"418 milyar dolar ile ilgili çok kararlı olduğumun tekrar altını çizmek isterim. Her kuruşu bu milletin insanlarına geri verilecek. Kim olduğunuz, nasıl düşündüğünüz, kime oy verdiğinizin hiçbir önemi yok; bu para sizin, hakkınızı alacaksınız." KEMAL KILIÇDAROĞLU


 


 


 

Sayın Kemal Kılıçdaroğlu mütevazı, dürüst, namuslu, parlamenter demokrasiye gönül veren, demokraside güçler ayrılığı ilkesini benimseyen, şeffaf bir devlet sistemi kurmak ve hükümet tarafından harcanan her Türk lirasının Sayıştay tarafından denetlenmesini isteyen kişiliğiyle 2023 Türkiye'sinde Cumhurbaşkanı olmayı en çok hak eden kişidir...Kemal Kılıçdaroğlu 'na T.C.'nin sonsuza kadar yaşamasını isteyen herkesin elinden geldiği kadar yardımcı olması gerekiyor...

Kemal Beyi bekleyen canavar Tansu Çiller'in Başbakanlığı döneminde 1994'te ortaya çıkan büyük ekonomik krizden bugüne yoksul sayısında tüm rekorların kırılmış olması...


 


 

Brezilya'da Luiz Inácio Lula da Silva 2003-2011 döneminde milyonlarca insanı açlıktan, yoksulluktan,işsizlikten kurtarmıştı...Umarım Sayın Kılıçdaroğlu da on milyonlarca insanı yoksulluktan kurtarma fırsatı bulur ve Türkiye'nin kurtarıcısı olur...


 

Öte yandan, tüm Millet İttifakı belediye başkanları yaptıkları hizmetleri geliştirmek ve çeşitlendirmek için daha fazla gayret göstermeli...Böylece belediyelerin hizmetlerinden memnun insanlarımızın Millet İttifakı hükümetini iktidara taşıması mümkün olacaktır...


 

Millet İttifakı'nın büyük farkla milletvekili seçimlerini kazanması için laik T.C. 'nin sonsuza kadar yaşamasını isteyen herkesin görevini tam olarak yapması gerekmektedir...


 

Millet ittifakı hükümeti kurulduğunda Sayın Meral Akşener'in Kürtlerle ilgili çekinceleri ne yazık ki ciddi tartışmalar çıkaracak gibi görünüyor...Oysa Millet İttifakı ilk turda Cumhurbaşkanlığı seçimini HDP'den oy alabilirse kazanacak...


 

13,5 milyon kişiye zarar veren 6 Şubat 2023 depremi barınma sorununu en temel problem haline getirdi...5 milyon insanın evsiz kaldığını Akdeniz Gerçek Gazetesi manşetine taşımıştı...


 

Şu anda enflasyon her zamankinden azgın...Sosyal güvenlik kurumunun açığı yıllık 2 milyar dolardan fazla...


 

Kuraklık tarım üretiminde rekolteyi azaltacak...Bu da enflasyon ateşine benzin sıkmaktan farksız...


 

Muhalefet partilerinden birinin lideri (Ümit Özdağ; Zafer Partisi) 2011 sonrasında Suriye, Ukrayna, Afganistan, Rusya gibi ülkelerden 13 milyon sığınmacının Türkiye'ye geldiğini iddia ediyor...


 


 


 

MHP'nin literatüre kattığı askıda ekmek uygulamasıyla yoksulluğa çare bulmak mümkün değil!


 


 

Son 50 yıldır Türk ekonomisi bir korku tünelinden ne yazık ki çıkamadı!

 

1973'te varil fiyatı 3 dolar olan petrolün, 1974'te 12 dolara yükselmesi Türk ekonomisini yerle bir etmişti...1959 döviz krizini 1961'den başlayarak Almanya'ya işçi yollarak atlatan ve gurbetçilerin Türkiye'ye yolladığı marklarla can suyu bulan Türk ekonomisi böylece 1973-1974 döneminde hastahanelik hatta yoğun bakımlık, komalık olmuştu...

2023'ün ilk çeyreğinde küresel bankacılık sektöründeki sancıların Türk bankacılık sistemine bulaşmamasını dilemekten başka elimizden bir şey gelmiyor! Bankacılık sisteminde ciddi sıkıntılar belirlemesi, sıkıntının tüm küresel bankacılık sistemine bulaşmasına yol açabilir...O nedenle de çok ürkütücü...

ABD’de son günlerde peş peşe üç banka battı: Silvergate Capital, Signature Bank ve Silicon Valley Bank.

Oyuncu, film yıldızı Sharon Stone, Silikon Vadisi Bankası'nın çöküşünün ardından gözyaşlarını tutamadı: "Paramın yarısını bu bankacılık olayında kaybettim"


Katıldığı bir bağış etkinliğinde parasının yarısını batan Silicon Valley Bank’a yatırdığı açıklayan Sharon Stone gözyaşlarını tutamadı.
Stone, banka hesabının erimesine neden olan "bankacılık olayı" hakkında ayrıntılı bilgi vermese de, duygusal konuşması, Silicon Valley Bank'ın çöküşü ve borsa oynaklığından kısa bir süre sonra geldi.

ABD'nde JPMorgan Chase, Citigroup, Bank of America, Wells Fargo, Goldman Sachs ve Morgan Stanley'nin First Republic Bank'ı kurtarma çabasına katılan 11 büyük bankanın arasında yer aldı...
Zor durumdaki bölgesel kredi bankası First Republic'e 30 milyar dolarlık nakit desteği sağlaması piyasaları rahatlattı.Müşterilerinin paralarını çekmeye koşması riskiyle karşı karşıya gelebileceğinden korkulan San Francisco merkezli First Republic, geçen hafta içinde yüzde 70 değer yitirmişti. JP Morgan ve Citigroup'un liderliğinde 11 büyük Amerikan bankasının kurtarma planı hisse senetleri piyasalarını hemen etkiledi ve First Republic hisseleri yeniden yükselişe geçti.
ABD'de ortaya çıkan bankacılık sıkıntıları Avrupa'da da İsviçre'nin dev bankası Credit Suisse üzerinden kendisini gösterdi.1985'te kurulan First Republic Bank'ın geçen yıl sonu itibarıyla 212 milyar dolarlık varlığı ve 176,4 milyar dolarlık mevduatı bulunuyor.


Hafta başında hisseleri hızla değer kaybeden Credit Suisse'e Çarşamba günü İsviçre Merkez Bankası 50 milyar dolar acil destek fonu sağladığını açıkladı.
GAM Investments adlı yatırım danışmanlık şirketinin müdürü Swetha Ramachandran, yetkililerin, sorunların bütün bir bankacılık sektörüne yayılmaması için ön alıcı müdahaleler yaptığını söylüyor."Yapmaya çalıştıkları, tek tek bankaları ilgilendiren belli sıkıntıları hemen izole edip, yayılarak bütün sistemin sorunu haline gelmesini engellemeye çalışmak."Dolayısıyla bu 2008'den çok farklı bir durum. Orada bütün bir bankacılık sektöründe yaygın bir sorun vardı."Swetha Ramachandran, Avrupa Merkez Bankası'nın şu anki esas sorununun enflasyonla mücadele olduğunu, Credit Suisse'in yaşadığı sorunun tipik olmayan ve bu bankaya mahsus bir sorun olduğunu düşündüklerini söylüyor.

 

 

 

Türk futbolu da Türk ekonomisi gibi borç batağındadır

 

Türk futbolunun borç toplamı:
Fenerbahçe borcu: 344 milyon dolar
Beşiktaş borcu: 329 milyon dolar
Galatasaray borcu: 306 milyon dolar
Trabzon borcu: 170 milyon dolar Dört takım borcu 1 milyar 149 milyon dolar


 


 


 

Akp destekçilerinin bir bölümü ne yazık ki fanatik...Onlara ülke ekonomisinin şu an ki kaptanla yola devam edersek çok fena kazalar yaşamaya mahkum olduğunu, ekonominin çok büyük felaketlere gebe olduğunu, yoksulların daha da yoksullaşmaya devam edeceğini anlatmak ne yazık ki mümkün değil...


 


 

Ekonomist Mahfi Eğilmez: AKP’nin iktidarda olduğu dönemde yalnızca özelleştirmelerden 63 milyar dolar gelir elde edilmiş bulunuyor.   
 

Mahfi Eğilmez 63 milyar doların israf edildiğini söylüyor...

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) eski baş ekonomisti ve Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Hakan Kara, "Gelinen noktada 2001'e geri döndük; dünyada dördüncü en yüksek enflasyona sahibiz" değerlendirmesini yaptı.

Türkiye'nin enflasyonla 1970'lerde tanıştığını ve enflasyonla mücadelenin ise 1994'ten sonra başlandığını belirten Prof. Dr. Kara, Türkiye'nin enflasyonla mücadelede en başarılı olduğu dönem olarak gösterilen 2000'lerde ise TCMB başkanlarının görev sürelerinin olan 5 yılı tamamladığına dikkati çekti.

"Gelinen noktada 2001'e geri döndük"

2001 yılında dibe vurulduğunu, dünyanın en yüksek üçüncü enflasyonuna sahip olunduğunu belirten Prof. Dr. Kara, “Gelinen noktada 2001'e geri döndük. Dünyada dördüncü en yüksek enflasyona sahibiz. Bir dönem başarı elde ettik enflasyonu düşürdük ama devam ettiremedik" ifadelerini kullandı. Prof. Dr. Kara, şöyle dedi:

"Türkiye'nin sürdürülebilirlik ve makro finansal dengeleri devam ettirebilmesi konusunda kurumsal yapılandırma önerileri getireceğim. 100 yıllık dönemden ne ders çıkarabiliriz diye bakarsak finansal istikrar konusunda; basiretli bir para politikası, fiyat istikrarı için ön şart. Merkez Bankası'nın araç bağımsızlığı kritik. Son yıllarda gördüğümüz gibi, siyasi otoritenin de toplumun da bunu benimsemesi gerekiyor.

"Makro finansal dengesizlikleri de gözeten yapıya ihtiyaç var"

Bu yetmez, diğer kurumların da para yaratma yetisinin de sınırlandırılması lazım. Kamu bankalarının asıl işlevlerine dönmesi, bütçe disiplini ve mali açıdan önemli. Sadece enflasyonu indirelim, Merkezi Bankası bağımsız olsun, bütçeyi de sıkalım enflasyonu düşürelim şeklinde bir yaklaşım kalıcı olmayabiliyor. Arka planda sürdürülebilir istikrarlı yapı da önemli. Makro finansal dengesizlikleri de gözeten yapıya ihtiyaç var”

Enflasyonla mücadelede para politikasının önemli olduğunu, ancak mali disiplinin de gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Kara, Türkiye'de bütçe açığının da 1970'larda başladığını hatırlattı. Kara, enflasyonla mücadelenin uygulandığı 1994'ten sonra Türkiye'nin faiz dışı fazla vermeye başladığını belirtti.

Prof. Dr. Kara, Türk Lirası'nın reel olarak değer kaybettiği 1980'ler ve 2018 sonrası dönemde de ihracata dayalı ekonomi modelinin oluşturulduğunu ancak iki dönemde de enflasyonun raydan çıktığını söyledi. Prof. Dr. Kara, "Bir şeyleri yanlış yapıyoruz. Belki de kur üzerinden rekabetçiliği sağlamak doğru bir yaklaşım değil" dedi. 

"Verimlilik artışına dayanmayan üretim artışı da enflasyonist oluyor"

Prof. Dr. Kara, şu ifadeleri kullandı:

"Yaygın olan hakim olan düşünce biçimi şu: Birileri 'Bizim kalkınmamız lazım, Türkiye üretmeli' diyor. Tamam kulağa çok hoş geliyor ama ihracata dayalı büyümek için ucuz kredi verelim, bolca teşvik basalım, rekabetçi kuru da verelim tamam kalkınıyoruz gibi düşünce biçimlerinin zaman zaman hakim olduğunu görüyoruz. Kaçırılan nokta şu: Verimlilik artışına dayanmayan üretim artışı da enflasyonist oluyor."

"Gelecekteki refahın bir kısmı da harcandı, artık zor işler yapmak lazım"

Değer artışına odaklanılması gerektiğini belirten Prof. Dr. Kara, "Verimlilik artışına her şey giriyor. Kurumsal yapılanmadan kuralların yeniden yapılması, hukuk sisteminden eğitim sistemine kadar geniş bir yelpazede reform yapmak gerekiyor. Beşeri sermaye gerekiyor. Kamunun kapasitesi artırılmalı. Bunlar zor şeyler ama kolay lokma da kalmadı artık. Çünkü, gelecekteki refahın bir kısmı da harcandı, artık zor işler yapmak lazım. Yapamazsak 100 değil 1000 yıl daha bu problemleri konuşmak zorunda kalırız" dedi.

Suriyeli ve Rus asker kaçaklarının yığınlar, gettolar halinde Türkiye'ye sığınması yakın gelecekte başımıza ne gibi belalar açabilir?

Hitler Avusturya, Çekoslovakya, Polonya gibi ülkeleri işgal, istila emirlerini verirken gerekçe, bahane olarak bu ülkelerdeki on milyondan fazla Almanın mutsuz olduğunu ve Alman ordusu aracılığıyla onları mutlu etmek istediğini söylemişti...Putin'de 2014'te Kırım'ı, 2022'de Ukrayna'yı istila emrini verdiğinde aynı argümana, aynı yalana sığındı, başvurdu...Yakın gelecekte Rusya Türkiye'de gettolaşmış şekilde yaşayan Rus kalabalıkları çok mutsuz, Rus ordusu aracılığıyla biz onları mutlu etmek istiyoruz diyerek Türkiye'ye saldırırsa ne olacak?Türkiye'de kimse NATO'nun 5. maddesine güvenmemeli...Türkiye Rus saldırısına uğrarsa bence diğer NATO üyeleri yardımımıza koşmaz! Suriyeli kalabalıklar da Türkiye'de gettolar halinde yaşıyor...Bazı illerde, ilçelerde plesibit yapılsa Suriyeliler "Biz Türkiye'den memnun değiliz! Suriye'ye katılmak, bağlanmak istiyoruz!" derlerse ne olacak!   
 

Vehbi Koç Grubu çalışanı olan, "Kral Çıplak!" mesajını yollayıp intihar eden genç adamın uyarılarına bankacılarımızın kulak vermesi gerekiyor!

Yapı Kredi Teknoloji şirketi Geliştirme Müdürü Efe Demir, mektup bırakıp yaşamına son verdi: Kral çıplak diyorum

"Hayatımla ilgili daha tatsız bir karar almış olmasam sanırım bu sadece istifa niteliğinde olacaktı, ancak sanırım bu niteliğin bir pek de önemi kalmadı"

Yapı Kredi Bankası'nın iştiraki olan Yapı Kredi Teknoloji şirketinin Bireysel Krediler Tahsis Uygulama Geliştirme Müdürü Efe Demir, yaşamına son vermeden önce şirket yöneticilerine gönderdiği mailde, "İnsana ve çalışma arkadaşınıza önem vermiyorsunuz. Kimin ne yaşadığına ne sonuç ürettiğine bakıyorsunuz. Hayatımla ilgili daha tatsız bir karar almış olmasam sanırım bu sadece istifa niteliğinde olacaktı, ancak sanırım bu niteliğin bir pek de önemi kalmadı. Kral çıplak demenin suç addedildiği bir ülkede, ben en azından kurumum açısından kral çıplak diyorum. Bir şeyler yoluna koymak için hala çok geç değil" ifadelerini kullandı.

Yapı Kredi Teknoloji şirketinin Bireysel Krediler Tahsis Uygulama Geliştirme Müdürü Demir, 14 Mart'ta yaşamına son verdi. Demir'in 13 Mart'ta, şirket yöneticilerine gönderdiği mail ortaya çıktı.

İş hayatında, "kendisini en çok yıpratan konuları" sıralayan Demir, "İnsana ve çalışma arkadaşınıza önem vermiyorsunuz. Kimin ne yaşadığına ne sonuç ürettiğine bakıyorsunuz. Tek bir şeyi iyi yapıyorsunuz, o da görece iyi para veriyorsunuz. Yarın bir gün çalışan ve çalışmayan arkadaşların primlerini de özelleştirirsiniz, somut bir kaynak aktarırsınız başarılı arkadaşlarımıza. Ama çalışanlarınızın bu parayı kullanabilecek zaman ve kaliteli psikoloji içinde olup olmadığını gram önemsemiyorsunuz. Hayatımla ilgili daha tatsız bir karar almış olmasam sanırım bu sadece istifa niteliğinde olacaktı, ancak sanırım bu niteliğin bir pek de önemi kalmadı. Kral çıplak demenin suç addedildiği bir ülkede, ben en azından kurumum açısından kral çıplak diyorum. Bir şeyler yoluna koymak için hâlâ çok geç değil" dedi.

Demir'in "Elvada" başlığıyla yayımladığı e-postasının tamamı şu şekilde:

"Değerli yöneticilerim,

Öncelikle size kendimden bahsetmek istiyorum. İzmir’de çok eğitimli ve başarılı bir ailenin küçük çocuğuyum. İkisi de akademisyen olan annem ve babam, rol modelim olan meslektaşım ve 20 yıldır Amerika’da mesleğini başarıyla sürdüren abim ile beraber tam anlamıyla çekirdek denebilecek bir ailenin içinde huzurlu bir ortamda yetiştim. Bütün eğitim hayatımı başarılarla ve derecelerle tolu bir şekilde tamamen burslu bir şekilde tamamladım. Mütevazi olmaya gerek yok Türkiye standartlarında her anlamda o kaymak tabaka diyebileceğimiz bir kategoride bulunduğumu söyleyebilirim. Ayrıca ekonomik olarak da belki ikinizden de rahat hiçbir kaygısı ve sıkıntısı olmayan bir gerçekliğim olduğunu da söylemek isterim.

İş hayatıma Yapı Kredi’de başladım. Temas ettiğim her kişiyle pozitif ilişkiler kurdum, güldüm, güldürdüm, paylaştım. Oldukça da yoğun ve başarılı bir dönem olduğunu söyleyebilirim. Açıkçası kurumda savunduğumuz sözde ilkelerin tamamına uygun bir çalışma hayatı başlangıcı diyebiliriz. Kariyerimde 4 seneyi geride bıraktığım noktada artık ekip değişikliği ve daha büyük projede çalışma hevesiyle Krediler dünyasına yöneldim. UCAP ve SCAP gibi önemli iki projenin her safhasında canhıraş bir şekilde ekip arkadaşlarımla beraber yer aldım. Her hedefi teker teker gerçekleştirdiğimiz, çıktılarını benden çok daha iyi bildiğiniz başarılarla dolu bu yıllar beni bildiğim kadarıyla kurumun tarihinin en erken yöneticilik pozisyonuna getirdi. Bunları anlatıyorum; çünkü geldiğimiz noktanın ne kadar olumlu ve herkesin hayallerini süsleyecek bir nokta olduğunu vurgulamak istiyorum. Ayrıca bu hayatta en değer verdiğim insanlardan birini; değerli eşimi de bu kurumda tanıdım. Ekip arkadaşı olarak tanıştığım B. ile hayatımı birleştirmeme de burası vesile oldu demek hiç de yanlış olmaz.

Cümleleri burada bitirsek muhtemelen bir teşekkür ve memnuniyet timsali bir mail olacaktı; Ancak:

Buralara gelirken hep söz de savunduğumuz kurum değerlerinin aslında ne kadar içinin boşaltıldığına şahit oldum.

Tedbirli olma kisvesi altında korkakça davranıldığını gördüm.

Liyakat eksikliği taşıyan onlarca yöneticinin yollarca burada çalışmasına ve kurumun içini boşaltmasına sessiz kalındığını gördüm.

Listelere girmemenin büyük işler yapmaktan önemli hale geldiğini gördüm.

Takvim hedeflerine yetişmenin hedefin kendisinden çok daha büyük görüldüğünü gördüm.

Yöneticisini memnun etmeye çalışmanın amaç haline geldiğini gördüm.

Yüzlerce yalan söylendiğini gördüm.

F.Ç. gibi kıymetli bir yöneticinin bankanın vizyonsuz yöneticilere gösterdiği hoşgörü nedeniyle yol ayrılığı noktasına getirildiğini gördüm.

E.M gibi kıymetli bir insanın yıllarca kuruma verdiği emekler göz ardı edilircesine, fikir ayrılığı nedeniyle yol ayrılığı noktasına getirildiğini ve yol ayrılığında yalnızlaştırıldığını ve seçeneksizleştirildiğini gördüm.

Bunlar istifa etmem için oldukça yeterli sebepler ve belki bir ay öncesine kadar alacağım karar bu olacaktı. Ama hepimizin malumu bir deprem felaketi yaşadık. Bugün de hastanede İbrahim’i ziyaret ettim. Daha iyiye gidiyor, inşallah bacağını kaybetmeden bu dönemi de atlatır.

Ama deprem sırasında da yaşananlara değinmekte fayda var. Özellikle bizim ekibimizin yer aldığı onlarca aksiyon aldık malumunuz. Deprem kitlesinin bütün risk stratejilerinden ayrıştırılmasını sağlayan, bulunduğu bölgeden şubeye, ilden ilçeye her bilgisini beslediğimiz bir dönemde alınan banka aksiyonlarını özetliyorum;

- BDDK izin verdiği (biraz da zorladığı) için bütün depremzedelerin kredi kartı limit artışlarını x4 kuralına göre değil x8 kuralına göre otomatik değerlendirdik ve 10 milyara yakın Pazar payı yakaladık. Müşterilerimize harcama anlamında destek olmaya çalıştığımızı rekabette Garanti’ye karşı bir hamle olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz.

- Kredi ötelemelerini basiretsizce önce otomatik ödeme sonra öteleme gibi yapmaya çalıştık günlerce. Ne zaman sosyal medyaya düştük ve başka bankaların daha “müşteri dostu” uygulamalarını gördük; ancak o zaman geri adım atıp tam ötelemeye gittik. İşletme ve ticari kredilerde hala suyunu sıkmaya çalışıyoruz müşterilerin

- Bu 1-2 akut aksiyon alındıktan sonra ne yaptık; bütün depremzedelerin risk başvurularını reddetmeye başladık. Neden? Çünkü ödeyemezler, neden. NPL riskine girelim ki; malum finansal bir kuruluşuz önce kendimiz geliyoruz

- Sonra tabi baktık Pazar kaybı yaşıyoruz o kadar da değil daha detaylı bir bakalım herkesi de reddetmeyelim. Belirli risk bölgelerini ayrıştıralım; onların ödetebileceği taksit tutarını yarıya düşürelim yine de alabilecek olan zengin müşterilerimiz bankadan kredi alabilsin.

- Ama son aksiyonda tabi önemli bir ticket size kaybettik. BDDK tebliği 10 gün öncesinde yayınlanmasına rağmen; umurumuzda olmayan vade kısıtı bir anda acil gündemimize geldi. Çünkü uzun vade daha fazla kredi tutarı anlamına geliyordu hepimiz için.

Toplumsal sorumluluğunu üst seviyede olarak lanse ettiğimiz bankamızın yukarıdaki aksiyonların hiçbirini depremde zarar görmüş tek bir yurttaş mutlu olsun diye almadı. Hepsi tamamen ticari ve stratejik hamlelerdi. Tabi IT organizasyonu olarak şu şekilde kendinizi rahatlattığınıza eminim, kararları biz vermiyoruz. Peki kararları etkilemek yönünde bir girişiminiz oldu mu? Peki vicdanınıza sığmayan bu kararların alındığı dönemde bir yerde hiç odağınızı kaybetmeden çalışmayı nasıl başardınız?

Bu kısmı biraz yakın dönem özetlemesi olarak çarpıcı örnekler olduğu için vurgulamak istedim.

Gelelim münferit örneklere;

- Eşim o zamanki yöneticisi L.B’yi IK etiğine şikayet ettiğinde hem performansı hem de kişisel haklara yönelik usulsüzlük olduğunu ilettiğinde kurum olarak sessiz kaldık. Eminim hala IK sisteminde dosyası açıktır. Tabi bu eşim özerinde münferit bir örnek diye düşünüp duygusal davrandığımı düşünebilirsiniz. Peki hiç L.B’nin ekibindeki son 5 yılda işten ya da ekipten ayrılmış 40 çalışma arkadaşımızı incelediniz mi? Hepsi mi kendisi başarısızdı? Ya da sorumlu yöneticisi Y.K özelinde bir değerlendirme yapmayı düşündünüz mü bugüne kadar?

- UCAP projeni sırasında pandeminin de fırsat bilindiği ve insan haklarını ihlal edercesine 80 saatin üzerinde onlarca kişinin çalışmasını nasıl değerlendirelim? Bir amaç uğruna ve başarılı bir grubun eseri miydi bu? Ya da o arkadaşlar bu hedefi başarırken gerçekten mutlu muydu? Karşılıklarını aldılar mı? Direktörlüğün yüzde 50’si turnovera uğrarken bir proje için sizce bu değdi mi? Ya da inisiyatif sahiplerinin kurum sadakatini kaybettirmeden önce yapılabilecek başka bir şey yok muydu?

Daha verilecek yüzlerce örnek olmasına rağmen uzatmayacağım. Deprem gündemi hepimiz için bir anda geride kaldı, mevcut hedeflere ve takvimlere geri dönüldü. 15 günlük sözde hassasiyet yerini azme değil hırsa, çabaya değil sonuca, kaliteye değil takvime bıraktı. Beni en çok yıpratan şeyi en sonra bıraktım.

İnsana ve çalışma arkadaşınıza ÖNEM VERMİYORSUNUZ. Kimin ne yaşadığına ne sonuç ürettiğine bakıyorsunuz.

Tek bir şeyi iyi yapıyorsunuz, o da görece iyi para veriyorsunuz. Yarın bir gün çalışan ve çalışmayan arkadaşların primlerini de özelleştirirsiniz, somut bir kaynak aktarırsınız başarılı arkadaşlarımıza. Ama çalışanlarınızın bu parayı kullanabilecek zaman ve kaliteli psikoloji içinde olup olmadığını gram önemsemiyorsunuz. Bu kurumda başarılı olabilecek arkadaşlarımızın çoğunu kaybedeceksiniz; özellikle de ekonomik kaygısı az olan ya da başka kurumlarda bu kaygıyı giderme şansı olan arkadaşlarımızı.

“Siz” söylemini lütfen kişisel algılamayın; gözümde kurumu temsil ettiğiniz için bu terminolojiyi kullanıyorum. Hayatımla ilgili daha tatsız bir karar almış olmasan sanırım bu sadece istifa niteliğinde olacaktı, ancak sanırım bu niteliğin bir pek de önemi kalmadı. Size ve kuruma saygımdan dolayı bu maili genele değil, size ve bana değer verdiğini bildiğim 3-4 arkadaşıma atıyorum.

Kral çıplak demenin suç addedildiği bir ülkede, ben en azından kurumum açısından kral çıplak diyorum. Bir şeyler yoluna koymak için hâlâ çok geç değil.

Sağlıcakla kalın.

Not: Ailemi ve bu maile konu ettiğim insanları rahat bırakın. Aksi durumda hakkımı helal etmiyorum.

Efe Demir

Bireysel Krediler Tahsis Uygulama Geliştirme Müdürü"