Avukatlık yaparken, yazıhaneme, telaş içinde önceden de davalarını takip ettiğim; Antalya’nın bir ilçesinde ticaretle uğraşan, bir genç işadamı girdi. Heyecan içindeydi: “Gürkut Bey, ben intihar edeceğim. Durumum çok kötü, oturduğum apartmanın yöneticisiyle münakaşa ettim. Daha önceden kalp rahatsızlığı varmış; O’na vurmadım ama evine gittikten az bir süre sonra kalp krizinden ölmüş. Cumhuriyet Savcılığı “kastı aşan bir şekilde ölüme sebebiyet vermekten” hakkımda dava açtı. Karım “ben bir katille yaşayamam” diyerek evi terk etti, babasının evine gitti. Hayatım boyunca kazandığım bütün mal ve paralar da eşimin üzerindedir. Eşsiz, parasız ve kimsesiz kaldım” dedi.

Dosyayı inceledim. Gerçekten de anlattıkları doğruydu. Olayın çok sayıda tanığı vardı. Türk kökenli tanıklar; “sanık ölene vurmadı, sadece münakaşa ettiler” diyorlardı, bir yabancı (Alman) kökenli tanık ise “sanık daha önceden ölenin kalp hastası olduğunu biliyordu, yumrukla vurdu, yere düşürdü, yerde göğsüne doğru tekmeyle, şiddetle birkaç kez vurdu” diyordu.

Biz duruşmalarda, polis karakolunda alınan ve yabancı tanığın belki de uyuşturucu etkisi altında böyle bir ifade vermiş olabileceğini, diğer bütün tanıkların anlatımlarına ters bu ifadeyi kabul etmediğimizi bildirdik.

Yabancı Tanık Ağır Ceza Mahkemesine çağırıldı. Bu kez ifadesinde “ben sanığın ölene vurduğunu görmedim” dedi.

Esasla ilgili son savunmamızda tanığın son ifadesinin doğru olduğunu; ölenin (maktulün) ne yüzünde ve ne de tekmeyle vurulduğu söylenen göğüs kısmında adli tıp uzmanlarının darbeye ilişkin bir iz saptamadığını söyledik.

Sonuçta yerel Ağır Ceza Mahkemesi; tanığın yargılama aşamasında baskı altına alınmış olması olasılığı nedeniyle, polisteki ifadesine itibar ederek; altı Türk tanık yerine bir yabancı tanığın ifadesine itibar edip müvekkili 5 yıl ağır hapis cezasına mahkûm etti. Kararı temyiz ettik, Yargıtay’da duruşma istedik. Duruşmadan birkaç gün önce müvekkile “bana anlatmadığın bir şeyler var, şu olayı tekrar anlat” dedim.

Olayı aynen anlattı. Münakaşadan sonra karakola gittiklerini, orada ifadelerinin alındığını, ancak yabancı tanığın ifadesi alınırken tercümanlık yapan kişinin ölenin çocuklarının kankası (kardeşi kadar yakın arkadaşı) olduğunu söyledi. İşte bu noktayı daha önce anlatmamıştı. Yani tercümanın taraflı olduğunu!

Yabancı tanık karakolda da Ağır Ceza Mahkemesinde verdiği ifadeyi vermişti. Ancak ölenin oğullarının yakını olan tercüman “olayın tarafı olduğundan” ifadeyi tercüme ederken çarpıtarak yazdırmıştı!...

Sonuçta Yargıtay doktor raporlarını da gözeterek esastan bozma kararı verdi.

Müvekkil yakıştırılan suçtan aklandı…

Bunu niye anlattım? Mahkemelerde görev yapacak tercümanların da tarafsız ve olayla ilgili olmayan kişilerden seçilmesi gerekli ve zorunlu olduğunu anlatmak için…

AKP iktidarı ise “Çevirmen bulundurma hakkı”nı sanki yeni bir hakmış gibi göstererek “Anadilde savunma hakkı sağlıyorum” yaygarasıyla Kürt kökenli yurttaşlarımızı kandırmıştır.                          

“Düne kadar içi boş bir “açılım” politikasıyla gözleri boyadılar. Yarattıkları sanal demokrasi ve özgürlükler ortamı ile halkın beynini yıkayarak terörün yeşermesini ve kalıcı olarak yerleşmesini sağladılar…” (*)

Kürt yurttaşlarımızın oyunu almak için her çeşit hileyi, kandırmacayı mubah saydılar. Bunlardan birisi de uzun zaman tartıştırıp unutturulan “ana dilde savunma” sahteciliğidir.

Sanki Türkiye’de Cumhuriyetin kurulduğu 92 yıldan bu yana “ana dilde savunma yokmuş” gibi yaptılar. Ceza Muhakemesi Kanununun ilgili maddesini “Kürt yurttaşlarımız için” değiştirmekte olduklarını ilan ettiler.

Oysa 92 yıldır Kürt yurttaşlarımız, mahkemelerde ana dillerinde savunma yapmışlardır. Ceza Yargılama Usulü Yasası uyarınca; sanık olarak mahkemeye getirilmiş ya da gelmiş olan Kürt kökenli yurttaşımıza hangi suçla itham edildiği;  görevli mahkemece kendiliğinden (re’sen) tayin edilmiş ve parası devlet tarafından ödenen tercüman aracılığıyla anlatılmıştır.Bu iddiaya karşı sanığın savunması (ifadesi) Kürtçe alınarak yine aynı tercüman marifetiyle, tutanaklara Türkçe olarak geçirilmiştir.

Yüz yıla yakındır yapılan bu yargılamaların uluslararası sözleşmelere aykırı olduğuna dair hiçbir yakınma, dava veya karar yoktur. Çünkü Türkiye’nin uygulaması, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesine, TC Anayasasına ve eşitlik kuralına uygundur.

Ceza Muhakemesi Yasasının ilgili maddesine “sanık, kendi parasıyla da tercüman bulundurabilir”(**) şeklinde bir ek yaparak daha kötü duruma getirdiler. Ceza Yargılamasında bir tarafın tercümanının taraflı olması halinde nasıl sakıncalar doğuracağını yukarıda örnek olarak yazdım.

AKP iktidarının sermayesi yalan; marifeti kandırmak…

Ne demiş Hitler’in propaganda bakanı; “büyük kitleler, büyük yalanlara inanır…”

(*)20 Ocak 2016 Korkusuz Gazetesi

Sayfa:5 Can Ataklı: “İşlerine gelince

Devlet terörü, gelmeyince devlete kal-

kan el” başlıklı yazısından alınmıştır.

(**)sözlü savunmasını, kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde yapabilir. Bu durumda tercüme hizmetleri, beşinci fıkra uyarınca oluşturulan listeden, sanığın seçeceği tercüman tarafından yerine getirilir. Bu tercümanın giderleri Devlet Hazinesince karşılanmaz. Bu imkân, yargılamanın sürüncemede bırakılması amacına yönelik olarak kötüye kullanılamaz.(CMK M:2202)