Hani Orhan Veli der ya,

    "Gün olur, alır başımı giderim,

    Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.

    Şu ada senin, bu ada benim,

    Yelkovan kuşlarının peşi sıra..." diye.

 

    Eeee Orhan Veli gibi İstanbul'da yaşasaydık elbette ki biz de alır başımızı giderdik, adalara modalara.

    Ankara'da yaşayınca, ancak İstanbul'a ya da güneye gidince bir şeyler farklı oluyor. İnsanın havası değişiyor.

    Ama o da ne, iki hafta önce İstanbul'a gitmiştim, bu kez de biraz bayram, biraz da memleket özlemi ve tatil modunda güneye gittim.

    Şimdi, "keşke hiç birisine gitmeseydim" diyeceğim ama, bana bazıları diyecek ki, "bulunca, buşuruyorsun!.." Eee, oradan öyle görülebilir, ne diyeyim. Ama önce anlatacaklarımı bir dinleyin.

    Günlerden pazar ve bir sahil kasabasında akşamı ettim. Arkadaşlarım ile denizin serin esenin estiği bir kuytu meyhanemsi, (hoş buna gençlik cafe-restoran diyor ama) bir yerde buluştuk, bilinen adıyla "rakı-balık" muhabbeti.

    Bütün bunlar işin güzel yanı. Yani reklamlar bölümü. Ama iş filmi izlemeye gelince, hatlar kopuyor.

 

    İstanbul'dan başlayarak, cadde ve sokaklardan, havaalanından, Ankara'da eve gidinceye kadar; Ankara'da evden çıkıp ege ve Akdeniz kıyılarına varana trafikten tutun da yollarda ki sürücüler ve otomobillere kadar her şey bir garip ki sormayın gitsin.

 

    Yollarda sağa sola arabayı savurarak (drift atmak), gereksiz ve tehlikeli şerit değiştirerek giden onlarca araç. İnsan inanamıyor.

    İşin kötüsü, arabalar, içlerinde ki sürücülerinden daha nitelikli.

    Sahile, deniz kıyılarına gelince ise her şey bir başka alem.

 

    Bir kere ortada bir yanlışlık var.

    Ya ahali haklı, coronavirus ile ilgilenen bilim insanları haksız, ya da bilim insanları haklı, bu zavallı garip güruhun/kalabalığın yüzünden onların başına ne gelir bilemiyorum ama, bizim için pek parlak yarınlar görünmüyor.

 

    Haydi yeme ve içme için bir yerlerde oturanlara bir şey demiyorum; ama yolda yürüyen kadınlı erkekli, çocuklu onlarca insanın çoğunun ağzında, yüzünde maske yok.

    Maske olanların da maskeler ya çenelerinde ya da bileklerinde.

    Haydi yaşamın zorluklarını herkes ile birlikte yaşayan birçok kişinin, söylediklerini kulakları duyarak, yok ve yoksulluğun sebebinin iktidarlar değil de, muhalefetin olduğunun ya da yıllar önce sanki her şey var da, bilmem ne de yok demesi gibi.

 

    İşin ilginç yanı, doğru söylüyorlar. Çünkü, bugün altlarında bindikleri son model araçlar, oturdukları lüks evler, rezidanslarında bugün her şey var ama, dün yaşadıkları kümes gibi evlerde, gerçekten söyledikleri yoktu.

    Ama onlar kendilerinde ki bu yokluğu, tüm ülkede böyle sanıyorlardı. Ne garip. Bugünde, kendilerinin sahip olduklarının herkeste olduğunu sanmaları gibi.

     

    Hani Sezen Aksu'nun ünlendirdiği

    "Orda bahar başkadır, yazlar kışlar başkadır

    Ah!.. Bu diyar başkadır gezsen Anadolu'yu"

şarkısı gibi, Anadolu'yu gezdikçe daha da göreceğiz ki, bu kış hayra alamet geçmeyecek.

    Derler ya, "Kurt kışı geçirir ama yediği ayazı unutmaz!.." diye, durun bakalım, bu savruk salgın önlemsiz yazdan sonra, geçirilecek kışı nasıl anımsayacağız!..