Giderek bizi zorlayan bir hayatın içinde kaybolmuş çocuklar gibiyiz. İnsanlığını çoktan kaybetmiş bir dünyanın yaşayan ölüleri misali; ne insanca gülebiliyoruz, ne de gerçekten kederlenebiliyoruz!

Bizi, yalanlara, acılara, ölümlere, haksızlığa ve zalimliğe öyle alıştırdılar ki; olup bitenleri gerçek duygularla karşılayamayacak kadar duyarsızlaştık!

Artık en olmayacak şeyleri bile kanıksar hale geldik!

“Ne ölümün hüznü var

Ne de hayatın neşesi,

“Nasılsın”

Samimiyetsizliği ile

“İyiyim” sahtekarlığı

arasında bir yerdeyiz…” diyen Cahit Sıtkı Tarancı gibi, biz de araftayız!

Umutsuzluğun, çaresizliğin, haksızlığın, yokluğun, yoksulluğun, pahalılığın, zulmün sarmalında, bir kısır döngünün içinde yuvarlanıp giden insan kalabalığıyla birlikte, kaybettiğimiz ve özlediğimiz, mutluluğu, umudu, ışığı ve neşeyi arıyoruz! Bir tuhaf iç sıkıntısı, bir boğulma hissi, bir tahammülsüzlük sarmış içimizi, hayattan keyif alamıyoruz!

Bu ruh halimizi en iyi betimleyen şair Cemal Süreya bence. O diyor ki dizelerinde:

“Nasıl bir his biliyor musun?

Oda çok geniş ama sığamıyorsun,

bak kapı orada ama çıkamıyorsun,

Pencere açık ama, nefes alamıyorsun.”

Ne zaman katliam gibi savaş haberlerini izlesem, ya da kadın cinayetlerini ve çocuklara kıyanları duysam, benim de nefesim kesiliyor! Bu kadar çok acıyı omuzlarımıza yükleyen bir dünyayı sevemiyor insan! İstiyorum ki; artık arafta kalmayalım, güzel bir dünya için yolumuzu çizelim!