"Olan sivillere oluyor. Filistinli olsun, İsrailli olsun nice masum insan ölüyor bu çatışmada. Yazık, çok yazık" diyordu bir yakınım TV'de Filistin-İsrail çatışmasına ilişkin dehşet verici görüntüleri hüzünle izledikçe. Bu görüntüleri izledikçe ben de yıllar ötesine gidiyorum. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda 1974 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) lideri Arafat'ın yaptığı konuşmayı anımsıyorum. Arafat, hınca hınç dolu Genel Kurul salonunda tüm dünyaya seslenmişti: "Yalvarıyorum size. Elimdeki zeytin dalının düşmesine izin vermeyin." Yıllardır baskı altındaki halkının özgürlük mücadelesini uluslararası topluma anlatmaya çalışıyordu FKÖ lideri. Tüm dünya ayakta alkışlıyordu Arafat'ı, İsrail hariç.
Yıllardır Filistin- İsrail sorununa kalıcı, adil bir çözüm bulunması amacıyla sayısız girişimler oldu. Barış süreçleri denendi. Tümü başarısız kaldı. Zamanla dünya dengeleri değişti. O yıllarda uluslararası toplum içinde ağırlığı olan Arap ülkeleri bu ağırlığını kaybetti. İsrail saldırıyı fırsata çevirme gayretinde. Haması yok etmeyi, Gazzelileri sürmeyi amaçlıyor. Emperyal Batı tarafından riskli ülkeler olarak nitelenen Filistin davasının güçlü savunucuları Irak, Suriye, Libya iç savaşa sürüklendi, bu ülkelerin o devrin güçlü söz dinlemez liderleri öldü. Bölgedeki riskli ülkeler arasında görülen Filistin davasının savunucularından İran ile ilgili çeşitli senaryolar gündemde. Batı ile yakın ilişkilere sahip Körfez ülkeleri İsrail’le ilişkileri normalleştirme gayretinde.
Öte yandan Arafat'ın ölümünden sonra Filistinliler arasında liderlik yarışı başladı. Filistin'de 2006 da parlamento seçimlerini kazanan Hamas, 2007'de Gazze Şeridini yönetmeye başladı. Hamas 'ı terör örgütü olarak gören İsrail de Gazze’yi ablukaya aldı.1987'de İsrail’e karşı başlatılan ilk intifada da sesini duyuran Hamas, 7 Ekim'de İsrail’e düzenlediği saldırı ile uluslararası gündeme oturdu. Filistinlilerin Filistin sorununda tekrar özne olmak amacıyla düzenlendiği anlaşılan bu saldırıyı değerlendirebilmek için Filistin halkının bugünkü ruh halini göz önünde tutmak gerekir.
Öncelikle İsrail’in 2. Dünya Savaşı'nın ardından nasıl kurulduğunu, Filistinlilerin topraklarından nasıl sürüldüğünü, mülteci durumuna düştüğünü hatırlamak gerek. Filistinlilerin 1947/48 den itibaren maruz kaldıkları yoksullaştırmayı, etnik temizlik, sürgün ve işgalle birlikte değerlendirmek gerekir. Gazze Şeridi’nin yıllardır işgal ve abluka altında olduğunu, Gazze de 2 milyonu aşkın insanın son derece kötü şartlarda yaşadığını, hatırlamak gerekir. Sorun sosyoekonomik siyasi yönleriyle son derece güç bir sorun. Devam eden çatışma ortamında yıllardır on binlerce Filistinli hayatını kaybetti. Sayıları 5 milyonu aşan insan mülteci durumuna düşürüldü. Bu koşullarda işgale karşı farklı mücadele yöntemleri farklı gruplarca benimsendi.
7 Ekim saldırısı yeni bir barış sürecinin başlangıç noktası olabilir mi? Yerlerde sürünen Arafat'ın Zeytin Dalını eğilip yerden almaya çalışanlar olur mu? Filistin sorunu, uluslararası toplumun yeniden gündeminde. İsrail'deki yönetim saldırıyı fırsata çevirme gayretinde olduğu, Hamas’ı yok etmek, Gazze'deki Filistinlileri sürmek niyetinde olduğu söyleniyor. Başarabilir mi, frenlenebilir mi göreceğiz.
Bir süre sonra çatışmaların hafiflemesi, ateş kesin gerçekleşmesi ve diplomasinin devreye girmesi de beklenebilir. Yıllar yılı çözülemeyen bu karmaşık sorunun çözüm yolları tekrar araştırılabilir. Bir iki istisna dışında, uluslararası toplum tarihte çile çekmiş, çalışkan, çölde mucizeler yaratmış, pek çok alanda başarılara imza atmış özgüveni yüksek, demokrat ve bu bölgede var olma çabası veren İsrail halkının devlete sahip hakkını tanıyor. Ancak uluslararası toplum aynı şekilde çile çekmiş, mücadele vermiş Filistinlilerin de bir devlete sahip olmaları gerektiğini savunuyor ve bölgede kalıcı, adil bir barışın gerçekleşmesini diliyor. Türkiye de bu saflarda.
Türkiye,bölgede çıkan insani sorunların çözümü ve sükûnetin sağlanması için yoğun çaba harcıyor.Gerilimin sona erdirilmesi amacıyla arabuluculuk dahil her türlü desteği sağlamaya hazır. Çatışmanın bölgeye yayılma ihtimaline karşı teyakkuzda. Üzücü gelişmelerin, iki devletli çözüm vizyonunun önemini bir kez daha gösterdiği kanısında. Tarafların, güç kullanmaktan vazgeçerek, bu vizyon doğrultusunda, daha fazla gecikmeksizin kalıcı çözüm için çalışmaları gerektiği görüşünde.