Biz homosapienlerde içgüdüsel suç işleme eğilimi mi var?
Kriminal düzeyimiz asla düşmüyor. Pandemi öncesi yüksek olan
suç oranları pandemi döneminde düşerken diğer başka suç türleri artış
gösteriyor. Örneğin, ev hırsızlıkları
düşerken ofis hırsızlık oranları artış gösterdi. Asayiş suçları gözle görünür
oranda düştü ancak artık toplumsal sinir uçlarına dokunur bir şekilde aile içi
şiddet oranları arttı. Mı?
ANCaaaK….
Kocaman bir ancak ile bakış açısını değiştirerek bakmak
gerekirse, pandemi öncesi istatistikler incelendiğinde aile içi şiddet başlığı
altında kriminal kaygı yaratacak kadar artan aşırı uçurumlar, sosyolojik etkiye
sahip olabilecek suç sıçraması görülmemektedir. Aile içi şiddet yüzdeleri
birkaç puanın üzerine çıkmadığı görüldü.
Araştırmalar incelendiğinde vardığımız sonuç: Aile içi şiddet hep vardı. Aile içi şiddet kadına yönelik şiddetin en yaygın ancak en gizli
kalan türüdür. Pandemi dönemine kadar tespit edilemeyen suçlar içerisindeydi.
Bu durumun en önemli sebeplerden biri şiddeti dile getirenlerin toplumsal
psikolojik şiddete uğramalarıdır.
Yani artık aile içi şiddeti tespit edebilir hale geldik ve
daha gerçekçi verilere ulaşabiliyoruz.
İşte asıl araştırılması gereken gizli kalan ve tespiti
oldukça zor olan bu suçun neden daha tespit edilebilir hale geldiğidir. Çünkü
tam bu noktada; toplumsal yargılar, değerler, cinsiyet bakış açısı, aile yapısı
gibi temel toplumsal yapılarda hızlı bir sosyolojik bir değişim sürecinin
başladığından bahsedilebilir.
Toplumsal olarak bugüne kadar normalmiş gibi davrandık. Aile
içi şiddeti belli bir seviyeye gelene kadar normal gördük ya da özel hayat
kavramı içerisinde değerlendirip destek ve müdahale etme gereği duymadık.
Psikolojik ve cinsel şiddet tanımlarını algılamakta dahi zorlandık. Cinsiyet
eşitsizliğini normal kabul ettik. Ancak fiziksel şiddet belli boyutların
üzerine çıktığında bunu bir suç olarak düşünebildik ki bu dahi tartışılır.
Oysa şiddetin
her türlüsü cezai bir durum değil bir sağlık sorunudur. Şiddet uygulamak da şiddete
maruz kalmak da ruhsal travma noktasında değerlendirilmelidir. Şiddet uygulama
travma sonrası ortaya çıkan davranış kalıplarındandır. Şiddete maruz kalmak da
aynı temelde ruhsal travma yaratan bir faktördür ki ilerleyen aşamada birey
özellikle çocuk ve ilk yetişkinlik yaşlarında şiddete maruz kalmışsa şiddet
gösteren konumuna gelebilmektedir.
O halde toplumsal algılarımız değişirken doğru yöne doğru
değişip geliştirmekte fayda vardır.
ŞİDDET SALT SUÇ DEĞİL,
RUHSAL SAĞLIK SORUNU VE SUÇU OLARAK
ALGILANMALIDIR.
Dolayısıyla da adelet sisteminde sağlık temelli cezai
uygulamaların oluşturulması aktivitelerinde bulunmak oldukça önemlidir. Bize
göre İstanbul Sözleşmesinin belki de tek eksik yanı budur.
Soru ve görüşleriniz için @ailekarnesi (facebook, instanram, youtube)