Kaygı içinde yaşayan, kaygıları korkuya dönüşen bir toplum olduk! Hepimizde geçim kaygısı, işini kaybetme kaygısı, sevdiklerini yitirme kaygısı, deprem kaygısı, borç kaygısı, hastalık kaygısı, adalet kaygısı ve daha bir sürü kaygı yükü var! Bu öyle bir yük ki; ömrümüzü bitiriyor, yaşam kalitemizi düşürüyor, korkularımızı körüklüyor, umutlarımızı tüketiyor! Kaygı insanı yiyip bitiriyor! Ömrümüzden gidiyor!

Giderek zorlaşan yaşam koşulları ile eşgüdümlü olarak, korkunç bir “ kaygı döngüsü” içindeyiz. Bundan kurtulamıyoruz bir türlü!

“Yoklama alıyorum. Sessiz olun. Kaygı; burada, hüzün; burada, yalnızlık; burada, mutluluk, mutluluk? “Nerede diye soruyor Cemal Süreya.

Onu hepimiz arıyoruz ama, bulan yok gibi! Kaygı ve korkularımızla baş etmek için yapabileceğimiz çok fazla şey de yok sanki… Bazen herkesten sakladığımız, çoğu kez zayıflık olarak görüleceğine inandığımız tuhaf kaygılarımız da esir alıyor bizi. O kaygılar giderek korkuya dönüşüyor ve hayallerimizden ya da başarabileceğimiz şeylerden bile vazgeçiyoruz.

Yaşamımızda belli ölçülerde kaygı duymak olağan olsa da, olağan dışı gelişmelerin çokça yaşandığı toplumlarda kaygı; aşılamaz boyutlara geliyor. Sanırım çoğumuzun yaşadığı da bu. Kaygılarımızı korkularımızı yokmuş gibi saklamaya çalışıyoruz.

“Aslında çevremizdeki herkesi aldatıyoruz; dışardan bakıldığında yaşam doluyuz, iyi niyetliyiz ve hatta biraz tuhafız ama, aslında hepimizin yüreği kaygı dolu. “Diyor Georges Bataille.

Sanki bu tanımla bizi anlatıyor gibi. Çocukların, gençlerin, orta yaşlıların ve yaşlıların hayalleri çalındı. Artık hayal kırıklıkları ve suya düşen hayallerimiz yüzünden korkar olduk hayal kurmaya bile! Evde, sokakta, işyerinde insanların suratına bakın. Hiç gülümseyen bir yüz görebiliyor musunuz? Gülmenin bile ayıplandığı tuhaflıkların arasında, gülmeyi unuttuk! Kaygı, korku ve paranoyanın etkisinde, artık iletişim kuramıyoruz.

Umudu tükettik! Tıpkı Cemal Süreya’nın dediği gibi;

“Artık hayallerim suya düşecek diye kaygılanmıyorum. Çünkü onlar düşe düşe yüzmeyi öğrenmişler.”

Hepimizin bu derin kaygı sarmalından, içinden çıkamadığımız bu döngüden kurtulmamız için, topluma umut aşılayacak, korku ve endişelerden kurtaracak güven duygusu sağlayacak yeni bir siyaset anlayışına gerek var. Aksi takdirde;

“Dünün üzüntüleri ve yarının endişeleriyle donatılmış bir kalpten, bugün için bir şey bekleme.” Diyen Hannah Arendt haklı çıkar.