Bugün belki de en temel sorunumuz; devlet bazlı sistematik politikaların oluşturulması ve yürütülmesi gereken en kritik toplumsal dinamiğin, AİLE KURUMUnun, politikasız kalmış olmasıdır.
Biz sosyologlar toplum mühendisi olarak adlandırılırız. Bir toplumu inşa eder, yıkar ya da “hasta adam” olarak kontrol atlında tutabiliriz. Toplumları şekillendirme sürecini uygularken de aile kurumundan başladığımız gizli bir bilgi değildir. Toplumu şekillendirmek isterseniz aileyi şekillendirmeniz gerekmektedir. Bunu yapabilmek için de diğer toplumsal kurumları kullanırız. (Ekonomi, eğitim, inanç, siyaset, kültür)
Özellikle 2. Dünya savaşı süreciyle birlikte artık biliyoruz ki, aile politikası olmayan toplumlarda kalkınmadan yani topyekün ileriye doğru bir gelişmeden bahsedilemiyor. Bu nedenle gelişmiş toplumların hükümet tabanlı değil, devlet tabanlı aile politikaları mevcuttur. Bir örnek; Finlandiya ekonomi politikalarını aile politikalarına göre şekillendirmektedir.
Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim. Biz bu kadar ekonomi, eğitim vs. konuları ile haşır-neşir olurken, bilen bilmeyen tüm vatandaşların her konu hakkında fikir beyan ettiği, eleştirdiği ya da alkışladığı bir süreci yaşarken tek bahsedilmeyen aile kurumunun olması ne kadar enteresan değil mi? Uzmanların bir devlet politikası olmalı ve şöyle yapılmalı demediği tek konu AİLE...
Bu durumu ve mevcut uygulamaları analiz ettiğimde mesleğim gereği şu soruyu sormadan kendimi alamıyorum:
Aileler hastalandırlıyor mu?
Atatürk devrimleri ile birlikte kurgulanan özgür düşünen, sorgulayan, bilgi temelli toplum yerine biat eden, kaostan beslenen ve kontrol altında tutulabilecek bir toplum mu kurgulanıyor?
Güç ve nüfuzu elinde bulunduranların çıkarlarını korumak için hastalıklı bir aile modeli mi oluşturuluyor?
Yani mevcut yürütücülerin aslında bizim bilmediğimiz bir aile politikası mı var?
Neden mi bu konuyu ele aldım; çünkü son dönemde sanki, devleti de geçtik, nüfuzu elinde bulunduranların varlığını korumak için toplum vardır sürecine girmiş gibi görünüyoruz. Devlet bizim için değil de biz, gücü elinde bulunduranlar için çalışıyoruz.
Ama aslında devlet, toplum için vardır.
Hadi gelin yüksek sele söyleyelim; bu durumun adı tam olarak oligarşidir. Çünkü bu yönetim şekillerinde devleti kendi çıkarlarına göre kullananlar için toplum şekillendirilir. Bireyler birileri için çalışır, çalışırken de o birilerinin lütfettiği kırıntılardan beslenmek gibi garip bir mutluluk yaşar. Birileri daha zengin olsun, birileri daha ayrıcalıklı olsun, birilerinin ayrıcalıkları hiç bitmesin diye çalışır, çalışır, çalışırlar.
Bu sürecin adı asla demokrasi değildir. Demokrasiye doğru da gidilmez.
Hatırlayalım; biz neden demokrasiyi savunuyoruz? Çünkü demokrasi ile bu süreç tersine işler.
Mesela devlet ailelere gelir garantisi verirken, vatandaşların sosyal risklerini azaltıcı rolü üstlenir. Yani devlet tüm vatandaşları için en iyi yaşam standardını sağlamak için vardır.
Birilerinin şahsi imtiyazlarını kullanıp vatandaşa verdiklerini söyledikleri “şeyler” demokratik toplumlarda temel vatandaşlık haklarıdır. Bu hakları alabilmek için birileri için çalışılmaz, doğuştan itibaren kanunlarla korunur.
Hadi hepimiz kendimize soralım seçim de yaklaşıyorken ailemiz için, demokrasi için ne yapıyoruz?
Soru ve görüşleriniz için; @ailekarnesi