Ne demiştik? Ha, İtalya… Ne Venedik, ne Cenova tek başlarına bir şey ifade etmiyordu. 14-15. Asırda Akdeniz bir Türk gölü idi.
Haraç vermeden burnunu dahi limanda çıkaramazdın. E haraç falan derken maliyetler artıyor o fiyatlara yansıyor o da karı azaltıyordu.
İtalyanlar hödük değildi tarihi okurlar ve ondan da ders alırlardı.
1500 senesinde ‘çizmede’ 80 adet şehir devletçiği vardı, hepsi de bir diğeri ile kavgalıydı.
‘Yok böyle olmaz’ dediler 10-12 devlete indirgediler. Gene de hala her birinin ayrı parası, kuralı, gümrük tarifesi vardı. Hatta her biri ayrı bir dil konuştuklarını iddia ediyorlardı.
Napolyon bunları bir araya getirince artık bir İtalyan varlığından söz etmek mümkündü.
Ama ‘birlik’ dediğin şey makarna pişirmeye benzemiyordu. Emek ve çaba lazımdı, hatta bazen kan dökmek…
Sonra, madem bir devlet kurulacak bunun bir ideolojisi olmalıydı; RISORGİMENTO (YENİDEN DOĞUŞ) hareketi böyle başlayacaktı. Mazzini adında bir akademist bu konuyu yazılı olarak ele alacak, Garibaldi ise hayata geçirecekti. 19. Asır ortalarında İtalya da kültür ve sanat elitleri, iş çevresi, seçkin politikacılar ve Kuzey İtalya da yeşeren monarşik kurumlar bir ‘UNİTER’ yapının zorunluluğunu açıkça vurguluyorlardı.
Her ne kadar Garibaldi, cumhuriyet, Mazzini meşruti krallık, diyorsa da amaç önce bir devlet kurmaktı. Sonrasına sonra karar verilirdi. Ama memleketin güneyinde Papalık kuzeyinde Avusturya hakimdi. 3. Napolyon (Büyük Napolyon’un yeğeni) o günlerde Fransa’ya vaziyet ediyordu. Ve amcasının ‘İtalyan birliği’ fikrine sahip çıkıyordu.
Viyana’yı o hal edecekti, Papalık devletlerini de yaman bir devrimci olan Garibaldi.
Papa hazretleri çok kızdı, küstü ama bir kere olan olmuştu, süngünün zoruyla ‘millet’ kavramı, ‘ümmet’ kavramını yenmişti. (Papa, 1929 senesine kadar bu yeni devleti tanımayacaktı., ta ki Benito Mussoloni gelene kadar!)
Elbette kolay olmayacaktı, hele güney de sefalet içinde yaşayan insanlar Papadan başka bir güce inanamıyorlardı. 1860 ile 1870 arası yıllar, sürekli kanlı çatışmalarla geçecekti.
İtalya’nın şansına dönemin en etkili devlet adamı prens Bismarck, bu yeni devlete siyasi vizeyi çoktan vermişti.
Şimdi sıra bir başkent seçmeye gelmişti. Roma olacaktı bu başkent, eski Roma, dünyanın merkeziydi. Şimdi ise Vatikan tarafından tüm dünya Katolikleri idare edilebiliyordu. Böyle bir fırsatı heba etmenin bir alemi yoktu. Papa gene çığlık çığlığa protesto edecekti ama nafileydi.
Yeni devletin tüm siyasi kurumları Roma kentine yerleşecekler ve orada da kalacaklardı.
(Papa bunlara yeni Attila diyordu)
Papa hazretlerinin tüyleri diken-diken olmasına rağmen şehre bir adet Protestan kilisesi inşa edilecek daha sonra da geçmiş tüm ruhban sınıfını mezarlarında kırk takla attıracak yeni bir Mason mabedi yapılacaktı. (1872-1874)
Pek çok sıkıntı çekilecekti, yıllar içinde tutarsız, ipe sapa gelmeyen politikalar sonunda sefalet tavan yapmıştı. Bir milyon İtalyan ABD ye ve Güney Amerika kıtasına göç etmişti ve bu göç devam ediyordu. Hükümet ve kraliyet bu göçü bir tür çözüm olarak görüyordu çünkü o kadar aç bil aç insanı doyurmak gibi dertleri olmuyordu.
Tüm siyasi, kültürel, sosyal politikaları iflas eden hükümetler, sağ-sol fark etmeden, gazı milliyetçiliğe veriyorlardı.
Devam edecek