Bilmiyorum bu tür bir yazıyı yazan oldu mu, ya da yazıldı ise de ben görmediğim için, yaşadığından dolayı ben yazayım istedim.

Üniversiteye yeni başlamışız, herkesin bir grubu var. Servis otobüsleri, yemekhaneler ayrı ayrı, hatta koridorlarda ki dersliklere bile "arkadaş güvenlikleri" ile gidilip derslere giriliyor o yıllar.

Ayrı şehirlerde olsak bile hala görüşğüm bir dostum bana, "Diyalektik" seminerleri verir misin, demişti. Ben de uzun bir öykü ile seminerleri vermeye başladım.

"Devlet", "Faşizm", "Sosyalizm", "diyalektik" gibi bir çok konuda herkes kendi yakın arkadaş grubunun seminerler veriyordu.

Artık "çömez sempatizan" olsak da, yeni şeyleri öğrenmek benim ilgimi çekiyordu. Bu yüzden de birçok siyasi arkadaş grubumun seminerlerine de gidiyor, onları dinliyor ve tartışıyordum.

Yazının başğı "ağa" olunca, ağalık ile ilgili konuya gireyim.

Sol'da, ideolojik ayrımlar, devlet, sermaye düzeni gibi temel konularda başlıyordu. Solun Mao'yu öncü, öder eden gruplarının başşmanı "Patron Ağa Düzeni" olduğundan, analizler de Feodalizm üzerinden yapılıyor ve bu yönde mücadelenin yapılması gerektiğine;

Marksist, Leninist eğilimli gruplar ise, emek sermaye çelişkisini kapitalist sistemin temeline koyuyorlar ve mücadelenin de fabrikalar öncelikle sanayi şehirlerinde yapılması gerektiğine inanıyorlardı.

Herkes kendi düşüncesinde ve yaptığı analizlerde son derece samimi ve içten idi. Hatta o kadar ki, 1980 yılının "1 Mayıs İşçi Bayramı" bile, gruplar arası didişilerek kutlanıyordu.

Özellikle büyük şehirler, bir sabah erkenden sokaklarında tank sesleri ile uyanınca, yaşayan herkesin şafağı atmıştı.

Devrim, şehirlerden kırlara doğru mu, yoksa kırlardan şehirlere doğru mu diye tartışılırken, tanklar kışlalarından yerleşim yerlerine, kilit noktalara doğru bomboş caddelerden ilerliyordu.

Yüzlerce masum, inanmış genç insan, tutuklanıp zindanlara tıkılıyor ve gerisini herkes biliyordu.

Yıl 1980'lerde, 12 Eylül sabahına kadar herkes "devrim" rüyaları görüyordu, ta ki tankları görene kadar. Yıl 2022, üzerinden çeyrek asır geçmiş ve hala derin uykudan uyanılmamış gibi.

Bu nereden mi çıktı.

Anlatayım. Ben örgütlü topluma inanan birisiyim. Örgütsüz bir toplumun çıkış yolu yoktur, savrulur durur.

Hem bürokrasiden hem de akademik camiadan sevdiğim değer verdiğim bazı kişiler beni bir "SOSYAL DEMOKRASİ" derneği'ne üye olmaya davet ettiler ve ben de zevkle üye oldum. Davet edenlerin dışında bir elin parmaklarını geçmeyen tanıdıklarım olduğu halde, seçimler var, dernek yönetiminde de görev alır mısın denilince, olur deyip seçimlere gittik.

Benim ismimin de olduğu liste seçimi, kaybetti. Ben de, Yeni yönetimi uygar bir şekilde kutladım salondan ayrıldım.

Bu arada dernek, üyeler ve kişilerin beklentileri ile ilgili yeni yeni öğrendiğim çok şey oldu. Öğrenmenin yaşı yokmuş!..

Gece, derneğin bir çok üyesinin olduğu bir Wattsap grubu kurulmuş ve beni de listeye almışlar. Ben gördüğünde 175 dolayı kişi, listede de, yine üç beş tanıdık vardı.

Sabah oldu, 12 Eylül sabahı gibi yine bizi bir kenara atıvermişler. "gruptan çıkarıldınız, artık paylaşım yapamazsınız" diyordu.

Ya alırken bana mı sordunuz? Yok. Ben mi "aman beni aldın" dedim yok. Umrumda da değilsiniz.

Ama beni hem listeye alıp, sabah da "hamamda piç bırakır gibi" bırakamazsınız kardeşim, diye beni listeden çıkartan kişiye hem SMS hem de Whatsapp mesajı yazdım. Yanıt, gönderdiğim kişiden geldi. Kendisi yönetim Kurulu üyesi imiş ve "yanlışlık oldu özür dilerim" iletisi geldi. Yanıt vermedim ama, lütfetmiş "aslan sosyal demokrat yoldaş".

Bu olayları anlattım ki artık herkes aklını başına alsın . Bu ezilen, sıkıntı çeken yurttaşlar sizlerin abuk subuk tavır, davranışlarınızdan, kişisel tatmin ve egolarınızdan bıktı, "yetti gari"!..

Bu tür yerlerde olunca, Milletvekili mi olacaksınız, buyurun olun. Belediyelerden bir şeyler mi koparacaksınız, buyrun bu "han-ı yağma sizin , aksırıncaya kadar, tıksırıncaya kadar yiyin!.." Ama insanları oyuncak yerine koymayın.

Bizler solcu, sosyal demokrat, hoşgörülü insanlar olabiliriz, ama sizin oyuncağınız ya da sizlere "goygoy yapacak" kişiler değiliz.

Ben 1989'u da gördüm, 1993' de yaşadım.

İki kadeh efkar dağıtırken de Cem Karaca'dan, "Ben suyumu kazandım da içtim/ Ekmeğimi böldüm de yedim/ Alkışı duydum, ihaneti gördüm/ Sesim de oldu, sessizliğimde " şarkısını da çok dinledim.

Yettirmeyin isterseniz. Yettiniz de!..