Halvetiyye Tarikatı. Halvet, yani Allah ile buluşmalarını ağaç kovuğunda gerçekleştiren pirler, ( Hz. Muhammed’de zirvedeki mağara. Biliyorsunuz.) ibadetlerini, zikirlerini aleni yapmayan, gizli kalmayı tercih eden bir cemaat. Ve bugün bu “sırrına erilememiş tarikat” Elmalı’da sırra kadem basmış durumda. Bu yaklaşım üzerinden devam edeceğiz. Antalya’nın Elmalı ilçesinde bin 500’lü yıllarda, yaklaşık 300 yıl etkin olarak varlığını sürdüren kurucu olarak Ömer el-Halvetî (ö. 800/1397-98) ile ilişkilendirilen, eldeki verilere göre; Birçok kolu bugün Türkiye, Suriye, Mısır, Balkanlar ve Kuzey Afrika ülkelerinde faaliyetlerini sürdürmekte olan İslâm dünyasının en yaygın tarikatı.
Elmalı ilçesi ile tanışmamız, 1990’da dönemin Antalya
Valisi Erol Tezcan’ın veda ziyaretleri silsilesi çerçevesinde olmuştu. 1991
seçimlerinde SHP Milletvekili Adayı Deniz Baykal’ın ilçe mitinglerini
izlediğimiz günlerde de Elmalı’ya yolumuz düşmüştü. 1992 yılında dönemin Kültür
Bakanı Fikri Sağlar ile de Kütüphane ve Kültür Merkezi’nin temel atma törenine
gitmiştik. Ardından 1995 yılı Aralık ayında, Antalya Doğruyol Partisi İl Başkanı
olarak siyasete giren Mehmet Baysarı sayesinde oldu. Kendisinin bir yanı
Elmalı, bir yanı Finike olunca bu iki ilçeye bolca gidip geldik.
Bu arada sohbetlerde bolca türbelerden, erenlerden söz
edilirdi ama o türbeleri görmek için epeyce bekleyecektik. (Şahsım, türbelerde
yatanlardan talepte bulunmaz, olsa olsa onların manevi huzurunda Allah’a dua
eder.)
Takvimler 2005 yılını göstermektedir. İl
Başkanlığı’nın ardından 1 dönem de partisinin Antalya Milletvekili olan Mehmet
Baysarı artık işinde gücündedir ama dostluk devam etmektedir.
Ailece gittiğimiz bir Finike tatili sırasında,
Alacadağ Köyü’nün Muhtarı Osman İlboğa aramıştı. “Alacadağ’ın tepesinde ‘Eren’
var. Yolunu yaptırdık. Yarın zirvede Kur’an okunacak, kurban keseceğiz. Mehmet
Abi gelecek. Seni de bekliyorum.” Hazır Finike’deyken bu fırsat kaçmazdı.
Kaçmadı da.
Yolboyu bize eşlik eden asırlık, herbiri birer yaşayan
heykel ihtişamındaki Sedir ormanları bitti. Çıplak bir dağın tepesine vardık.
Baysarı, “2 bin metreyi geçtik ki ağaç yok” dedi. Dağın başında çubuk demirle
çevrilmiş bir mezar. Başucundaki taşta “Halveti Tarikatı pirlerinden Nuri
Eroğlu yatmaktadır. Bu zat Sinan-ı Ümmi’nin Hocası’dır” yazıyordu. O anda
Eroğlu Nuri’ye “Akşemseddinimsi” bi portre çizmiştim.
Elmalı Belediyesi Kültür Müdürü Durmuş Altan vardır.
Kendisi Elmalı ilçesinde doğmuş, Arkeolog olduktan sonra ilçesine hizmet
vermeye başlamıştır. Ocak 2019’da İbrahim Yıldırım ile Elmalı’yı ziyaret
etmiştik. Altan’ın özel rehberliğinde doyurucu bir gezi olmuştu ve Nizamettin
Özmen ilk kez Vahib-i Ümmi ve Sinan-ı Ümmi türbelerini o zaman görmüştü. Daha
sonra birkaç kez daha gidildi Elmalı’ya ve bi şekil türbelere yol düştü.
Şimdi, internet yoluyla topladığımız verileri,
kitaplardan okuyup, büyüklerimizden dinlediklerimizle karşılaştırma zamanı.
Önce “Halveti kelimesine bakalım. Sonra Elmalı bölgesinde 300 yılı aşkın dolu
dolu bir rüzgar estiren, Şair ruhlu “Mübarek” insanları inceleyelim.
Önce
“Halveti Tarikatı’nın kökenine inelim. Bu metinde “Ahmediyye Kolu” geçse de
“Vahib-i Ümmi” geçmiyor. “Ahmediyye kolunun Mısriyye şubesinin kurucusu
Niyâzî-i Mısrî” var. Buraya döneceğiz. Bölge halkının Karaman Beyliği’ne mensup
oldukları, Yunus Emre soyuna dayandıkları da söyleniyor.
Hazar
denizinin güneybatısında bulunan Geylân bölgesindeki Lâhîcân’da doğup büyüyen
Ömer el-Halvetî, İbrâhim Zâhid-i Geylânî’nin halifesi olarak Hârizm’de irşad
faaliyetinde bulunan amcası Ahî Muhammed Halvetî’ye (ö. 780/1378-79) intisap
etmiş, onun ölümünden sonra da irşad makamına geçmiştir.
Ömer
el-Halvetî, daha sonra Karakoyunlu hâkimiyetinde bulunan Tebriz’e giderek irşad
faaliyetini burada sürdürmüştür. Tarikat silsilesi, Ahî Muhammed vasıtasıyla
İbrâhim Zâhid-i Geylânî’ye nisbet edilen, ancak kurumlaşmış bir tarikat halini
almayan Zâhidiyye silsilesiyle birleşir.
Silsile,
İbrâhim Zâhid-i Geylânî’nin halifesi Sadreddin Erdebîlî’de Safeviyye, Ömer
el-Halvetî’de Halvetiyye tarikatına dönüşmüştür. Safeviyye’den Bayramiyye,
Bayramiyye’den Celvetiyye tarikatı doğmuş, kendisinden birçok şubenin meydana
çıktığı Halvetiyye ise İslâm dünyasının en yaygın tarikatı olmuştur.
Bu
sebeple Halvetiyye tarikatı Azerbaycan’da kurulmuş, gelişmiş ve buradan
Anadolu’ya, Anadolu’dan da Balkanlar, Suriye, Mısır, Kuzey Afrika, Sudan,
Habeşistan ve Güney Asya’ya yayılmıştır. Halvetiyye Anadolu’ya Sadreddin
Hiyâvî’nin halifelerinden Amasyalı Pîr İlyas tarafından getirilmiştir.
Yahyâ-yı
Şirvânî’nin en önemli halifeleri Dede Ömer Rûşenî, Rûşenî’nin ağabeylerinden
biri Habîb Karamânî’dir. Habîb Karamânî vasıtasıyla Halvetiyye’de bir kol daha
meydana gelmiştir. Bu kol, tarikatı Anadolu’nun çeşitli bölgelerine yayan
Karamânî’nin en önemli halifesi Cemal Halîfe diye bilinen Cemâleddin İshak
Karamânî (ö. 933/1527) vasıtasıyla İstanbul’a da yayılmıştır.
Halvetiyye’de
nefsin kötülükten ve günahlardan arındırılması esastır. Bunun yolu da dille,
kalple, ruhla ve sırla yapılan zikirdir. Genellikle tasavvufta önem verilen az
yeme, az konuşma, az uyuma, inzivâ, zikir, fikir, şeyhe gönülden bağlı olma
ilkelerine Halvetîlik’te hassasiyetle uyulur. Müşâhede mertebesine ulaşmak için
mücâhede şarttır.
Halvetiyye’nin
birçok kolu Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin vahdet-i vücûd görüşünden
etkilenmiş, bu etki Ahmediyye kolunun Mısriyye şubesinin kurucusu Niyâzî-i
Mısrî’de en ileri dereceye ulaşmıştır. Bu etkiyi yaygınlaştıran Niyâzî-i Mısrî,
Halvetiyye dışında diğer bazı tarikatları da etkilemiştir.
Halvetî
tekkeleri 1925’te Türkiye’de tekkelerin kapatılmasıyla faaliyetlerine resmen
son vermişlerse de bazan gizli, bazen açıktan zikir ve âyinlerini icra etmeye
devam etmişlerdir. Bu tarikatın birçok kolu bugün Türkiye, Suriye, Mısır, Balkanlar
ve Kuzey Afrika ülkelerinde faaliyetlerini sürdürmektedir. Süleyman Uludağ
tarafından kaleme alınıp Diyanet İşleri’nin internet sayfasında yayınlanan bu
metinde, Elmalı’dan da, Vahab-ı Ümmi, Eroğlu Nuri ve Niyâzî-i Mısrî’nin hocası
Sinan-ı Ümmi’den söz edilmemesi ilginçtir. Ya da biz bişeyleri atladık.
Manisa’da icazet,
Elmalı’da icraat
Vahab-i Ümmi,
tasavvufi ve manevi terbiyesini ise Halvetiyye Tarikatı’nın Ahmediyye kolunun
piri, Manisalı Yiğitbaşı Veli Ahmed Şemseddin-i Marmaravi'den almış ve ona
insitsap etmiştir. Marmaravi'nin vefatıyla birlikte Elmalı, Vahab-i Ümmi
aracılığıyla bir tarikat merkezi haline gelmiş ve yaklaşık üç asır bu konumunu
sürdürmüştür.
Vah,b-i Ümmi
(V.1004 H./ 1595 M.)
Halvetiyye Tarikatı’nın Ahmeddiyye koluna bağlı
Elmalı Halvetleri’nin piridir. Tam adı Abdülvehhab el-Ümmi el-Elmalı
el-Halveti’dir. Şiirlerinde çokça kullanıldığı mahlası olan Vahib-i Ümmi
ismiyle tanınır. Lakabı“Ümmi“ olmakla birlikte, bu ümmiliğin okur-yazarlıkla
bir ilgisi bulunmamakta; aksine tasavvufi manada yüksek irfan sahibi yüce bir
zat olduğuna işaret etmektedir.
Elmalı’da doğan Vahab-i Ümmi’nin doğum tarihi
kesin olarak bilinmemektedir. İlk ilmi tahsilini yöredeki medreselerde
tamamlayan Vahab-i Ümmi, tasavvufi ve manevi terbiyesini ise Halvetiyye
Tarikatı’nın Ahmediyye kolunun piri, Manisalı Yiğitbaşı Veli Ahmed Şemseddin-i
Marmaravi'den almış ve ona insitsap etmiştir. Marmaravi'nin vefatıyla birlikte
Elmalı, Vahab-i Ümmi aracılığıyla bir tarikat merkezi haline gelmiş ve yaklaşık
üç asır bu konumunu sürdürmüştür.
Bazı şiirlerinde artık oturup kalkamayacak kadar
şikayet etmesinden, Vahab-i Ümmi’nin yaklaşık 110-120 yıllık uzun bir ömür
sürdüğü anlaşılmaktadır.
“Manisalı Yiğitbaşı Veli Ahmed Şemseddin-i Marmaravi'den almış ve ona insitsap
etmiştir” cümlesi üzerinden yürüdüğümüzde, Vahab-ı Ümmi’nin Manisa bölgesinden
Elmalı’ya gönderildiği sonucu çıkarılmaktadır. Ben Halveti Tarikatı’nı
araştırırken, kendimi bir başka alemde buldum. Yılmaz Soyyer’in
"Çerağlar Uyanırken" adlı muhteşem
eseri.
İsmini Bektaşi ayin-i cemlerinde çerağların uyandırılışından yani
mumların yakılışından alan kitapta insanların zor koşullarda inancını yaşamaya
ve yaymaya çalışması anlatılıyor.
1826'da Bektaşi tekkelerinin kapatılması döneminde idam edilen Üsküdar
Bektaşi Dergahı babalarından Kıncı Baba'nın oğlunun üzerine kurgulanan romanda;
Kıncı Baba'nın oğlu Hasan her ne kadar bir medrese mollası olarak yetiştirilse
de medresenin genel kanaatinin haricinde bir mezhebi kendisine yol olarak
seçmiştir. Yüzlerce yıl önce tarihe gömülmüş bulunan İslam rasyonalistlerinin
(akliyecilerinin) yolu olan “Mutelize”yi benimsemiştir. Belki de kendi kendine
"siz babamın inancını yasakladınız ben de sizin yok ettiğiniz başka bir
inancı benimsedim" demektedir.
Eroğlu Nuri
(d. ?/? - ö. 1603/1012)
Asıl adı “Yahşi”
(Güzel) olan Eroğlu Nûri, Elmalılıdır. Doğum tarihi ve ailesi hakkında
kaynaklarda bir bilgiye ulaşılamamıştır. Sinan Ümmî’ye ait tarikat
silsilenamesinde ve Elmalı Kütüphanesi’ndeki Halveti silsilenamesinde Eroğlu
Nûri’nin Halvetiye’nin Yiğitbaşı Kolu’nun kurucusu Şeyh Ahmet Şemşeddin
Marmaravî’nin halifelerinden Şeyh Abdülvehab Ümmî’den el aldığı bilgisi yer
almaktadır.
Bu bilgileri Eroğlu
Nûri’nin eserleri de doğrulamaktadır. Şeyhinin vefatından sonra Halvetiye’nin
Yiğitbaşı Kolu, Eroğlu Nûri tarafından temsil edilmiştir. Halifesi Niyazi
Mısrî’nin şeyhi olacak olan Sinan Ümmî’dir. Bursalı Mehmet Tahir Efendi’ye göre
mezarı Kula ve Eşme ilçeleri arasındaki Eroğlu köyündedir. Abdullah Ekiz’e göre
ise Finike’nin kuzey batı cephesinde, Turunçova’da, Alacadağ’ın zirvesine yakın
bir yerdedir.
2005 ve 2021
yıllarında 2 kez ziyaret edip hem metinde belirtilen halini, hem de yeni halini
gördüğümüz mezar burasıdır. Finike’de herkes orda bir “Eren” mezarı olduğunu
bilir. Köylüler bazen adak kesmek için buraya tırmanırlar. Bizi bu satırları
yazmaya teşvik eden soru, “Eroğlu Nuri Elmalı’da yaşamış, Vahab-ı Ümmi ve
Sinan-ı Ümmi’nin türbeleri oradayken neden Finike’nin zirvesindeki Alacadağ’a
gömülmüştür. Neden birkaç yıl öncesine kadar bir türbesi yoktur. Demiştik ya,
Finike’de herkes orda bir mübarek zatın yattığını bilir ama çoğu gitmemiş bile”
diye, Bu zatın kim olduğunu, neden orada olduğunu da sorgulamamışlar.
Eroğlu Nûri, Yunus
Emre mektebinin Vahib Ümmî, Sinan Ümmî ve Niyazi Mısrî ile birlikte 16.
yüzyıldaki devamcısı olarak değerlendirilebilir. Sade bir dille söylenmiş
ilahilerden oluşan şiirlerinde Eroğlu Nûri, tekke edebiyatında yaygın olan şiir
türlerine yer vermiştir. Eroğlu Nûri, tasavvufun daha çok amelî/pratik boyutunu
yansıtan konularda tasavvufun genel kabulleri içinde yer almakta; Halvetiyye
tarikatına mahsus uygulamalarda Halveti, tasavvuf
düşüncesinin ilgi alanına giren konularda ise iyi bir vahdet-i vücûd takipçisi
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Eroğlu, ilahilerinde
yarım ve tam kafiyeyi tercih etmekte çoğu zaman şiirini redif üzere inşa
etmektedir.
Demre’de 28 yıllık
arkadaşım Hatice var. Daha sonra hayatımıza giren eşi Kadir Şahin şimdilerde turizme
soyundu. Geçtiğimiz yılın son haftasıydı, Türk Romanında ilk kez karşımıza
çıkan “Köy Romanı” olan “Karabibik” adında bir konaklama tesisi kurdu. Kendisi
aynı zamanda romanın geçtiği mahallenin çocuğu. Bizi Antalya’dan alıp Demre’ye
götürürken Finike güzergahında ilk kez ışıklarını gördüğümüz yapı dikkatimizi
çekmişti. Daha sonra Finike’nin sevimli Belediye başkanı Mustafa Geyikçi
“Eroğlu Nuri Camii” dediğinde heyecanlanmıştık. Öğrendik ve yine bir ailece
Finike ziyaretimizde gece güzelliğini fotoğrafladık.
Antalya Büyükşehir Belediyesi tarafından Finike'nin en güzel noktalarından birine
inşa edilen Eroğlu Nuri Camii Finike'nin siluetine de renk kattı. 2 bin 400
metrekarelik parsel üzerinde 320 metrekare inşaat alanına sahip cami 500
kişilik. 90 metrekare imaret, 85 metre kare revak ve 35 metrekare şadırvan
yapılarından oluşuyor.
Bu yerleşke zemini
için yapılan masraf toplam kalemin yüzde 20’sini oluşturuyor sanki. Eroğlu
Nuri’nin dağ başındaki mezarına “ilişkilendirme”mi yaptılar bilmiyorum gari.
Sinan-ı Ümmi, Halvetileri Dünya’ya açan isimdir.
Halvetiyye’nin Ahmediyye kolunun kurucusu Yiğitbaşı
Ahmed Şemseddin’in halifelerinden Abdülvehhâb (Vahib) Ümmî’nin halifesi Eroğlu
Nuri’nin hilafet verdiği, Niyâzî-i Mısrî
‘nin icazet aldığı kişidir Sinan-ı Ümmi. Başta Niyâzî-i Mısrî olmak üzere
Uşşâkī, Askerî, Matlaî gibi müntesiplerinin Ümmî Sinan’dan hilâfet almaları,
Antalya ve Elmalı’nın yanı sıra Afyon, Denizli, Uşak, Kütahya gibi şehirlerde
tanınıp sevilmesinde ve adının yayılmasında etkili olmuştur.
ÜMMÎ SİNAN
(ö. 1067/ 1657)
Halvetî şeyhi, şair.
Azmi
Bilgin’den alıntıladık. Sinan-ı Ümmi Antalya Elmalı’da doğdu. Adı Yûsuf,
babasının adı İbrâhim’dir. Bazı eserlerde adının Muhammed şeklinde verilmesi
yanlıştır. Şiirlerinde mahlas olarak hem “Ümmî Sinan”ı hem “Sinân-ı Ümmî”yi
kullanmasından dolayı kaynaklarda her iki mahlasıyla da yer almış, bu farklı
adlandırma günümüze kadar devam etmiştir.
Ailesi ve öğrenim durumu hakkında bilgi
yoktur. Son yıllarda yapılan bazı çalışmalarda Elmalı’da tekke ile medreseyi
birlikte yürüttüğü ileri sürülmekteyse de eski kaynaklarda Elmalı’da böyle bir
medreseden söz edilmemektedir. Bir medreseye devam ettiği ya da medresede ders
verip vermediği bilinmemektedir.
Niyâzî-i
Mısrî gibi bir sûfînin Uşak’ta kendisine intisap ederek onunla birlikte
Elmalı’ya gittiği ve 1647-1656 yılları arasında yanında kalıp ondan
seyrüsülûkünü tamamladığı bilinmektedir. Bu da onun bir sûfî olarak devrinde
geniş bir çevreyi etkisi altına aldığını göstermektedir.
Halvetiyye’nin
Ahmediyye kolunun kurucusu Yiğitbaşı Ahmed Şemseddin’in halifelerinden
Abdülvehhâb (Vahib) Ümmî’nin halifesi Eroğlu intisap ederek hilâfet alan Ümmî
Sinan’ın şöhretinin saray çevrelerine kadar ulaştığı, devlet ricâlinin
isteğiyle oğullarından birini halifesi Niyâzî-i Mısrî ile İstanbul’a gönderdiği
rivayet edilmektedir.
Niyâzî-i
Mısrî’nin Mevâidü’l-irfân adlı
eserini istinsah eden halifesi Mustafa Efendi, Ümmî Sinan’ın Eroğlu Nûrî’nin
vefatı üzerine fürûat esmâsını Denizlili Mazharî (Mazhar) Sultan’dan
tamamladığını ve daha sonra hilâfet makamına geçtiğini söyler. Divanında
Abdülvehhâb Ümmî’nin halifelerinden olduğu anlaşılan Mazharî Sultan’ı metheden
iki şiiri bulunmaktadır.
Niyâzî-i
Mısrî, Ümmî Sinan’dan övgüyle bahseder, mürşid-i kâmil olduğunu, âyet ve
hadislerin esrarını bildiğini söyler. Halifelerinden Şeyh Muslihuddin Mustafa
Uşşâkī, Gülaboğlu Mehmed Askerî, Uşaklı Ahmed Matlaî, Çavdaroğlu Müftî Derviş
gibi mutasavvıf şairler de onu “kâmil bir mürşid, zamanın kutbu, velâyet
tahtının sultanı, mârifet kânının ummanı” gibi sıfatlarla methetmiştir.
Hüseyin
Vassâf’ın isimlerini kaydettiği Kâşif ve Suphi Hasan efendilerin de Ümmî
Sinan’ın halifeleri arasında yer aldığı anlaşılmaktadır. Başta Niyâzî-i Mısrî
olmak üzere Uşşâkī, Askerî, Matlaî gibi müntesiplerinin Ümmî Sinan’dan hilâfet
almaları, Antalya ve Elmalı’nın yanı sıra Afyon, Denizli, Uşak, Kütahya gibi
şehirlerde tanınıp sevilmesinde ve adının yayılmasında etkili olmuştur.
25
Cemâziyelâhir 1067’de (10 Nisan 1657) vefat eden Ümmî Sinan’ın mezarı Elmalı’da
kendi adını taşıyan caminin bitişiğindeki türbededir. 1926’da yıkılan cami ve
türbe 1959’da yeniden yapılmıştır. Biz bu satırları toparlamak amacıyla bir kez
daha Elmalı’ya ulaşıp Sinan-ı Ümmi Camii’ne vardığımızda çevresinin çevrili
olduğunu gördük. Yıkılma tehlikesi
taşıyan türbe bakıma alınmış. Ancak araya salgın girince tadilat beklemeye
alınmış. İnsanlar bu mazereti kabul etmiyor, bir an önce türbe ve caminin açılmasını
istiyor. Ümmî Sinan’ın Süleyman ve Selâmi Halil adlarında iki oğlu vardır.
Peki
Abdulhamit Han Halveti Tarikatı mensubu muydu? Araştırmacı Hür Mahmut Yücer,
“Sultan 2. Abdulhamit Dönemi Devlet- Tarikat Münasebetleri” adlı çalışmada şunu
yazmış: “O’nun (Sultan’ın) gerek sözlü, gerekse tazılı rivayetlerden, Kadirilik
ve Şazeliliğe kesin olarak intisap ettiği; Nakşi, Rifai ve Halvetilerle
seviyeli bir ilişki kurduğu; Mevlevi ve Bektaşilere ise gerek Jön Türkler ve
Masonlarla ilişkileri, gerekse Sultan Reşad ile bağları neticesinde mesafeli ve
soğuk olduğu söylenebilir.”
NİZAMETTİN ÖZMEN