KÖPEK KATLİAMI YAPMAKLA İNSAN KATLİAMI YAPMAK ARASINDAKİ FARKLAR NELERDİR?

İnsanlar bazı ülkelerde ne yazık ki köpekleri yiyor...Onlara şiddet uyguluyor...Cinsi sapıklar ne yazık ki onlara tecavüz ediyor...İnsanlar sahiplendikleri köpekleri sokağa atıyor...

Başıboş, kimsesiz, sahipsiz, sokaklarda yaşayan köpekleri öldürelim mantığıyla hareket edilirse, büyük olasılıkla, Nazi Almanyasının "Never Look Away-Werk ohne Autor" ve "Salon Kitty" gibi filmlere konu olan uygulamaları da hortlar ve kimsesiz, akıl hastası, engelli, kronik hasta ve yoksul insanlardan kurtulmak isteyebilecek siyasiler ortaya çıkabilir; kimsesiz, akıl hastası, engelli, kronik hasta ve yoksul insanlar kitlesel soykırıma uğrayabilir ya da onlara Lobotomy gibi cerrahi müdahaleler de uygulamaya kalkışılabilir!

27 Mart 1994'te % 25,19 oy oranıyla Recep Tayyip Erdoğan ve % 27,34 oy oranıyla Melih Gökçek Refah Partisi adayı olarak İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiler...Sokaklardaki başıboş köpekleri kısırlaştırma konusunda seçildikten sonra hiçbir şey yapmamak iki başkanın da icraatlarından sadece bir tanesiydi...

CANINI SİZ Mİ VERDİNİZ Kİ, ONLARI KİTLE HALİNDE ÖLDÜRECEKSİNİZ?

Asya genelinde özellikle Çin, Güney Kore, Vietnam, Filipinler, Tayland, Laos, Hindistan ve Kamboçya gibi ülkelerde yılda en az 30 milyon köpek öldürülerek insanlar tarafından yeniyor!

Dünya genelinde sokaklarda yaşayan en az 600 milyon hayvan var...

Meksika'da 25 milyon köpek sokakta yaşıyor...

Çin sokaklarında 40 milyon köpek ve 53 milyon kedi yaşadığı tahmin ediliyor...

Çinliler her yıl 10 milyon köpeği ve 4 milyon kediyi yiyor...

Hindistan'da 60 milyondan fazla sokak köpeği var...

Hindistan'da 50 milyondan fazla maymun sokaklarda yaşıyor...

ABD'nde 70 milyon kedinin ve köpeğin sokaklarda yaşadığı tahmin ediliyor...

Yunanistan sokaklarında 3 milyon kadar kedi ve köpeğin yaşadığı tahmin ediliyor...

Şubat 2020'de ABD başkanı Donald Trump ve eşi Hindistandaki Taj Mahal'i ziyaret etmiş ve bölgede hakimiyet kuran binlerce vahşi maymunun Donald Trump ve Melania Trump'a saldırmasından korkulmuştu...

Gündüz Vassaf: ’Hindistan’da birkaç şehirde bir şempanzenin bir türü, evlere giriyor çıkıyor, sokakta dolaşıyor hatta hırsızlık da yapıyor, evden bir şey çalıyor. Hiç “Bunları katledelim” yaygaraları koparılmıyor...Kültürlerinde birlikte yaşamak var. Bizim de kültürümüzde sokak köpekleriyle birlikte yaşamak var... O köpekleri biz ürettik çünkü biz besledik, biz getirdik şehirlere.

Elias Canetti: ‘hayvanların zulme karşı hiçbir zaman ayaklanamaması bir trajedidir’

Sokak hayvanlarını yok etme konusunda yılın sözüyse bir siyasetçiden gelmişti: ‘’Sahipsiz hayvanlara ötanazi yapma imkanı sunuyoruz!’’

AKP'li siyasilerin iddiasına göre Türkiye'de sokakta yaşayan köpek sayısı 4 milyon... Türkiye’deki barınakların toplam kapasitesiyse 105 ila 110 bin!

New York Times'da yayınlanan bir haber makalede, Türkiye'deki hükümetin hiper enflasyon, maaş / gelir yetersizliği, yoksulluk, işsizlik, sığınmacı istilası, enflasyon rakamlarının istatistik kurumu tarafından tenzilatlı, makyajlı ilan edilmesi, halkın bankalara, tefecilere borçları gibi devasa ekonomik sorunlarla başa çıkamadığı ve gündemi değiştirmek istediği, halka hizmet ediyor izlenimi bırakmak için günah keçisi olarak sokak köpeklerini hedef aldığı belirtildi...Yazıda Amerikalı ünlü yazar Mark Twain'in 1867'de İstanbul'da dolaştığı sokaklarda yaşayan kedi ve köpek sürülerinden etkilendiği hatırlatıldı...

(Mark Twain imzalı ve İstanbul 1867 gezi izlenimlerini içeren "The Innocents Abroad" adlı kitap 1869'da yayınlandı)

Aralık 2023'te Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ankara Keçiören’de 4’üncü sınıf öğrencisi Tunahan Yılmaz’ın boş arazide köpeklerin saldırısına uğrayarak ağır yaralanmasının ardından, “Sokak köpeklerinin zarar verdiği insanların haklarını da koruma görevleri” olduğunu belirterek, bu sorunu çözüme kavuşturacaklarını açıklamıştı.

Yakın zamanda Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle dedi:

"Hayvanlar konusunda kimse bize merhamet dersi vermeye kalkışmasın"

Başıboş köpek konusu ile ilgili konuşan Erdoğan, “Halkımız sokakların güvenli hale gelmesini istiyor, çocuklarımız güven rahatlığıyla okula gitmek, parkta oynamak istiyor. Bizim bu isteklere sessiz, tepkisiz kalmamız düşünülemez” dedi...

Erdoğan: Muhalefet, medya ne der? Bize ne muhalefetten, medyadan. Bunların hiçbirine bakmayız, aldırmayız. Yola devam ederiz. Biz sadece milletimize bakar, ortak beklentilerine bakar adımımızı da ona göre atarız. Bugün bazı şeyleri açık açık konuşmak gerekiyor. Birileri ısrarla görmezden gelse de Türkiye'de bir başıboş köpek sorunu var. Dünyanın hiçbir ülkesinde, modern şehrinde göremeyeceğiniz bir sokak köpeği popülasyonuyla karşı karşıyayız. Başıboş köpekler üstelik, çocuklara, insanlara, başka hayvanlara saldırıyor, trafik kazalarına sebep oluyorlar. Artan kuduz vakalarına, yabancı ülkelerin vatandaşlarına yaptığı uyarıları saymıyorum bile. Müdahale edilmedikçe sorun çığırından çıkıyor. Halkımız sokakların güvenli hale gelmesini istiyor, çocuklarımız güven rahatlığıyla okula gitmek, parkta oynamak istiyor. Bizim bu isteklere sessiz, tepkisiz kalmamız düşünülemez. Hayvanlar konusunda kimse bize merhamet dersi vermeye kalkışmasın.

Not: The Great Cat Massacre and Other Episodes in French Cultural History is an influential collection of essays on the cultural history (Yazar Robert Darnton’un 1984 tarihli “İşçiler İsyan Ediyor: Saint-Séverin Sokağı’nda Büyük Kedi İtlâfı” kitabı) adlı kitapta 1730'ların Fransasında gerçekleşen kedi katliamlarından bahsedilir...

Ancak veba salgını 1334-1353 arasında Uzakdoğu, Orta Doğu ve Avrupada toplu insan katliamı yaptığında kedilerin veba salgınının kaynağı olarak görülerek kitlesel olarak imha edildiğine ilişkin bazı iddiaların kaynakları tarihçiler tarafından derinlemesine araştırılmış ve herhangi bir tarihsel belgeye ulaşılamadığından bu iddianın doğruluk payının olmadığı ortaya çıkmıştır...

Siyasi sicillerine köpek soykırımı da eklemek istiyorlar!

SOKAKTA HAYATTA KALMAYA GAYRET EDEN HAYVANLARA KIYMAYIN EFENDİLER!

1910'da 80.000 İstanbullu köpek Hayırsızada'ya bırakılarak açlıktan ve susuzluktan

öldürüldü ...

1912 depremi olduğunda İstanbullular, "Köpek katliamı yaptık, Allah da bizi cezalandırdı" yorumunu yapmışlardı...

"Hayırsızada” filminin yapımcısı ve Anadolu Kültür Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala’nın açıklaması:

“Hayırsızada filmi sadece 1910 yılında İstanbul sokak köpeklerinin başına gelen, beklemedikleri, hak etmedikleri ve sağ kurtulma imkânları olmayan bir zulmü anlatmıyor.Dünyayı ve sokaklarımızı, sayıları çok azalsa da, başka canlılarla paylaşıyoruz ve “Dünyanın hakimi biziz, biz ne istersek o olur” anlayışı hala egemen. Bu tavrı sorgulayan Serge Avedikian’ın gerçekleştirdiği animasyon filmine katkıda bulunmuş olmaktan büyük mutluluk duyuyoruz.1910’dan günümüze İstanbul sokak köpekleri

İstanbul sokak köpeklerinin hikayesi Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet dönemine kadar Türkiye’deki modernleşmenin de hikayesi aynı zamanda. Chateaubriand, Lamartine ve Gérard de Nerval gibi 19. yüzyılda yaşayan pek çok Avrupalı seyyah ve yazarın İstanbul’da dikkatini çeken en önemli özelliklerden biri sokak köpekleri ve kent sakinlerinin onlarla kurdukları benzersiz ilişkilerdi. Osmanlı halkının sokak hayvanlarına gösterdikleri yakınlığı, sevgiyi, şefkati ve merhameti Batılı gezginler şaşkınlık ve hayranlıkla izliyorlardı. İstanbul’un tüm mahallelerinde insanları koruyan, semte giren yabancıları ya da çıkan yangınları haber veren ve tarihçi Ekrem Işın’ın “Dört ayaklı belediye” olarak adlandırdığı sokak köpekleri yaşıyordu.Osmanlı İstanbul’unda köpeklerle kurulan yakın ilişki sadece yararlılık, onlardan faydalanma temelinde değildi. Kent sakinlerinin büyük kısmı sokak hayvanlarına gerçek bir sevgi besliyor, kimileri için ise kurdukları gönül bağı temelini dini inançlarından alıyordu.Bu bir arada yaşama kültürü, 1910 yılında İstanbul sokak köpeklerinin Hayırsızada’ya sürülmeleri ve ölüme terk edilmeleriyle çok ciddi bir darbe almıştır.

Fransa sinemalarında 1 milyon 250 bin 767 seyirci toplayan “Bayram / Yol” (1982) Cannes festivalinde Altın Palmiye ödülü sahibiydi ve Los Angeles'ta Altın Küre ödülü adaylığı elde etti... "Yol" filmi Türkiye yapımı olarak bugüne kadar sinemamızda başka hiçbir filmin ulaşamadığı bir zirveye ulaşmıştır. Küresel düzeyde en çok bilinen, tanınan, seyredilen Türk filmidir..."Yol"un senaryosunda yer alan (gerçekten yaşanmış bir olaya dayanan) ancak filmin kendisine çeşitli nedenlerle bir türlü aktarılamayan bir bölümde cezaevinden evine bayram izniyle giden mahkumlardan biri yoksulluğundan dolayı belediyelerin sokakta yaşayan hayvanları zehirlemek için orta yere bıraktığı zehirli kıymayı alarak ailesine bir ziyafet çekmek isteyecek ve çok kalabalık aile tam bir katliam kurbanı olacaktı.

Gazeteci, yazar Ali Murat Güven Twitter hesabından 29 Aralık 2021'de şöyle yazdı:

"AKEPE'li belediyelerin ülkenin değişik illerinde başlattığı kedi-köpek kıyımı sürüyor. Fakat, birçok bölgeden bana ulaşan haberlere göre, belediyeciler hayvanseverlerin hışmına uğrayıp onlardan dayak yememek için, gayet sinsi bir tavırla, plakasız araçları ve sivil görünümlü elemanlarını salıyorlarmış sahaya...Barınaklara götürüp orada sinsice öldürdüğünüz her kedi ve köpek için bin kez nefret edeceğim sizden..."

63. Cannes Film Festivali’nde yılın en iyi kısa animasyon filmi seçilerek Altın Palmiye ödülü kazanan 15 dakika uzunluğundaki renkli “Barking Island/Chienne d’Histoire/Hundeelend/Hayırsızada” 51.

Antalya Film Festivali programına alınmıştı…

”Hayırsızada”, Avustralya’daki Melbourne ve Fransa’daki Clermont-Ferrand film festivallerinin programlarında da yer almıştı.

2010 yılı 47. Antalya Film Festivali’nde de “Hayırsızada”nın yönetmeni ve senaryo yazarı Serge Avedikian (1 Aralık 1955 Erivan, Ermenistan doğumlu) Kısa Film Atölyesi de gerçekleştirmiş ve burada yönetmenle bir söyleşi de yapılmıştı…

Serge Avedikian aynı zamanda Antalya Film Festivali Kısa Film Ödüllleri Seçici Kurulu’nda yer almıştı.

Bu yazımızda (ilerleyen satırlarda) “Hayırsızada” filmine konu alan 1910 yılındaki korkunç olayın/ katliamın bir Fransız tanığının çarpıcı izlenimlerini de bulabileceksiniz.

1910 yazında İstanbullara bedava bekçilik ve çöpçülük hizmeti veren 80 bin kadar sahipsiz köpeğin Hayırsızada/ Sivriada’ya atılarak öldürülmesini konu alan korkunç olay Toplumsal Tarih Dergisi’nin Ağustos 2010 tarihli sayısındaki “1910’da gerçekleşen Büyük Köpek İtlafı” başlıklı kapak konusunda da işlendi.

Dergideki makale Irvin Cemil Schick imzasını taşımaktaydı…

Osmanlı tarihi’ndeki köpek katliamları ve sürgünleri

Kanuni Sultan Süleyman döneminde İstanbul’da bin kadar köpeğe kıyıldığı, Sultan 1. Ahmed döneminde köpeklerin toplanarak Üsküdar’a sürüldüğü tarihçilerce belirtiliyor.

19. yüzyılda İstanbul’da 40 ila 50 bin sokak köpeği olduğu tahmin ediliyor. Bir İngilizi öldüren bu köpeklerden kurtulmak isteyen ilk Padişah 2. Mahmut olmuş ve bunları toplatarak Sivriada’ya yollatmak istemiş.

Köpekleri taşıyan tekneler karaya oturunca bu olay Allah’ın bu uygulamaya/ sürgüne karşı çıktığı şeklinde yorumlanmış ve plandan hemen vazgeçilmiş.

Sultan Abdülaziz döneminde de tatbik edilmek istenen plandan kentte çıkan büyük yangınlar Allah’ın yeni bir gazabı olarak olarak yorumlanarak bir kez daha vazgeçilmiş.

Alman İmparatoru 2. Wilhelm’in İstanbul seyahatleri öncesinde de (1889 ve 1898) köpek katliamı gündeme gelmiş ve bunu planlayanlar, 2. Abdülhamit ile onun yakını Doktor Spyridon Mavrogenis’yi aşamamışlar yani Spyridon Mavrogenis bu korkunç planı engellemiş...

1902’deyse Hattat Şefik Seyfi Bey’in İstanbul’un köpeklerinin kurbanı olduğu iddiaları da bulunuyor.

Köpekleri İstanbul sokaklarında istemeyenler “Avrupa’nın medeni şehirlerinde başıboş, sahipsiz köpek yok.Bizde de öyle olmalı,” fikrini bıkmadan usanmadan savunmuşlar.

Bu azılı köpek düşmanlarının amaçlarına ulaştıkları yılsa 1910 olmuş.

Önce köpeklere sonra insanlara kıyıldı

Sivriada Köpek Katliamı’nın olduğu yıl (1910’da ) ”1909’da tahttan indirilen 2. Abdülhamit avlarda ateşli silah kullanmayı yasakladığı için, o tarihten sonra İstanbul’da yunus balıklarının sayısının arttığını” yazan Henri Bertrand Bareilles 1918’deyse şunları yazmıştır:

“İttihat ve Terakki hükümetinin köpek katliamı ilerideki insan kıyımlarına bir ön hazırlık, bir prova niteliğindeydi.”Kötü yönetim üç milyon insanın canına maloldu"

Yeniçerilerileri ortadan kaldıran, onları salkım saçak ağaçlara astıran Padişah 2. Mahmut’un bir İngiliz vatandaşını öldürdükleri için planladığı ancak İstanbullulardan gelen yoğun tepkiler üzerine vazgeçtiği sokakların köpeklerden arındırılması planını gerçekleştiren İttihat ve Terakki hükümeti 1914-1918 arasında Osmanlı’yı Almanya’nın güdümünde Birinci Dünya Savaşı’na sürükleyerek imparatorluk nüfusundan üç milyon insanın ölümüne neden olmuştur.

1910 Sivriada/ Hayırsızada köpek katliamı’nın Fransız tanığı Robert Gillon Ekim 1975 tarihli Hayat Tarih Mecmuası’nda “Sürgün Köpekler” başlığıyla 1910 yaz aylarında Sivriada köpek katliamını gören Fransız yazar Robert Gillon’un tanıklığı Eser Tutel’in çevirisiyle yayınlanmıştı…

İşte bu yazıdan bazı çarpıcı bölümleri aşağıda bulabilirsiniz:

Hayat Tarih Mecmuası’ndan “Sürgün Köpekler” makalesi:

”İstanbul’un, sihirli güzelliğinin bütün ihtişamıyla gözler önüne serildiği bir akşam vakti rıhtıma ayak basarken, Galata’daki köpeklerden hiçbirinin ortalıkta görünmediğini fark ederek şaşırdık. Batı’da yayınlanan gazetelerden, yeni Jön Türk rejiminin, şehrin sokaklarının görünüşünü değiştirdiğini, bu arada sokakları dolduran binlerce köpeğin Marmara’daki ıssız adalardan birine atıldığını okumuştuk.(…)

Son olarak üç yıl önceki ziyaretimde bakışları insanın kalbine işleyen bu yaratıkların binlercesini görmüş, bu zavallı yaratıkların adeta şehrin bir parçası olduğuna inanmıştım.Ama gerçek şuydu ki, yanılmıştık.Köpeklerin takibi, Narlıkapı, Yedikule gibi eski semtlerde gerektiği şekilde yapılamadığından ertesi gün daracık eski sokaklarda dolaşırken az köpekle karşılaşmadık.

Öte yanda, Eğrikapı ve Tekfur Sarayı’ndan Haliç’e inerken de pek çok köpeğe rastladık.Nuruosmaniye camiinin yakınındaki Tokatlıyan’da öğle yemeğimizi yerken, dostlarımızla İstanbul’daki değişikliklerden bahsediyorduk.

Derken söz köpeklerden açıldı.Masamızdaki dostlardan biri:

“Onların hepsini Sivriada’ya attılar,” dedi.”Sivriada, Hayırsız adalardan biridir, her tarafı baştanbaşa kayalıktır, bu yüzden yeni misafirlerine hiçbir hayat hakkı tanımaz. Sizi Bursa’ya giderken Mudanya’ya götürecek olan gemi, o adaların açığından geçirecektir.Yanınıza kuvvetli dürbünler alın, belki şansınız yaver gider, uzaktan köpeklerin birkaçını görebilirsiniz.”(…)

O akşam Perapalas Oteli’nin salonundaki koltukta, Fransızca resimli mecmuanın sayfalarını karıştırıyordum.Bir adanın kıyısındaki kayalıklarda ufukları gözleyen bir sürü köpek resmiyle karşılaşmayayım mı?

Mecmuanın muhabiri, ömründe bu taraflara gelmemiş olacak ki, resmin altına öylesine uydurma, öylesine gerçekten uzak satırlar yazmıştı ki gülümsemekten kendimi alamadım.

Tarifine göre köpek dolu bu adalar, Yunanistan açıklarında, Ege denizinin güneyinde bir yerdeydi.(…)Cuma günü kararlaştırdığımız saatte buluştuk.Bizi Sivriada’ya götürecek istimbotun adı Photica’ydı, sahibi de Rum’du.(…)

Bir saate yakın bir süredir yol alıyorduk.Artık Sivriada iyice şekillenmeye başlamıştı.(…) Tepesi sivri mi sivri , bir kocaman kayalıktı Sivriada.Üzerinde tek bir yeşillik görünmüyordu.(…)

Uzakta Büyükada, mor bir dağ biçiminde yükseliyordu.Uludağ ise çok uzaklarda, bulutlar arasında gizlenmişti.Çok geçmeden Sivriada’nın burunlarından birinin açığından geçtik.O anda da köpek havlamaları duyulmaya başladı.Yüz değil, bin değil, sayılamayacak kadar çoktular!

Kıyıdaki çakıllı kumsal üzerinde birbirlerini ezercesine itişip kakışarak koşuşuyorlar, etlerinden et kopartılıyormuş gibi havlıyor, uluyor, haykırıyorlardı!

Az sonra rüzgarla birlikte burnumuza dayanılması imkansız pis bir koku geldi.Daha doğrusu kendimizi bu kokunun içinde bulduk.

Kitleler halinde ölen köpeklerin kokuşmaya başlayan cesetlerinin kokusuydu bu!

Dediklerine göre adada bekçiler vardı ve bu köpeklerle bir arada yaşıyorlardı.Adamlar ölen köpekleri kireç kuyularına atıyorlardı, ama yine de bu pis kokuya engel olunamıyordu.(…)

Dostum anlatıyor, bizlere bilgi veriyordu.Söylediğine göre, köpekler adaya çıkar çıkmaz, bir tatlı su kuyusu keşfetmişler ve hep birlikte kuyuya atlamışlardı.Bu öylesine ani olmuş ve o kadar çok köpek kuyuya atlamıştı ki, kısa zamanda kuyu köpeklerle dolmuş, hiçbiri kuyudan çıkamamış, sonunda bağıra bağıra ölmüşlerdi!

İstimbotumuz, kıyıya fazla yaklaşmadan çevresinde dönüyordu. Yüzlerce, binlerce köpek havlayarak bize bakıyordu.(…) koşuyor, atlıyor, havlıyor, kendilerini kurtarmamız için adeta yalvarıyorlardı.

Bir ara garip bir şey oldu.Köpeklerden biri cesaretle denize atlayarak bize doğru yüzmeye başladı.Biz de bu cesaretini, onu istimbota almakla mükafatlandırdık.Ona teneke bir kap içinde biraz su verdik.

Haftalardan beri kireçli sudan başkasını içmemiş olan zavallı hayvan, verdiğimiz suyu kana kana içti.Onu gören bir başkası da bulunduğu kayalıktan kendini denize attıysa da bize kadar yüzemedi.

Buralarda sular çok kuvvetliydi, akıntıyla birlikte sürüklendi, gitti.Artık bu çevrede daha fazla kalamazdık.(…)

Zavallı hayvanları kaderleriyle başbaşa bırakarak oradan ayrıldık.Köpekler, şehirden her gün kendilerine yiyecek getiren tekneyi saymazsanız, kimbilir bir daha ne kadar zaman sonra insan yüzü göreceklerdi.”Ellerimiz kırılsaydı da dört ayaklı belediyelere kıymasaydık!

Cannes Festivali ödüllü “Hayırsızada” adlı kısa animasyon film ve “Sesim Rüzgara” belgesel film Avrupalılaşmak, Batılılaşmak, Çağdaşlaşmak uğruna 1910 yılında sokak köpeklerimize nasıl kıydığımızı tüm dünyaya duyurdu!

Hayırsızada katliamı’ndan 80 Yıl önceki köpek katliamı girişimi

1910’dan tam 80 yıl önce de İstanbul köpeklerinin başı beladaydı.

Önce o yılın olaylarına bakalım:

Petrograd Büyükelçiliği’nden dönen Padişah’ın damadı Müşir Halil Paşa “Avrupa’ya benzemezsek Asya’ya çekilmeye mecburuz,”

demişti.

Yine 1830’da güneş batmayan imparatorluk İngiltere’nin yeni hedefi İstanbul’un zavallı köpekleriydi…İngiltere o dönemde karşı konulması mümkün olmayan bir devletti; Fransa İmparatoru ve o dönemin Adolf Hitler’i sayılabilecek Napoleon Bonapart’ı (yakın zamanda saçının telindeki kalıntılar incelenerek İngilizlerce sürgün edildiği adada yavaş yavaş zehirlenerek öldürüldüğü anlaşılan) bile, 9 yıl önce (1821’de) öteki dünyaya yollamışlardı…

Napoleon Bonapart’a gücü yeten İngiltere’nin gücü İstanbullu köpekseverlere yetmedi...

Niyazi Ahmet Banoğlu’nun Ekim 1952’de Yeni İnci Dergisi’ndeki “Adaların İç yüzü” adlı yazısından öğrendiğimize göre 1830’da İstanbul köpeklerinden biri bir İngiliz vatandaşına saldırınca (Banoğlu’na göre İngiliz ölmemiş ve saldırıdan ucuz kurtulmuştu) İngiliz devleti İstanbul sokaklarının köpeklerden arındırılmasını Padişah 2. Mahmut’tan istedi.

Padişah da dönemin en güçlü devletinin isteğini yerine getirmek için bir ferman yayınladı.Bu ferman üzerine binlerce köpek İstanbul sokaklarından toplanarak Hayırsızada’ya atıldı.

Ancak o dönemde köpeklerinden ayrılmak istemeyen İstanbul halkının bu itlafa tepkisi o kadar güçlü oldu ki, Padişah ikinci bir ferman yayınlayarak köpeklerin adadan alınarak İstanbul sokaklarına bırakılmasını sağladı.

Bir zamanlar Yeditepe Üniversitesi’nde görev yapan akademisyen Catherine Pinguet “İstanbul’un Köpekleri”(Yapı Kredi Yayınları) adlı kitabında bu olayı ve yılını farklı anlatır.

”İstanbul’un Köpekleri” adlı kitaba göre, 1828’de bir İngiliz vatandaşı İstanbul köpeklerinin kurbanı olarak hayatını kaybetmiştir; köpeklerin savunucularıysa İngilizin sarhoş olduğunu ve köpeklere taş attığını söylemiştir.

Bu kitaba göre, İngiltere’nin isteğine boyun eğen ve köpeklerin yok edilmesi emrini veren Padişah 2. Mahmut, o sıralarda Osmanlı ordusu Rus ordusuna yenilince, bu yenilgiyi köpeklerin katledilmesi emrine Allah’ın bir karşılığı olarak algılayan/değerlendiren halkın isyan etmemesi için eski emrini iptal edip yeni bir emir yayınlayarak köpekleri adadan geri getirtti.

2010’da OSCAR ve Cannes ödüllerinde hayvanlardan özür dilendi

7 Mart 2010’da Akademi üyeleri Yunus katliamını konu alan “The Cove-Koy” adlı belgeseli (92 dakika uzunluğunda;yönetmeni: Louie Psihoyos) Oscar ödülüne, 23 Mayıs 2010’da Cannes Film Festivali Seçici Kurulu da 1910 Sivriada köpek katliamını konu alan “Chienne d’histoire /Barking Island-Tarihin Köpeği/Hayırsızada” adlı animasyonu (15 dakika uzunluğunda; yönetmeni 1 Aralık 1955 Erivan, Ermenistan doğumlu Serge Avedikian) en iyi kısa film ödülüne layık bularak günümüzdeki ve tarihteki hayvan katliamlarına karşı bir duruş sergiledi.

“Koy”, “Flipper” adlı TV fenomeninin, tüm dünyada Yunus hapishanelerine yol açmasını (ne yazık ki Türkiye’de de bunlardan var) ve Yunus ticaretinin katliam kelimesinin yetersiz kaldığı avlara neden olmasını en çarpıcı şekilde beyazperdeye yansıttı.

NTV Yeşil Ekran’ın sunduğu “Koy” 2010’da İstanbul’daki Cinebonus Kanyon Sinemaları’nda gösterime sunulurken, yönetmen-oyuncu Serge Avedikian’ın “Hayırsızada” adlı kısa animasyon filmi, Türkiye’de ilk kez 15 Nisan 2010 Perşembe akşamı Cezayir Restoran’ın üst katında gösterilmiş ve gösterimden sonra burada yönetmen Serge Avedikian’la bir söyleşi gerçekleştirilmişti.

“Hayırsızada”, DOCUMENTARIST Festivali kapsamında da, 24 Haziran 2010’da Beyoğlu’ndaki Hollanda Konsolosluğu’nda ve 25 Haziran 2010’da da Tepebaşı’ndaki Pera Müzesi Oditoryumu’nda kısa film severlere ulaştı.

“Sesim Rüzgara”, “Koy” ve “Hayırsızada” hayvan severlerin baş ucu filmleri olmaya aday

Uluslararası herhangi bir ödüle layık bulunmasa da “Sesim Rüzgara” adlı belgesel de (37 dakika uzunluğunda; yönetmeni: Emre Sarıkuş) ödüllü filmler “Koy” ve “Hayırsızada”yla birlikte aynı misyonun yeni bir halkası niteliğini taşıyor.

”Hayırsızada” gibi 1910 Sivriada köpek katliamını konu alan “Sesim Rüzgara”da Pera Müzesi Oditoryumu’ndaki ilk gösteriminden (27 Ocak 2010) sonra yine aynı yerde Haziran 2010’da gösterilme olanağı buldu.

Anadolu Kültür (Osman Kavala) ve Sacrebleu Productions (Ron Dyens) ortak yapımı olan “Hayırsızada”nın yönetmeni Serge Avedikian Cannes’daki ödül konuşmasında bir zamanlar Bursa’nın bir köyünde yaşayan dedesini de anmıştı.

Avedikian İstanbul’un köpekleri üzerine bir belgesel de hazırlıyor.“

Hayırsızada”nın yapımcısı ve Anadolu Kültür Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala’nın açıklaması:

“Hayırsızada filmi sadece 1910 yılında İstanbul sokak köpeklerinin başına gelen, beklemedikleri, hak etmedikleri ve sağ kurtulma imkânları olmayan bir zulmü anlatmıyor.Dünyayı ve sokaklarımızı, sayıları çok azalsa da, başka canlılarla paylaşıyoruz ve “Dünyanın hakimi biziz, biz ne istersek o olur” anlayışı hala egemen. Bu tavrı sorgulayan Serge Avedikian’ın gerçekleştirdiği animasyon filmine katkıda bulunmuş olmaktan büyük mutluluk duyuyoruz.1910’dan günümüze İstanbul sokak köpekleri

İstanbul sokak köpeklerinin hikayesi Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet dönemine kadar Türkiye’deki modernleşmenin de hikayesi aynı zamanda. Chateaubriand, Lamartine ve Gérard de Nerval gibi 19. yüzyılda yaşayan pek çok Avrupalı seyyah ve yazarın İstanbul’da dikkatini çeken en önemli özelliklerden biri sokak köpekleri ve kent sakinlerinin onlarla kurdukları benzersiz ilişkilerdi. Osmanlı halkının sokak hayvanlarına gösterdikleri yakınlığı, sevgiyi, şefkati ve merhameti Batılı gezginler şaşkınlık ve hayranlıkla izliyorlardı. İstanbul’un tüm mahallelerinde insanları koruyan, semte giren yabancıları ya da çıkan yangınları haber veren ve tarihçi Ekrem Işın’ın “Dört ayaklı belediye” olarak adlandırdığı sokak köpekleri yaşıyordu.Osmanlı İstanbul’unda köpeklerle kurulan yakın ilişki sadece yararlılık, onlardan faydalanma temelinde değildi. Kent sakinlerinin büyük kısmı sokak hayvanlarına gerçek bir sevgi besliyor, kimileri için ise kurdukları gönül bağı temelini dini inançlarından alıyordu.Bu bir arada yaşama kültürü, 1910 yılında İstanbul sokak köpeklerinin Hayırsızada’ya sürülmeleri ve ölüme terk edilmeleriyle çok ciddi bir darbe almıştır.

Son bir not:

Yunusların insanları eğlendirmeye zorlandığı Sea World (Avustralya’da faaliyet gösteriyor) adlı tesiste bir Yunusun bir deniz kaplumbağasını insanlardan korumak için güç kullandığı gözlemlenmiştir.Yunusları anlayabilmemiz için bu olay üzerine epey kafa yormamız gerekiyor.

Avedikian, Sovyet bürokratların filmlerini “Ucube” olarak tanımladığı Paradjanov’un hayatını da filmleştirmişti

“Hayırsızada” adlı kısa filmiyle Cannes film festivalini fetheden Serge Avedikian iki yönetmeninden biri ve baş rol oyuncusu olduğu “Paradjanov” adlı yeni filminde, 20. yüzyılın en çok tartışılan yaratıcı yönetmenlerinden biri olan, sıradışı filmlerinde Andrey Tarkovski, Michelangelo Antonioni, Federico Fellini, Ken Russell, Metin Erksan gibi kendine özgü bir dünya yaratan Ermeni asıllı Sergei Paradjanov’u (1924-1990) anlattı.

Filmin senaryo yazarı ve diğer yönetmeniyse Olena Fetisova…Paradjanov’un hayatı Amerikalı yazar James Chapman’ın “Stet”(2006) adlı romanına da konu olmuştu.

Doksanbeş dakika uzunluğunda, Rusça konuşulan ve Ukrayna’nın 86. OSCAR ödüllerindeki yabancı film dalında Oscar aday adayı olan “Paradjanov” da Sergei Avedikian Paradjanov’u, Paradjanov’un ikinci eşi Svetlana’yıysa Yuliya Peresild canlandırdı.

4 Temmuz 2013’te Çek Cumhuriyeti’ndeki Karlovy Vary Festivali’nde gün ışığına çıkan ve 4 Ekim’de Hamburg Festivali’nde gösterilen “Paradjanov” 1 milyon 980 bin Euroya maloldu.

Yönetmen Federico Fellini, Bernardo Bertolucci,Francesco Rosi, fotoğraf sanatçısı Ara Güler,oyuncu Marcello Mastroianni, Giuletta Masina(Fellini’nin eşi), yazar Alberto Moravia ve Tonino Guerra’nın yakın dostu olduğu Paradjanov Gürcistan’ın Sovyet işgali altında olduğu dönemde bu ülkede yapıtlarını gerçekleştirmişti.

Paradjanov’un yapıtları Sovyet devletinin kültür konusunda yetkili bürokratlarının tüylerini diken diken etmiş ve bu filmler Sovyet makamlar tarafından birer ucube olarak tanımlanmıştı…İki kez evlenen Sergei Paradjanov’un çocuğunun adı Suren…Filmlerine hayranlık duyduğu yönetmen ise Pier Paolo Pasolini…

“Hayırsızada”nın Yönetmeni Sergei Avedikian

Serge Avedikian’ın senaryo yazarı ve yönetmeni olduğu “Barking Island/Chienne d’Histoire/Hundeelend/Hayırsızada” 63. Cannes Film Festivali’nde en iyi kısa film dalında Altın Palmiye ödülünü kazanmıştı.15 dakika uzunluğundaki renkli animasyon “Hayırsızada” 47. Antalya Film Festivali’nde de gösterilmişti.

”Hayırsızada” Avustralya’daki Melbourne ve Fransa’daki Clermont-Ferrand film festivallerinin programlarında da yer aldı.2010 Antalya Film Festivali’nde “Hayırsızada”nın yönetmeni ve senaryo yazarı Serge Avedikian (1 Aralık 1955 Erivan, Ermenistan doğumlu) Kısa Film Atölyesi de gerçekleştirmişti, bu atölyede yönetmenle bir söyleşi de yapılmıştı.Serge Avedikian aynı zamanda Antalya Film Festivali Kısa Film Ödüllleri Seçici Kurulu’nda yer almıştı.

“Hayırsızada” 1910 yazında İstanbullara karşılıksız olarak bekçilik ve çöpçülük hizmeti veren 80 bin kadar sahipsiz köpeğin İstanbul ve çevresinden toplanarak Hayırsızada/ Sivriada’ya atılarak öldürülmesini konu almaktaydı.