Değişik ülkeleri, kıtaları gezmek, gidip
görmek aynı yerle ilgili kitaptan bilgiler edinmekten çok başka bir güzellik
oluyor. Hani bir şarkıda “Kaderimde hep güzeli
aradım. İçimdeki sazlar başka
söz başka. Hayalimde canlanırken
muradım. Duvardaki resim başka sen başka” diyor ya… İşte öyle bir
yeri haritada görmek başka, gidip yerinde görmek, halkını tanımak, kenti yaşamak
bir başka oluyor. Sevgiliyi duvardaki resimde görmekle, elini tutmak, sarılarak
yaşamak kadar farklı…
Öyle olmasaydı, Antalya’ya
bir yıl dolmadan 12,5 milyon yabancı turist gelir miydi?
Geçen yazımızda Makedonya’nın sınırları içinde kalan Manastır’da Mustafa Kemal Atatürk’ün okuduğu Askeri Lise’deki ilgisizlik nedeniyle yaşadığım düş kırıklığını anlatmıştım. Makedonya Cumhuriyeti 1991 yılında Yugoslavya’nın dağılmasıyla bağımsızlığını ilan etti, (İlk tanıyan ülke biz (Türkiye Cumhuriyeti) olduk). Şu anda; Tarım ve hayvancılıkla geçinen yoksul bir ülkedir. Fakat kısa zamanda bizi geçerse şaşmayınız…
Üsküp’ten, otobüsle Ohrid (Ohri okunur)’ye geçtik. Bizim Salda Gölü gibi bir göl kenarında kurulmuş ve UNESCO’nun (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Organizasyonu) tarafından “Dünya Mirası Şehir” olarak kabul edilmiş.
“Ohrid Balkanlar’ın en güzel şehirlerinden birisi, Makedonya‘nın gözbebeği. Ülkenin 8. Büyük
kenti olmasına rağmen, bana göre ülkenin en görülesi yeri. Küçük, şirin,
huzurlu ve yeşil… Ohrid Makedonya’nın tartışmasız en gelişmiş turizm kenti.
Ohrid’in antik dönemdeki adı Lychnidos, yani ışık şehri anlamına geliyor.
Sonraları tepede anlamına gelen Vo Hrid adı ile anılır
olmuş ve şimdiki adı da buradan geliyor.
Makedonya’da
turizmin göz bebeği Ohrid, Üsküp’e 3,5 saatlik mesafede bulunuyor. Ohrid
Gölü’nün kıyısındaki bu yerleşim yeri tarihi kiliseleri, yemyeşil doğası,
misafirperver insanları ve huzurlu sokaklarıyla hem tatil hem de dinlenmek için
güzel bir seçenek. Ohrid, için Makedonya’nın incisi demek yanlış olmaz
herhalde. Zaten Ohrid gölünden çıkarılan balığın pulundan elde edilen inciler
dünyaca ünlü.”(*)
Ohrid
Gölü kıyısındaki bir otelde iki güzel gün geçirdik. Gölü besleyen kaynak
sularının berraklığı, çokluğu, temizliği hepimizi çok etkiledi. En büyük
şansımız çok iyi bir rehberimiz olmasıydı. Balkan kökenli, Türkiye’de yerleşik
evli bir çocuklu, genç ve çok bilgili bir rehberdi. Bu konuda turu düzenleyen
şirkete (adını vermeden) teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Ohrid
Gölü’nde teknelerle yarım saatlik bir gezi yaptık. Daha sonra da kentin içini
gezdik. Bir mahallede şaşırdık kaldık. Sanki Safranbolu’daydık! Meğer
Padişahlardan birisi şehrin imarı için Safranbolu inşaat ustalarını getirtmiş
ve onlar da aynı Safranbolu evleri gibi evler yapmışlar. En güzeli, tüm
mahallenin ve şehrin aynen korunmuş olması… Oysa biz İstanbul’daki güzelim
İstiklal Caddesini ne hale getirdik! İnsan başka ülkelerdeki tarihsel yapıların
korunmasına bakıp kendimizdeki yenileme (restorasyon) adı altındaki
rezillikleri görünce, üzüntü ve hüzün duyuyor…
Bütün
gezi boyunca, Balkanlar’daki köylerde ve şehirlerde İnce Minareli camiler
görmek bizleri hem heyecanlandırdı hem de ümitlendirdi. Gezi boyunca hem
rehberimizin dört lisan bilmesi nedeniyle hem de her yerde iş adamı olarak,
turist olarak ya da yerleşmiş olarak birçok Türk olduğundan herhangi bir dil
sorunu yaşamadık.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlarda
bıraktıklarına bakınca yüzünü Anadolu’ya değil Batıya, Avrupa’ya dönmüş bir İmparatorluk
olduğunu daha iyi anlıyorsunuz. Balkan ülkeleri kaç yıl Osmanlı
İmparatorluğu’nun egemenliği altında kalmıştır? Bulgaristan (545 yıl),
Yunanistan (400 yıl), Sırbistan (539 yıl), Karadağ (539 yıl), Bosna-Hersek (539
yıl), Hırvatistan (539 yıl), Makedonya (539 yıl), Slovenya (250 yıl), Romanya
(490 yıl), Slovakya (20 yıl), Macaristan (160 yıl) (**)…
Türklerin Balkanlar’daki varlığı halen devam etse de 1800’lü
yıllardan sonra Türklerin Avrupa’dan sökülmesi, yaklaşık beş milyon Türkün
ölümüne, beş milyon Türkün de Türkiye’ye göç etmesine neden olmuştur. Kimsenin
toprağında gözümüz yok. Bu büyük acıları
yaşamış bir millet olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kıymetini bilelim. Anneannem
Rukiye Suna, çocukluğumda; hep “Oğul Allah devlete, millete zeval vermesin”
diye dua ederdi. Şimdi bunun ne demek olduğunu daha iyi anlıyorum…
Bugün,
“olmasaydı da olurduk” diyenlere biraz tarih okumalarını, biraz da Balkanları
ve Endülüs’ü gezmelerini salık veririm… (devam edecek)