Evet ya, yaz da bayram da geçiyor, artık
"ayağımızı popomuzun altına", "kafamızı da avuçlarımızın içine
alıp" biraz da neler oluyor acep diye, adam gibi düşünsek mi? Ne dersiniz?
--Ne zaman bir şeyler hızlı film şeridi
gibi gözümüzün önünden geçirilmeye başlansa, ben de neyi atlayacağım ya da
neler gizlenmeye çalışılıyor ve niçin diye iki kere düşünmeye başlarım.
--Sendikaların ücret/zam pazarlığı orta
oyunu bitti.
--Haberine göre, Türk-İş Başkanı Ergün
Atalay ile Çalışma Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk'un, 2019-2020 kamu işçilerinin
ücret zammı görüşmeleri, pek anlı şanlı başlamıştı.
--Hükümet kandı oyunun sonunu görüyor, bu
yüzden temkinli; pazarlığın öteki tarafı Türk-İş ise, Başkanı aracılığı ile
Kamu işçisinin zam pazarlığına ilişkin daha önce yaptığı açıklamada “Dayanma
gücümüz kalmadı. Umut ediyoruz, cuma gününe kadar bu sözleşmeyi masa başında
bitirelim. Masa başında bitmiyorsa kanunun bize verdiği yetkiyle işçinin
yapacağı her türlü etkinliğe öncü olmak zorundayız” açıklamasını yapmıştı.
--Bu açıklamada iki niyet aslında apaçık
ortada.
--Ummak ve zorunda olmak. Görev ve
sorumluluk hak getire.
--Hey gidi güzel memleketim hey,
--Hey gidi güzel memleketimin sendikaları,
sendikacıları hey.
--Vah ki, sendikal mücadele diye onca eziyet
çeken, işkenceler gören, karda kışta emek için mücadele eden işçiler vah.
--Vah ki, Kemal Türkler vah. 22 Temmuz
1980'de katledildi. Katili ülkücü faşist Ünal Osmanağaoğlu elini kolunu
sallayarak ....
--Vah ki, Türk-İş Genel Sekreteri ve Genel
Maden-İş Genel Başkanı Şemsi Denizer vah. 6 Ağustos 1999 günü ...
--Neredennnn, nereyeeee!..
--On beş yoldaşı ile Karadeniz'de boğulup
ölen Mustafa Suphi'ye gelinceye kadar, o kadar sırada olan var ki.
--Ve bunları bir küçük burjuva aydını
olarak ben yazmak zorundayım ha. Nerem ile gülsem ki?
--Vah güzelim ülkem vah.
--Olana mı, ölene mi üzülsem bilmem ki?
--Üzülmenin bir yararı yok, herkes denizde,
kırda, pikniklerde ama yine de YURTSEVER AYDIN sorumluluğu ile görmezlikten
gelinse de, ben yazayım. Tarih amcanın not defterine.
--Tam ücret zammı görüşmeleri imzalanıp
bitiyor ki, ah bu dil. Bu diller yok mu, az kişinin başını yakmaz.
--Görüşmelerden önce grev kartını
oynamaktan çekinmeyeceklerini ve işçinin hakkını arayacaklarını belirten Başkan
Atalay'ın, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Hanım'a "Uzasa
işi karıştıracağız. En azından kapatalım böyle" demesi ise orta oyunun en
dramatik sahnesi ve repliği olsa gerek.
--Burada asıl sorun ne biliyor musunuz.
Asıl sorun SİZLER.
--Haydiiii, iki kelam okumaya geldiniz bir
de suçlandınız.
--Toplum olarak, genetik kodlarımız
değişti, GDO'lu ürünler gibi.
--Daha 9 yıl önce, Hrant Dink
katledildiğinde, eşi Rakel Dink’in cenaze töreninde:"Bir bebekten bir
katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim.” sözünü
kaç kişi anımsıyor ki?
--İşte, olanları, olayları ve gelinen
noktaları sorgulamadan bir yere varamayız. Dönme dolap beygiri gibi aynı yerde
döner dururuz da farkında bile olmayız.
--Sahiden ya, siyasiler, sendikalar ve
sivil toplum örgütü dedikleri, benim ise DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTÜ lafını
sevdiğim yapılar pek cılız, artık farkında olalım.
--Acıyı ve sıkıntıyı çeken bizleriz;
aklımızı başımıza alıp, peşine takıldıklarımızın bilmem nerelerini yalamaktan
bıkmadınız mı?
--Farkında değilsiniz ama, dilleriniz
"kahve rengi" oldu.
--Devlet'i ciddiye almadınız yok olmasına
ne kaldı bilmem.
--Cumhuriyetin kıt kanat değerleri kurulan
fabrika, çiftlik, şirketleri hepsi talan edildi, edilmeyen kaldı ise susun da
duymasınlar.
--Ormanlar yok edilip altından çıkartılan
üç beş kuruşluk madenler, komisyon ücreti karşılığında yabancılara peşkeş
çekiliyor, adam milliyetçi, hem de bilmem kimin kıçının kılının yardakçısı, iş
birlikçi. Olacak iş değil ya.
--Artık ne oldu ise oldu. Şimdi ayrışmanın
vakti değil.
--"Dün, dünde kaldı cancazım, /şimdi
yeni şeyler söylemek lazım!..."
--Ağıtlar yakmanın zamanı değil,
--nazım hikmet gibi haykırma zamanı:
"dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar
ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki
mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
paşalar onun arkasındaydılar.
o, saati sordu.
paşalar : "üç" dediler.
sarışın bir kurda benziyordu.
ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlayacaktı..."
--CHP'nin Afyon, yerel yönetimler
toplantısını bu çoban ateşlerinin ilk kıvılcımı saysak mı acaba?