12 EYLÜL 1980 CUMA SABAHI... SAAT 05:30
Şanlıurfa’nın 11 bin nüfuslu sınır ilçesi Akçakale’deki baba evimiz Astsubay komutasındaki 1 manga askerle sarıldı... Kapımız çalındı… Sabah namazı için henüz kalkmış olan Rahmetli Babam kapıyı açarken, kapı gürültüsüne ve seslere uyanarak yatağımdan fırladım... Annem de kalkmış, babamın arkasında dimdik duruyordu!
Henüz 11 yaşındaydım. Bugünkü gibi net hatırlıyorum... Astsubay Komutan; İhtilal olduğunu, ordunun yönetime el koyduğunu söyleyerek Babamın Adalet Partisiİlçe Sekreteri olması, Ağabeyimin Ülkü Ocakları’nın Şanlıurfa’daki önde gelen isimlerinden olması nedeniyle beraberindeki askerlerle birlikte postallarıyla evimize girerek arama yapmaya başladılar. Hatırladığım kadarıyla 1 saati aşan sürede evimizi didik didik ederek bulup el koydukları MHP Lideri Başbuğ Alparslan Türkeş’in 9 Işık Doktrini kitabı, Ziya Gökalp’in Türkçülüğün Esasları kitabı ile Ülkü Ocaklarına ait birkaç broşür ve dergi oldu!
12 Eylül İhtilali olmuş ve evimiz basılmıştı... Neyse ki; Rahmetli Babamı ve o tarihlerde vatani görevini yapan Rahmetli Ağabeyimi tutuklamadılar! Tek kanallı televizyonumuzda Hasan Mutlucan’ın sesinden Çanakkale içinde aynalı çarşı ve diğer kahramanlık türkülerini dinlemeye başlamıştık...
O günün akşamında tüm aile televizyonun etrafında oturmuş Kenan Evren ve Milli Birlik Komitesi üyelerinin yaptığı açıklamaları dinlerken, Rahmetli Babam, Anneme usulca ‘’İnşaAllah Demirel’i, Ecevit’i ve diğer liderleri asmazlar’’ demişti... Çünkü 1960 ihtilalini çok iyi hatırlıyor ve sonraki dramatik süreci çok iyi biliyordu...
Aradan yıllar geçti... Yine bir Cuma günüydü...
Ancak bu defa sabahın erken saatleri değil akşamın ilk saatleriydi...
15 TEMMUZ 2016 CUMA SAAT 20:30
Sıcak bir yaz akşamı… Arkadaşlarımızla Urfa yakınlarında bir çiftlik evinde buluşmuştuk… Akşam yemeği sonrası sohbet ederken herkesin cep telefonlarına sinyaller ve mesajlar gelmeye başladı… İstanbul’da Boğaziçi Köprüsü barikatlarla kesilmiş, Ankara’da savaş uçakları TBMM’nin üstünden alçak uçuşlara başlamıştı… Hep birlikte televizyon başına koşturduk… İlk izlenimim; bunun bir ihtilal olmadığı olsa olsa ordu içinde bir grubun kalkışma yapmakta olduğu, akşamın bu saatinde darbe yapılamayacağı yönündeydi... Bu düşüncemi o an yanımda olan dostlarıma da söylemiştim... Onlar da benimle aynı düşüncedeydiler.
İhtilaller herkes uyurken gece yarısı, sabaha doğru yapılırdı.
Ama bu defa herkes işten eve dönerken, akşam yemeği için sofraya otururken yapıldı!
Zamanlama İlginçti!
Ve hatta hemen hepimizin aklına ‘Acaba’ bu bir senaryo mu sorusu düşmüştü!..
Gerçekten bu bir senaryo muydu yoksa? Bilemiyoruz...
Çatışmalar devam ederken gece saatlerinde İstanbul Havalimanında kameraların karşısına geçerek Ulusal sesleniş konuşması yapmaya başlıyordu Sayın
Cumhurbaşkanı... Sağında, o günkü AKP İl Başkanı Selim Temurci, solunda ise Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olan damadı Berat Albayrak olduğu halde hain darbe girişimiyle ilgili ilk düşüncelerini paylaşıyor; Bu kalkışmayı, darbe girişiminde bulunan hainleri yanlıştan dönmeye çağırıyor, milletin verdiği silahları millete doğrultmamalarını söylüyordu…
Suçlu belli olmuştu; Fetullah Gülen’in başında olduğu kısa adı FETÖ olan Fetullahçı Terör Örgütü!
16 Temmuz sabah saatlerinde; Derdest edilen Genel Kurmay Başkanı Hulusi Akar serbest bırakılırken, Adil Öksüz isimli vatan haini sırra kadem basıyordu!..
Soru işaretleriyle dolu anlardan geçiyorduk… Yıllar geçti, hala muamma olan bir 15 Temmuz kaldı akıllarımızda!
Sonraki süreçte hemen her gün televizyon kanalları vasıtasıyla millete hitap eden Sayın Cumhurbaşkanı, FETÖ’nün ne kadar sinsi, ne kadar tehlikeli bir terör örgütü olduğunu, bu yapıyla sonuna kadar mücadele edileceğini, bu kalkışmada payı olan herkesin bağımsız yargı önünde hesap vererek hak ettiği cezaya çarptırılacağını söyleyip durdu... Hatta ekranlarda bir üçgen çizerek malum terör örgütünü bizlere geometrik olarak tarif etti.
Bu üçgenin en üstünde İHANET, Orta bölümünde TİCARET, alt tabanında ise İBADET yapılanmasının olduğunu söyleyerek yıllarca aldatıldığını, terör örgütüne ne istedilerse verdiklerini ancak gelinen noktada ‘’Önce Yüce ALLAH’dan sonra da Aziz Miletimizden af dilediğini’’ ifade ediyordu!..
Eyvallah…
Bir Cumhurbaşkanı’nın milletinden af dilemesi elbette takdire şayandı...
Ama günün sonunda şuna şahit olduk; FETÖ üçgeninin en üstünde yer alan İHANET tabakasından hemen herkes yurt dışında olduğundan yakalanamadı... İade edilmeleri istendi ama geri getirilemedi... TİCARET kademesindekilerin mal varlıklarına el konuldu... Bir süre içeri atıldılar; parası olanlar – Belki de FETÖ Borsası olarak tabir edilen yapının desteğiyle- itirafçı olarak kısa sürede kurtuldu; olmayan birkaç yıl hapiste ibadetlerine ve hizmetlerine devam etti…
Amma;
Olan Memur Emin’e, Hemşire Ayşe’ye, Polis Mehmet’e, Teknisyen Seval’e, Öğretmen Kemal’e oldu!
İhraç edildiler...
Kimi mevcut siyasi iktidara demokratik tepki gösterip muhalefet ettikleri için.. Kimi Devletin çalışma ruhsatı verdiği Dershanelerde okudukları için... Kimi yandaş sendikaya üye oldukları için… Kimi BDDK kontrolündeki yasal olarak kurulmuş bankadan havale yaptıkları için… Kimi ise çocuklarını, YÖK tarafından kontrol edilen bazı Vakıf Üniversitelerine gönderdikleri için…
İşsiz kaldılar, çocuklarına süt alamadılar... Evlerinde aylarca, yıllarca çorba tenceresi kaynamadı… Yüzlerine, en yakınları bile bakmadı! İnşaatlarda amelelik yapmalarına bile izin verilmedi. Çünkü onlar terörist damgası yemişlerdi... Vatan haini yaftası sürülmüştü alınlarına...
İhraç edilen binlerce insandan birçoğu bağımsız yargı önünde; örgütle irtibatları, iltisakları olmadığının anlaşılmasına ve berat kararı almalarına rağmen görevlerine hala iade edilmediler.
Kimi kanser oldu; Öldü!
Kimi, dilenmez dilenci oldu; Süründü!
ALLAH affetsindi!..
Ama onları değil...
ÇOK ŞÜKÜR Kİ; BEN ALDATILMAMIŞTIM!
Eğer ben de aldatılmış olsaydım, kamu görevinde olan beni de hiç acımazca, gözümün yaşına bakmadan kapı önüne koyuverirlerdi!
İşin ilginç tarafını size diyeyim mi; ‘’Şahsen ben de FETÖ’den mağdur olmuş bir Türk Evladıyım... Sırf onlardan olmayıp, Türk Milliyetçisi olduğum için hak ettiğim idarecilik görevine bile yıllar sonra, FETÖ’cü Kurum Başkanı görevden alındıktan sonra atanmam yapıldı... 2015 yılı Mayıs ayında...’’
Ancak; yolumu şaşırıp malum bankadan içeri girseydim ya da evlatlarımdan birini okullarına gönderseydim eyvah ki eyvah.. Beni de ihraç ederlerdi, kesinlikle!
Hep şunu merak ettim ve sorguladım yıllarca...
FETÖ gibi bir yapılanmanın hiç siyasi ayağı olmadı mı? FETÖ’cü Milletvekili bir tek Hakan Şükür müydü? Bu süreçte hiç FETÖ’cü Bakanımız, Milletvekilimiz veya üst düzey siyasetçimiz olmamış mıydı? Demem o ki; Meclis’in kapısında, elleri ters kelepçeyle gözaltına alınıp, bağımsız yargının önüne çıkarılması gereken hiç mi siyasetçi yoktu?
Şayet üst düzey bir siyasetçinin bile gözaltına alındığını görseydik; ‘’Sayın Cumhurbaşkanımız, Hakkımız size helal olsun! Kimsenin gözünün yaşına bakmadan bu terör örgütüyle gittiği yere kadar mücadele ediyorsunuz. ALLAH sizi başımızdan eksik etmesin’’ Der miydik?..
‘’Kesinlikle; EVET!’’
Derdik…
Şimdi sormak hakkımız olsa gerek...
Fetullah Gülen adlı terörist başı öldü! Şüphesiz, hesabını mahşerde verecek!.. Amma; FETÖ Lideri Fetullah GÜLEN’e, ‘’Bitsin artık bu hasret dön diyen, Övgüler düzen, Okyanus ötesine selam gönderen, Güzellemeler yapan’’ siyasetçiler hesabı ne zaman ve nerede verecek, bilemiyoruz?!
Onlar da ‘’ALLAH Affetsin’’ mi diyecekler yoksa hesap mı verecekler?
Belki, bu dünya gözüyle hesap vermelerini görmemiz mümkün olmayacaktır.
Bizler de İlahi Adaleti bekleyip duracağız...
Ya bu dünyada ya da Huzur-u mahşerde!
DERKENAR