Bu aralar
azıcık Cemal Sureya oluyorum, azıcık Orhan Veli. Sabahattin Ali ise peşimi
bırakmıyor ki. Nazım her zaman gibi bağdaş kurmuş baş köşeye, her şeye iki
kelâmı hazır.
Yunus,
Dervişdir o anlar beni diye dizininin dibine oturuyorum. O benden de, deli.
Sanki o günler pandemi varmış da, eve o kapatılmış gibi, niye coştu ise,
"Taştın yine deli gönül/ Sular gibi çağlar mısın/ Aktın yine kanlı yaşım/
Yollarımı bağlar mısın" diye sitem ediyor.
Bu günler
bayram günleri. İnsan, neye alışır ise onun tadını, kokusunu ararmış. Dedim ya, bizler alışmışız Orhan Veli gibi
"sere serpe"ye. Hani der ya: "Uzanıp yatıvermiş, sere serpe;/
Entarisi sıyrılmış, hafiften;/ Kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor;/ Bir eliyle
de göğsünü tutmuş./ İçinde kötülüğü yok, biliyorum;/ Yok, benim de yok ama.../
Olmaz ki!/ Böyle de yatılmaz ki!"
Evet ya,
kimilerine bakıyorum aynen böyle. Pandemi falan hikaye. Kimin umurunda. Ama biz
sorumlu olmalıyız. Görevimiz!..
Etkiler ve
yetkililer " Leba lep"/dudak dudağa" imişler, kimin umrunda olur
ki. Ama, bizim umurumuzda.
Sedat Peker
ses veriyor bir kuzey Afrika'dan, bir Karadeniz kıyılarından, bir de bakıyoruz
ki, daha güneye demir atmış. Sanki Yahya Kemal Beyatlı'ya nispet yaparcasına.
Hani üstat,
"Artık demir almak günü gelmişse zamandan/ Meçhule giden bir gemi kalkar
bu limandan." der ya. İşte öyle.
Kimler nereye
gidiyor, kimler nerede kalıyor. Gemiler ne?
Bülent
Ecevit'in o takalara övgüleri bile bir masal.
Tamam,
"takalar geçiyor allı yeşilli/ takalar geçiyor dümenleri lâzlı/ takalar
geçiyor en nazlı/" ama, artık "yelkenlilerden de güzel" değil.
Onun da içine
etmişler, baksanıza, Bodrum Yalıkavak'ın adı bile iki günde kirlendi. Pek er olan biri bir telden çalıyor, Ağ ar,
ağarabilirsen denilecek birisi bir başka telden.-Ah be Atam, sen doğru
düşünmüş, doğru yapmışsın ama, doğru el konusunda biraz sorun mu olmuş ne.
Hani Gençliğe
seslenişinde "Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş,
bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her
köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha
vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve
dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri
şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.
Millet, fakr-ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir." diyorsun
ya. Haklı mısın ne. Ne desem boş. Beni kim dinler, bana kim inanır ki, bekli
Kadir, İnanır; Kimbilir?
Gerçeklerden
uzak, hayal aleminde yaşamak ne güzel.
Ülke yangın yeriymiş, yok kara gün akçeleri düğün takısı olmuş, artık
"askıda ekmek" bile yok.
Askıda ekmek
yok, asacaklarında cepleri delindi, yok ama, askıda her gün bir yerlerden gelen
"askıda adam, kadın cesetleri"nden söz ediliyor.
Kafam karışık
değil. Kafam son derece ayık, berrak, içi dolu dolu ama. Bir sorunum var Cemal
Süreya'nın ki gibi:
Ben de
"Dalgınım;/ Dalıp dalıp gidiyorum bu ara,/ Neyi nereye koyduğumu
unutuyorum./ Dargınım;/ Kırıla döküle gidiyorum bu ara,/ İnsanlar o kadar
acımasız ki;/ Kimi nereye koyduysam bulamıyorum..."
Sorun benim
bulup bulamamam değil. Bir gün ahali, kendini de bulamayacak. Kaygım bu,
üzüntüm bu.
Artık insanlar
milliyetçilerin omuzlarında ki davullarda, ümmetçilik tokmağı sallıyor,
çalıyorlar.
Daha ötesi ne
olur ki.
"Bu ne
acaip bilmece!/ Ne gündüz biter, ne gece./ Kime söyleriz derdimizi;/ Ne hekim
anlar, ne hoca.
Kimi işinde
gücünde,/ Kiminin donu yok kıçında./ Ağız var, burun var, kulak var;/ Ama hepsi
başka biçimde..
Kimi
peygambere inanır;/ Kimi saat köstek donanır;/ Kimi katip olur, yazı yazar;/
Kimi sokaklarda dilenir.
Kimi kılıç
takar böğrüne;/ Kimi uyar dünya seyrine:/ Karı hesabına geceleri,/ Gündüzleri
baba hayrına.
Bu düzen
böyle mi gidecek ?/ Pireler filleri yutacak;/ Yedi nüfuslu haneye/ Üç buçuk
tayın yetecek?
Karışık bir iş vesselâm./ Deli dolu yazar kalem./ Yazdığı da ne ? Bir sürü/ ipe sapa gelmez kelâm." diyor Orhan Veli Kanık(1914-1950) ama;
Ortalık da, o
kadar ipsiz, sapsız ile dolu ki?
İşin en
kötüsü de bu ya!..