Koronavirüsün
dünyayı sardığı bir dönemde dış politikanın bir önemi kaldı mı? Bu gözle
görülmeyen düşmanın dünyayı tehdidi geçtikten sonra nasıl bir dünya düzeni
olacak? Bütün bilim dışı safsataların gerçek yüzünü ortaya koyan bu olaydan
sonra “din ile aldatan”, “Allah ile aldatan” “Kur’an ile aldatan”ların
ülkemizdeki saltanatı sürecek mi? Cahil cesaretiyle ülkemizdeki tüm Cumhuriyet
birikimlerini satıp yandaşlarına ve kendi ceplerine atanların kaynaklarımızı
kuruttukları, devlet kasasında beş para bırakmadıklarını anladık mı?
Bu salgının eve
kapattığı her insanın kendi ülkesinin ve dünyanın nereye doğru gideceğini
düşünecek bol bol vakti var. Bizim aklımıza gelen sorular bunlar. Yine de artık
önemini kaybetmiş gibi görünen dış politikaya bakmakta yarar var.
Dış Politikamızda
yıllarca deneyden geçen, her biri ana dili gibi en az iki dil bilen Dışişleri
kadrolarımızı, büyükelçilerimizi “monşerler” diyerek aşağıladığımız günlerden
bu yana dış politikamız “islâm ülkelerinin lideri olmak” savından “Sünni
Müslümanların lideri olmak” savına doğru inerek; mezhepçi bir çizgiye oturdu.
Bunun bedeli bütün
dünya ile ilişkilerimizin bozulması ve Müslüman dünyasında da bir küçük
devletçik hariç tüm Müslüman âleminden soyutlanma şeklinde sonuçlandı. Bu
yanlış dış politikanın daha ağır bedeli de şehit cenazeleri olarak sayısını
unuttuğumuz yüzlerce gencimizin baba evlerine tabut içinde dönmeleri oldu.
Şimdi Türkiye’ye
yeni bir rota çizmek gerekiyor. “Coğrafya bir ülkenin kaderini belirler.
Siyaset ise bu yazgının değiştirilmesi için uygun yol ve yöntemleri arar.
Coğrafya ile siyaset arasındaki köprüyü ise Jeopolitik kurar” diyor Soner
Polat. “Batıda devlet adamlarından iki konuyu çok iyi bilmeleri beklenir.
Bunlardan birincisi jeopolitik, ikincisi felsefedir. Doğuda ise bu iki konuya
fazla önem verilmez! Bu nedenle, Batı genellikle kazanır; Doğu çoğunlukla
kaybeder!”…
“Anadolu’da 1071’den
sonra ağırlıklarını hissettiren Türkler, sadece dokuz yıl sonra, 1080’de Emir
Çaka Bey (ölümü 1092) öncülüğünde 50 gemiden oluşan bir filoyla Ege’nin sıcak
ve mavi sularına açılıyor. 1090 yılında Sakız kanalında Bizans donanmasına
karşı Koyun Adaları Deniz Savaşı’na girişiyor ve bu savaşı kazanıyor.
Coğrafya, hiçbir
denizcilik deneyimi ve birikimi olmayan bir toplumu, 10-20 yıl gibi kısa bir
süre içinde adeta zorla mavi enginliklere yöneltiyor. Emir Çaka Bey, Türklerin
çok kısa denizcilik geçmişine rağmen, İzmir Körfezi’ni kuzeyden ve güneyden
kuşatan Midilli ve Sakız adaları rakip güçlerin elindeyken İzmir Beyliği’nin
uzun süre ayakta kalamayacağını değerlendiriyor. Coğrafyanın yarattığı
sınırlamaları ortadan kaldırmaya çalışıyor. İşte jeopolitik budur” (Türkiye
İçin Jeopolitik Rota” Amiral Soner Polat’).
“Türkiye Avrupa
Birliği kapasında bekletilirken, dünya üzerinde seçenek üretmekten mahrum
bırakılmakta, yavaş ama kararlı adımlarla bölünme sürecine sürüklenmektedir.
Türkiye, Avrupa-Atlantik ittifakının sadık bir müttefiki olarak görüldüğünden,
dünyanın diğer ülkeleri tarafından dışlanmaktadır. Türkiye tehlikeli bir
yalnızlığa doğru sürüklenmektedir. Batı, düşmanca hareketlerini aleni hale
getirdiği gün, Türkiye, tüm dünyada destek alabileceği tek bir ülke bile
bulamaycaktır.” (AGE.S.161)
“Şurası açıktır ki,
Türkiye günün birinde kendi milli menfaatleri için bir savaşa girecekse,
karşısındaki güç bir batı ülkesi veya bir Batı ittifakı olacaktır. Türkiye’nin
iç sorunları da Batı kaynaklı olduğundan, Türkiye, Batı’dan kaynaklanan
tehlike, risk ve tehditlere göre milli güç unsurlarını örgütlemek zorundadır”(AGE.s.179).
“Irak’la ilişkileri
kriz durumuna sokarak bu ülkede PKK terör örgütünü besleyip büyüten, Barzani’yi
palazlandıran ve Türkmen soydaşlarımızı paramparça eden ABD’yle hem de
stratejik işbirliği yapmak ne jeopolitik yasalarla ne de siyaset ilmiyle
açıklanabilir bir olgu değildir.”(AGE.S.213)
“Suriye, Türkiye’yi
Afrika’ya bağlayan köprüdür… Jeopolitiğin kırıntısından bile haberi olan bir
kimse, Suriye’nin Türkiye için yaşamsal önemini derhal kavrar... Mısır Firavunu
II. Ramses’in (MÖ 1302-1212) Hitit Kralı III. Hattuşili (MÖ 1267-1237) ile
yaptığı savaşın nedeni Suriye’dir”…”Önemli olan, iki ülkenin yüksek menfaatlerinin
çakışmasıdır. Batı önce kışkırtarak, sonra korku salarak mezhepsel kamplar
yaratır; daha sonra askeri güçlerini bölgeye kalıcı olarak yerleştirmek için
fırsatlar kollar. Bölge dışı bir gücün bölgedeki askeri varlığı, bölge
jeopolitik denklemlerine indirilmiş bir hançerdir.” (AGE.214-215)
“Arkamızda –başta
Çin ve Rusya olmak üzere- Avrasya güçleri olsaydı, Kıbrıs’ta tüm bu olumsuz
gelişmeleri yaşar mıydık? KKTC’yi hâlihazırda Türkiye’den başka tanıyan devlet
yok! Eğer Batı kulübünde yer almasaydık, şimdiye kadar en az 20 ülke KKTC’yi
tanımış olurdu” …
“NATO hem Türkiye
hem de TSK için bir yanılsamadır. Tıpkı işçinin hem kendisine hem de ürününe
yabancılaşması gibi. NATO’da kaldıkça, farkında olmadan hem ülkemizden hem de
ülkemizin çıkarlarından uzaklaşırız. Modern ülkelerin askeri güçlerinin asıl
kaynağı, savunma sanayii yatırımları ve bu alandaki Pazar paylarıdır. Silahı ve
sistemi üretebilen bir birikiminiz yoksa, satın almayla ulaşabileceğiniz gücün
sınırları olduğunu kabul etmelisiniz”. (AGE s.228-229)
“İsrail ve Kıbrıslı
Rumlar, Doğu Akdeniz’de arkalarına ABD ve AB’yi de alarak doğalgaza
sahiplenmenin keyfini sürüyorlar. Ege’deki tartışmalı ada ve adacıklarda
Yunanistan’ın devlet uygulamaları tam gaz devam ediyor. Bu ahval ve şerait
içinde, deniz haydutluğuyla mücadele etmek üzere büyük masraflara girerek
Afrika’nın batısında bulunan Gine Körferzi’ne çok sayıda gemi göndermeye
başladık. Türkiye’yi yönelik deniz ulaştırma hatlarının bu bölgeden geçmediğini
bilmem söylemeye gerek var mı?”…”Yabancılaşma, kişininin kendisini, çevresini
ve dünyayı onu denetleyen kişinin gözüyle algılamasıdır”..
…Batı’nın sebep
olduğu kötülükler ansiklopedilere sığmayacak kadar çoktur. Yapılması gereken, toplumsal
hafızayı güçlendirmektir. Aynen onların yaptığı gibi, tarihsel bir belleğe
sahip olmalı, Batı’nın hem Türklere hem de tüm insanlığa yapmış olduğu
kötülükleri unutmamalıyız. Ayrıca bu belleğin gelecek nesillere intikali için
de çalışmalar yapmalıyız.” (AGE s.249)
O’nun son sözüyle
bitirelim yazımızı; Türkiye’de bu büyük değişim ve dönüşümü gerçekleştirmek
için bütün koşullar oluşmuştur. Dış güçler ve onların içimizdeki bilinçli ya da
bilinçsiz temsilcileri coğrafyanın dayattığı bu dönüşümü uzun süre
erteleyemezler.