25 Kasım Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Uluslararası Günü.Kadına yönelik şiddetle mücadele uluslararası düzeyde devam ediyor. Bu mücadelede, Türkiye'nin kurucu üyeler arasında bulunduğu Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan bir sözleşme bir süredir Türkiye'nin gündeminde. Sözleşmeyi TBMM, 25 Kasım 2011 tarihinde kabul etmişti. Sözleşmeyi ilk imzalayan ve onaylayan ülke Türkiye idi. Sözleşmeden 20 Mart 2021'de Cumhurbaşkanlığı kararıyla çekilen ilk ve tek ülke de Türkiye oldu.

İstanbul Sözleşmesi'nden söz ediyorum. Tam adı Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi. Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan, 45 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanan sözleşme, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirliyor. Devletleri hukuki olarak bağlayan Sözleşmenin beş temel ilkesi şunlar:

- Kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi,

-Şiddet mağdurlarının korunması,

-Suçların kovuşturulması,

-Suçluların cezalandırılması,

- Kadına karşı şiddet ile mücadele alanında bütüncül, eş güdümlü ve etkili iş birliği içeren politikaların hayata geçirilmesi.

Sözleşme, kadına karşı şiddeti bir insan hakkı bir insan hakkı ve ayrımcılık türü olarak niteliyor. Kadına karşı şiddet ağır bir insan hakkı olarak devam ediyor.

Sözleşmeye neden İstanbul Sözleşmesi deniyor anlatayım. Sözleşme üzerindeki çalışmalar Türkiye'nin Avrupa Konseyine başkanlık ettiği döneme rastlıyor. Türkiye sözleşmenin oluşumuna öncülük ediyor. O tarihlerde Türkiye'nin Avrupa Konseyi nezdindeki Daimî Temsilcisi Büyükelçi Daryal Batıbay. Batıbay, Mülkiye'den sınıf arkadaşım, Dışişleri Bakanlığı'ndan meslektaşım. Sınıfımızın ve Bakanlığımızın parlak mensuplarından olan Batıbay, Sözleşme ile ilgili anısını sosyal medyada yıllar önce şöyle paylaşmış:

“Bugün, 25 Kasım, kadına yönelik şiddete karşı uluslararası mücadele ve dayanışma günü. Bugün vesilesiyle bir anımı paylaşmak istedim. Daimî Temsilci olarak görev yaptığım Avrupa Konseyi'nin Bakanlar Komitesi dönem başkanlığını Kasım 2010-Mayıs 2011 arasında üstlendik. Üyeler arasında alfabetik sıraya göre 24 yılda bir gelen dönem başkanlığını üstlenen ülkeler, kendi görüş ve önceliklerine göre hedefler belirler ve bunları tüm üyelere kabul ettirmeye çaba harcarlar. Başkanlığın başarısı, bu hedeflere ulaşmada alınan sonuç ile ölçülür. Biz de başkanlık hedeflerimizin başına kadına karşı şiddet ile mücadelede bir Avrupa Sözleşmesi oluşturmayı koyduk. Veriler, kadına karşı şiddetin tüm Avrupa ülkelerinde bir sorun olduğuna işaret ediyordu (nedenleri farklılık gösterse de). Ortada tüm kıtada mevcut bir Avrupa sorunu vardı, ama Avrupa ülkelerinin hukuk sistemleri ve yasal standartları bu ciddi soruna karşı farklılık gösteriyordu. Tabii ki kadına karşı şiddetin Türkiye'de de çok ciddi sorun olduğunun bilincindeydik. Tam da bu nedenle, sorunla mücadelede Avrupa genelinde standartlar belirleme girişiminin Türkiye'den gelmesi, sorunun önemini yansıtacak ve çözüm arayışımızın ciddi olduğuna üyeleri ikna edecekti. Altı aylık başkanlık dönemimiz boyunca pek çok toplantı, lobi çalışması, gecelere uzanan çabaların sonucu, bugün İstanbul Sözleşmesi olarak anılan Kadına ve Aile İçi Şiddeti Önleme ve Onunla Mücadele Sözleşmesi 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul'da Bakanlar Komitesi toplantısında imzaya açıldı. Bugün itibariyle Sözleşmeyi 44 Avrupa ülkesi (Rusya, Vatikan ve Azerbaycan dışında) ve AB imzalamıştır. Sırf kadına karşı şiddetle mücadele konusunda dünyadaki ilk ve tek hukuki bağlayıcılığı bulunan uluslararası belge olan İstanbul Sözleşmesi, kadına karşı şiddeti insan hakları ihlali ve ayrımcılık olarak nitelendirmekte, hangi eylemlerin bu tür şiddet olduğunu belirlemekte ve İngilizcesi 'p' harfiyle başlayan üç hedef (prevention 'önleme', protection 'koruma' ve prosecution 'cezalandırma') koyarak bu doğrultuda Avrupa Standartları getirmektedir. Sözleşmeyi başkanlık dönemimizde sonuçlandırmada müthiş kat Bkıları olan iki çalışma arkadaşım ve dostumu, ODTÜ öğretim üyesi Prof. Feride Acar ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Sekretaryasının başkanı Mireille Paulus'u, takdir ve şükranla anıyorum. Onların destek ve çabaları olmadan bu sonuca ulaşılamazdı. İstanbul Sözleşmesine öncülük eden, Sözleşmeyi ilk imzalayan ve TBMM'de onaylayarak iç hukukunun parçası haline getiren Türkiye'de, kadına karşı şiddetin vahim bir insan hakları ihlali olarak ağırlaşarak sürmesi, kadınlara karşı işlenen cinayetlerin 2011'den bu yana her yıl artış göstermesi çok üzücüdür. Bu sorunla mücadelede en ileri yasal düzenlemeyi yaptık, onu mutlaka hayata geçirmeliyiz.”

Büyükelçi Batıbay'ın anılarında yer verdiği , kadına karşı şiddetle mücadelede önemli normlar getiren İstanbul Sözleşmesi, Türkiye'ye Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği içinde büyük prestij sağlamıştı. O tarihlerde çok mutluyduk, coşkuluyduk. gururluyduk. Büyük şehirlerimizde yürüyüşler, mitingler düzenlenmişti. Sözleşmenin ardından kabul edilen "25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü Bildirgesine" ilk imzaları önde gelen siyasilerimiz imzalamıştı. Başbakan Erdoğan yayınladığı mesajda, "Kadına karşı şiddet ve ayrımcılık ilkellikti" demişti. Kadın kuruluşları mutluydu, umutluydular. Kadına karşı şiddetle mücadeleye yönelik önemli bir adım atılmıştı. Kimselerin aklına gelmiyordu o zamanlar, İstanbul Sözleşmesinden bir gece ansızın tek bir imza ile çekileceğimiz.

Önümüzdeki süreçte Türkiye Sözleşmeye tekrar taraf olabilir mi? Neden olmasın.

Burası Türkiye her şey mümkün. Mülkiye'de hocamız anayasa profesörü Mümtaz Soysal 1971'deki askeri müdahale döneminde "Anayasa ders kitabında komünizm propagandası " yaptığı gerekçesiyle hapsedilmişti. Soysal 1979 yılında da Dışişleri Bakanlığı tarafından UNESCO İnsan

Hakları Ödülüne aday gösterilmişti. Keza demir parmaklıklar arkasına konan insanlarımız gün geliyor “Bir gün başkanvekili bir gün mahkum” olabiliyor.

Dünyayı şaşırtmayı çok seviyoruz. Bakarsınız bu sözleşme ile ilgili şaşırtıcı bir adım atarız.