Ve bir Bayram daha bitiyor bugün; O da "kapanma"nın içinde başladı ve kapılarını kapatarak o da bitiyor.
İşte burada bir olay var. Ya, olur böyle şeyler diye her şeyi Tanrıya,
yazgıya, tevekküle bağlayacaksın, boş verip sürüye katılacaksın.
Ya da, ne oluyor ya, o kadar insan iyi ve güzel bir dünya ve insanlık için
bir şeyler yaparken, bu emekler, çabalar ve üretilenler nereye gidiyor, niye
yok ediliyor diye sorgulayacaksınız.
Size kalmış.
Neden ise, toplumlarda bazı dönemler düşünmemek bir matah sayılmaya
başlarmış; birleri ne dedi ise, o doğru kabul edilir, sorgulanmaz, sual edilmez
olunurmuş.
Günümüzde bile herşeyin kutsal kitaplarda yazıldığı, bazılarının
"alim" sayılıp, her şeyi bildiği sanılanların, bir düzen sürdürülmeye
çalıştıkları, düzen tutturdukları da ortadadır.
Oysa, "kıssadan hisse" deyimi, sık sık dini kaynakları için
kullanılır, alıntılar yapılır ve örnekler verilir. İşte bu, tam da bir
diyalektik, akılcı düşünsel bir yöntemdir. Doğmanın karşıtı olarak görülür.
Yaşam, onu fark etmeseniz de, kendi gerçeklerini size öğreten, dayatan ve
yaşatan akılcı bir süreçtir.
Siz çalışmak, üretmek ve yaşamak için çabalarken, birileri sizin tepenizden
ve sizden otlana otlana yaşıyor ise, sorun onun değil, sizindir. Sizin
çalışıyor ve üretiyor olmanızın bir anlamı yoktur, aklınızı da kullanmanız
gerekmektedir.
İşin kötüsü, o çalışmayan ve üretmeyen, sizin sırtınızdan geçinen kişi ve
sistem ise, düzenini sürmesi için aklını kullanıyordur. Sorgulama ki, kimse
rahatsız olmasın. Günümüz dünyası ve ülkemizin resmi budur.
1990'larda resmi kurumları sloganları, kitap ayraçları bile vardır.
"İnsan okur", İnsa, düşünen, üreten bir varlıktır" diye.
İnanılmaz.
Bugün ise, insanın ne olduğunu reytingi büyük kanalların öğle kuşağı
programlarına bir göz atın göreceksiniz. Toplum ne hale gelmiş ve nereye
gidiyor.
Ülkeden sual soracak olur iseniz de, devlet televizyonları ve yine bu
kanalların bal damlayan haber programlarına bakın.
Size Nineleriniz anlattılar mı bilemem ama, bize "Yalancının mumu
yatsıya kadar yanar"ı öğrettiler. "Yalancı çoban"ın öykülerini
anlatıp, kıssadan hisse çıkarın dediler.
Alman oyun yazarı ve ozanı Bertolt Brecht'in herkese çağrısı yıllardır
çınlar gök yününde de, üstüne alınan yok.
"kim mi kurtaracak seni aç insan/ bize gel ekmek istiyorsan bize gel/
açlıktan kıvrananlara / biz gösterelim sana yolu/ biz açlar vereceğiz sana ekmeği".
Daha da ne denilir ki.
Bizi, birbirimizden ayrıştırıyorlar. Daha akıllı değiller, sadece her şeyin
daha farkındalar ve birlik içindeler.
Ülkede yaşayan herkese söylüyorum. Gerçekten aklımızı başımıza almamız
gerek. Yaşananları görünce, aklım ile alay edildiğini görüyorum. Allahın çulsuz
zibidisi, kimin "gönlünü" nasıl etti ise, zevk-i safa içinde yaşıyor.
Adam aleni uyuşturucu işlerinde, içiyor, satıyor belli, siyasiler ile el
ele, omuz omuza. Bilgesu Erenus'un o ünlü dizelerde ki sorusu gibi:
"Nereye payidar nereye nereye payidar nereye? Yokuş bayır demesen de; dere
tepe düz gitsen de çıkmaz bu yol bir yere. Nereye Payidar?"
Madem, biz kapattılar, havalar da güzel, o halde, açın pencereleriniz,
odanıza hava girsin. Dr.Frank Vertosick Jr'ın yapıtında söylediği gibi de,
"Beynine Bir Kez Hava Değmeye Görsün". Hey gidi TÜBİTAK hey, bir
zamanlar sen neymişsin be abi!..
O oksijen ile, düşünmeye başlayalım.
Efsaneye göre "Simurg" ya da bilinen adıyla "Zümrüdü Anka
Kuşu" olarak bilinen kuşun öyküsünü düşünelim.
Bu kadar miskinlik ve pısırıklık içinde, belkide küllerimizden doğamının
vaktidir. Ama yolu yöntemi ile.
Bizim ülkemizin başına bir Zümrüdü Anka Kuşu" ATATÜRK olarak kondu da,
farkında değiliz.
İşte Atamız, Zümrüdü Anka öyküsü gibi bir öykü ile bekliyor sizleri.
Öykü bu ya: Zümrüdü Anka kuşu, bilgi ağacının dallarında yaşar. Usa
gelebilecek her şeyi bilir ve bütün kuşlar ona inanır; gerek duydukça da
Simurg'un kendilerine yardım edeceğini, onları zor durumlardan kurtaracağını
düşünürler.
Zümrüdü Anka kuşu öleceğini hissettiği zaman kendisine, ağacın kuru
dallarından bir yuva yapar ve hiçbir zaman ne olduğu anlaşılmayan bir
yapışkanla yuvayı sıvar ve yuvanın içinde ölümü bekler.
Güneş ortaya çıkıp, kuru dalları yakar ve Simurg yuvasında yanarak ölür ve
küllerinden yeniden doğar. Öykü böyledir.
Dedim ya, kıssadan hisse bol bugün.
Kuşlar, bir gün Zümrüdü Anka Kuşunun bilgisine ve yardımına gereksinim
duyarlar ama, yuvası da, bulutların üstünde, Kaf Dağı’nın tepesindedir.
Ulaşmak için, yedi dipsiz vadiyi geçmek gerekmektedir. Bu vadilerin
isimleri çok ilginçtir.
1.İrade; 2.Aşk; 3.Cehalet; 4.İnançsızlık; 5.Yalnızlık; 6.Dedikodu ve 7.Ben
olup BİZ, vadisidir.
Bugünler tam da bunu yaşıyoruz.
Öyküde, derler ki, bütün kuşlar ‘’BEN’’ vadisinden BİZ Vadisine kadar
varamaz. Her kafadan bir ses çıkar, eleştiriler başlar, her şeyi bildiğini
sananlar çoğalır, tartışılır ve kargaşa çıkar.
Herkesin bir fikri vardır ve bu en doğrudur.
Daha da ilginci, bütün kuşlar, önder, lider olmak ister ve birbirlerini
ezerler.
“BEN” duygusundan uzaklaşan 30 kuş (Biz)ise, Kaf Dağı’na ve yuvaya
ulaşabilir. İşte, bu "ben" duygusunu aşabilen ve biz olan 30 kuş, tek
bir Anka Kuşu olmuştur.
Bu topraklardan, bu bayramdan sonra da böyle bir Anka Kuşu çıkar mı sizce?
Yoksa, Dubai'ye kadar gidip bir bilene mı sormak gerek?