Deprem on ilimizde ağır bir yıkıma neden oldu. Hala bu yıkımın yaraları sarılmadı. Kimi çadırlarda yaşam savaşı verirken, kimi onu da bulamadı! En kötüsü de, bu kentlerden, başka kentlere çok sayıda insan gitti. Gitmek zorunda kaldı. Büyük bir iç göç yaşandı ve yaşanıyor ülkemizde.
Ama;
“ Gitmekle gidilmiyor ki
Gitmekle gitmiş olamazsın;
Gönlün kalır,
Aklın kalır,
Anıların kalır. “
Diyor Cemal Süreya.
Ölen yakınları, maddi manevi kayıpları, yerinden yurdundan olmuş halleriyle depremzedeler, umutsuz. Yaşamdan yana, gelecekten yana, hiç ama hiç umutları yok! Geldikleri kente dönmek istiyorlar. Oradaki yaşamlarını, dostlarını, evlerini, komşularını, yakınlarını, artık eskisi gibi olmayacak olan, kaybettikleri her şeyi istiyorlar, özlüyorlar. Hiç geri döndüremeyecekleri zamanların özlemindeler… Öyle çaresiz ve öyle yakıcı bir özlem ki bu; sözcüklere sığmıyor, söylenemiyor ve hiç unutulmuyor!
Günün her saati, depremzedeler için; ayrı bir anının, ayrı bir zamanın, farklı bir yaşamın hatıralarını canlandırıyor. O dalgın, düşünceli ve hüzünlü bakışlarında, hangi hatıraların, hangi mutlu anların canlandığını, nelerin hasretle hatırlandığını, ancak tahmin edebiliyorsunuz. Artık geri gelmeyecek sevdiklerinin ve eskisi gibi sürmeyecek yaşamlarının yasını, siz de onlarla birlikte tutuyorsunuz. Hiç bir şey yapamamanın, hiç bir dertlerine merhem olamamanın çaresizliği, sizi de kahrediyor!
Tıpkı Cemal Süreyya’nın dediği gibi;
“ Sesinde ne var biliyor musun?
Söyleyemediğin sözcükler var.
Küçük şeyler belki, ama günün bu saatinde anıt
gibi dururlar…”
İşte o söylenemeyen ve acıyla yutkunulan hasrettir; depremde yıkılan kentlerine, evlerine, sevdiklerine ve yaşamlarına dair anılar…