İnsan olarak bazen ne diyeceğimi, nasıl hitap edeceğimi bilemez hale geldim. Kamu adına şaşkınım, ruhen perişanım, aynı zamanda biraz da sinirlerim hareketli... Bu kaçıncı serzeniştir, kaçıncı yazımızdır hatırlayamıyorum.
1) Piyasalar sürdürülebilirlik içinde dikkatle denetlenmeli,
2) Haklı rekabete dayalı serbest piyasa yerine, yalnızca serbest piyasa denilerek halkın parası gasp ediliyor. Kavram yanlış tercüme ediliyor, çarşı pazar mutlaka kontrol altına alınmalıdır diyorduk.
3) Piyasa denetimleri yapılırken kanuna nizama uymayan, kanunları çiğneyenler hakkında etkin uygulamalarda bulunulsun demiştik. On bin lira aylık gelir sahibi bir vatandaşımız; üç tarafı denizlerle çevrili, ayrıca gölleri ve akar suları bulunan ülkemizde, ayda yılda bir kez deniz kenarına giderek bir porsiyon balık yemek isteyecek ama karşısına bin liralık bir fatura çıkacak. Bu ne anlama geliyor biliyor musunuz, o beldede, o ülkede kurumsal görevlerin yapılmadığını, piyasaların denetlenmediğini, kötü niyetli tacirin hiç kimseyi umursamadığını,
Karşılığında cezalandırılmadığını, üretimin maliyet ve satış hesabının yapılmadığını, insan haklarının korunmadığını ve hakkaniyet ilkelerine uyulmadığını, rekabet kanununun delindiği anlamına geldiği, 6502 sayılı yasaya uyulmadığı sonucunu doğurur.
Bu durumda nasıl bir tablonun oluştuğuna hepimiz tanık olduk, ne mi oldu? Bu acımasızlık, bu denetimsizlik ve bu vurdum duymazlık sonucu tüketici "Yeter, soyulmaktan, kazık yemekten bıktık" dedi ve söylediklerimizi yerine getiren Yunanistan adalarına kaçtı.
Ne kadar acı değil mi? Çok üzgünüz çok. Bu ülkeye, bu topluma bu fakirlere yazık oluyor yazık...
Bu kadar mı çaresiziz, bilgimiz bu kadarıyla mı sınırlı, neden bu hale düştük. İşler bundan sonra da hep böyle mi gidecek, bir porsiyon balık yemek için, bütçemize göre alışveriş yapmak için daima ufacık Yunanistan'a mı gitmemiz gerekecek? İsterseniz oturup şapkanızı elinize alıp bir kere daha düşünün…