelmiş bulunmaktadır. Geçmişten bir örnek vermek gerekirse İspanyol gribi Amerika kıtasında o kadar fazla insanın ölümüne sebep olmuştur ki coğrafyada tarım yapacak insan sayısı azaldığından üretim modelleri ve ücretleri değişmekle birlikte bireysel yakınlaşmadan ve temastan kaçınımın uzun sürmesi bugün bile devam eden temassız selamlaşma ve sevinç tepkilerini doğurmuştur.
Bu yazımızda CO-19 salgın sürecinde ailelerimiz nasıl etkilendi, etkileniyor ve aile dönüşümleri ne yöne doğru gidiyor bunu ele almaya çalışacağız.
Salgının ilk etkileri ailede çatışmanın doğması üzerine olmuştur. Uzun süreler aynı mekanda bir arada olan aileler çatışmaya başladılar. Biz uzmanlar bu çatışmalardan çok da endişe etmedik. Bunlar akut çatışmalar olup aslında aile bireylerinin gerçek anlamda birbirlerini tanımaya başlamış olmaları sürecini başlattığından bizim için aile açısından olumlu bir sürecin başlangıcı olmuştur. Kusurlu bir iletişim şekli olsa da çatışmalar aile içi iletişimi başlatmıştır. Neredeyse bir yılı dolduracağımız bu zaman aralığında eşler, çocuklar, kardeşler… ailedeki tüm bireyler birbirlerini dinlemeye ve anlamaya başlamışlardır.
Çatışmalar haricinde kaygı ve strese sebebiyet veren bir diğer faktör ise gelir gider dengesindeki bozulmadır. Ekonomik dengelerin aile içerisinde zaman zaman değişkenlik gösterdiği göz önüne alındığında hane halkı gelir değişimleri ailede yapısal bir değişikliğe ya da kronik bir çatışmaya sebebiyet vermediğinden bu hususta da aile kurumunda yıkıcı ve bozucu bir etkiye rastlanmamaktadır.
Aslında salgın sürecinde bu çatışmalardan daha çok endişe verici iki durum karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan;
1.cisi, değişen aile yapısına direnç gösteren aile bireylerinin varlığı ve aile içi şiddet ve istismarın artış göstermesidir.
2.ci endişe verici salgın etkisi ise değişen eğitim sistemi ile teknoloji kullanım zorunluluğu ve aile içi gelecek kaygılarının ortaya çıkmasıdır.
Yukarıda bahsettiğimiz aslında özünde ailenin kendiliğinden atlatabileceği salgın etkilerinin hepsi aynı anda bir araya gelmiş olması ve kısıtlamalar dolayısıyla ev ortamında daha fazla vakit geçirilmesi dolayısıyla kendimizi,1. sırada bahsedilen, aile içi şiddetin tam ortasında buluyoruz. Dünya genelinde da artış göstermiş olan aile içi şiddet ülkemizde değişen rakamlar olsa da en az %50 oranında artmış olduğu yönündedir. Özellikle kadınlar ve çocukların maruz kaldığı bu durum sadece fiziksel olmayıp psikolojik, sözlü ve maalesef cinsel odaklı istismar olarak da karşımıza çıkmaktadır. Bu süreçte Türkiye’de kadın sığınma evi talebinin %78 olması durumun vahametini gözler önüne sermektedir.
Bu hususta yapılması gerekenler birçok kurum, STÖ, platform tarafından söylenmekle birlikte ciddi ve destek verilmesi gereken savaşlar verilmektedir. Yalnız söylenmeyen ve göz ardı edilen faktör sudur; tüm bu çözüm önerileri ancak bir süreç sonunda olgunluğa ulaşabilecektir. Anlık durumlar karşısında hala etkili bir yöntem bulamamış olmamız özellikle çocuk istismarı ve kadın cinayetlerini durduramamaktadır. Biz de öneriyoruz ki; ciddi bir sosyal alt yapı analizi ile ülke genelinde şiddet ve istismar haritası çıkarılmalıdır. İlgili bölgeler ve aileler aciliyet boyutuna göre sınıflandırılarak ihbarlar ve denetimler arttırılmalı, bölgelerde halk sağlığı çerçevesinde eğitim, terapi ve sağlık faaliyetleri bir devlet politikası altında yürütülmelidir. Antalya Valiliği bu projeyi üstlenerek Antalya ilini pilot bölge haline getirebilir. Biz de katkılarımızı sunmaya hazırız.
Pandeminin 2.ci etkisini yarın yayınlanacak yazımızda bulabilirsiniz.