Öyle kaptırıyoruz ki kendimizi, sanki biz onu düşünmesek, yapmasak dünya batacak, her şey bitecek. Üstelik de kendimizden vererek ve hiç bir şeyden ve kimsede bir şey beklemeden.
Bu çok
ütopik bir söylem gibi olsa da, insan yapması gerekenleri yaptıktan ve sonuç
aldıktan sonra, daha da büyük düşler istiyor, düşler kuruyor, bunun gerçek olup
olması da umurunda olmadan.
Aslında
milyonlarca insan için bu satırlar bile fazlaca fantazi. Sabah kalkıp işine
gitmek zorunda olan, iş aramak, eve ekmek aş getirmek, çoluğuna çocuğuna mahcup
olmadan düzeni korumak için çabalayan milyonlar varken, bu ütopik hayaller,
düşlerde nereden çıktı demeyin.
Düşlerseniz
ve düşerseniz yollara, yoluna o ütopya hayal olmaktan çıkar, sizin bir parçanız
olur.
İnsanların
çoğunda bir "Pazartesi sendromu" vardır. Genellikle iş yaşamımda
hafta sonları da çalıştığımdan mıdır nedir, nedense bende hiç böyle bir sendrom
olmadı.
Salı
sallanırmış ama ben sallanmadan düne pazartesi ye gideyim. Sabah kahvaltımı
yaptım, yapılacak öyle öncelikli işlerde olsa, günün, saatin ve mevsimin ne
olduğunun önemi olmadan alıp başımı bir yerlere gitmeye karar verdim.
Apartmandan
çıktıktan sonra arabama bakmadım bile. Yürüdüm, bindim bir toplu taşıma aracına
doğru bu günler kaldığım yerin terminaline.
Peronlarında bekleyen arabalar nereye gidecekler tek tek onlara baktım
ve vakit de öğleye doğru olunca bir saat uzaklıkta olan bir yere gitmeye karar
verdim.
Görünürde
bir kaç yolcu vardı ama araç sürücüsü yoktu, malum pandemi dönemi özenli olmak
gerek. Aracın ön kapısını açtım baktım boş, montumu ve okumak için aldığım
kitabımı koydum.
Bir süre
sonra araç sürücüsü geldi ve aracı çalıştırdı, ben de bindim ve yolculuk
başladı. Tabi aracın yanında beklerken, bir teyzenin beni araç sürücüsü sanıp,
"Oğlum boş yer var mı?" diye sorması bile çok güzeldi.
Zaman ne
ki. Bir saati geçen bir sürede varacağım yere vardım. Buralara hep kendi aracım
ile geldiğimden, terminal ile sahilin ne kadar süreceğini merak ettim ama nasıl
olsa zaman sorunum yoktu, her ne kadar Baba (Süleyman Demirel) "yollar
yürümekle aşınmaz" dese de, ben aşındıracaktım.
Yol
boyunca, ilçenin hava durumu gözetleme bahçesi, çok amaçlı çocuk oyun parkını
geçip yürüyordum ki ben çocukluğuma götüren bir manzara ile karşılaştım.
"Arzuhalci"
Muhteşem
bir manzaraydı. Oysa onlarca kişi oradan geçiyor ama kimse kimsenin umurunda
olmadığından, ya da orada yaşayanlar kanıksadığından benim meraklı bakışım, tam
da bir fotoğrafınızı çekebilir miyim diyecekken, arzuhalcinin de dikkatini
çekti.
Bir kadın
arkadaşı ile konuşuyorlardı ama olsun.
Adliye
binasının kenarında camdan bir kulübesi vardı ama o tezgâhını yok kenarına
kurmuştu.
Bizim
konuşmalarımızı, benim fotoğraf çektiğimi görünce yoldan geçen birisi,
arzuhalciye, masasının ön kısmına yapıştırdığı "Arzuhalci" yazısının
yanlışlığını söylüyordu ama umurunda değildi.
Bir
bankadan emekli, 75 yaşlarında, bir oğlu ve gelini Ankara'da bir üniversitede akademisyen
doktorlar, diğer oğlu şehit ve gaziler derneği yöneticisi, ötekiler de oralarda
bir şeyler yapıyorlardı. Bana pek de ihtiyacının olmadığını anlatmak ister
gibiydi.
Ben de
keyfine bak, açık havada olmanın bile keyfini çıkar deyince sohbet koyuldu. Ve
iki boş gezenin boş kalfası modunda sohbetçiden sonra, ben denize doğru
yürümeyi sürdürdüm.
Oh be,
hani utanmasam yatıp yuvarlanacaktım çimenlerin üstünde. Ve aklıma Nazımın
"Bugün pazar" şiirinin dizeleri geldi.
"Bugün
pazar. / Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar. / Ve ben ömrümde ilk defa
gökyüzünün / bu kadar benden uzak / bu kadar mavi / bu kadar geniş olduğuna
şaşarak / kımıldamadan durdum. / Sonra saygıyla toprağa oturdum, / dayadım
sırtımı duvara. / Bu anda ne düşmek dalgalara, / bu anda ne kavga, ne hürriyet,
ne karım. / Toprak, güneş ve ben... / Bahtiyarım..."
Sahilde
yedim, içtim, boylu boyunca dolaştım. Ben insanlara, insanlar bana baktılar ama
kimse kimsenin umurunda olmadan.
Saatler
saatler sonrası Ahmet Haşim'in dizeleri geldi aklıma:
"Ağır
ağır çıkacaksın bu merdivenlerden/ Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak/ Ve
bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak…/ Sular sarardı… Yüzün perde perde
solmakta/ Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…" Evet, akşam olmaktaydı. Ve ben açılmıştım.
Orhan
Veli'yi belirdi martıların arasından, Hem de: "Haydi Abbas, vakit tamam;/
Akşam diyordun işte oldu akşam./ Kur bakalım çilingir soframızı;/ Dinsin artık
bu kalp ağrısı./ Şu ağacın gölgesinde olsun;/ Tam kenarında havuzun./ Aya haber
sal çıksın bu gece;/ Görünsün şöyle gönlümce./ Bas kırbacı sihirli seccadeye,/
Göster hükmettiğini mesafeye/ Ve zamana./ Katıp tozu dumana.
Var git,/
Böyle ferman etti Cahit,/ Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan;/ Yaşamak
istiyorum gençliğimi yeni baştan…" diyerek.
Güneş
dağların arkasına çekilmeye başlamış, yolcu yolunda gerek der gibiydi. Ve söz
dinlemenin vaktiydi. Evet, yolcu yoluna gerekti.
Düştüm
terminal yollarına ama bu kez ne yol kenarında oynayan çocuklar, ne de
arzuhalci vardı, kendim ile başa başa yürüdüm. Yürüdüm. Yürüdüm! Ütopyamdan,
yaşama!