Sosyal medyada geçenlerde bir paylaşım dikkatimi çekti. Siyah beyaz bir fotoğrafta, uzun bir kürsünün ardında oturmuş birkaç kişi görülüyordu . Kişiler, yüzlerini gazete ile kapamışlar. Fotoğrafın üstünde şu ifade yer alıyor: “Yüzünü utanarak kapatıp tanınmamaya çalışan bu adamlar Nazi Almanya’sının yargıçları, savcıları..” Fotoğraf bir mahkeme salonunda çekilmiş gibiydi. Düşündürücüydü. Bu paylaşımı görünce ben de sosyal medyada şu paylaşımda bulundum: “Tarihte verdikleri karardan zamanla utanarak, pişmanlık duyan, vicdan azabı çeken, başta torunları, yakınlarının yüzüne bakamayan yargıçlar var mıdır?” Gelen yanıtlarda olabileceği belirtiliyordu.
Anayasa’ya göre “Hakimler, görevlerinde bağımsızdır. Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir veremez. Sıfatı ne olursa olsun kimse yargı sürecinde kendi beklentilerin gerçekleştirmek için yargı mensuplarına her hangi bir yolla talimat veremez, telefon dahi edemez. Yargıçlar çok saygın, seçkin kişilerdir. Hiç kimsenin önünde eğilmezler. Ceketlerinin düğmelerini iliklemezler.
Yargıçlık büyük özveri gerektirir. Çeşitli sorunları, sıkıntıları olsa da pek dilendirmezler. Bir tarihte “yargıçların cüzdanları ile vicdanları arasında sıkıştıklarından” söz edilmişti. “Hak dağıtma görevlisi hakim, maişet haklarını vermeyenlere karşı, hak arayan durumuna düşürülmüştür. Bilinmelidir ki; vicdanı ile cüzdanı arasında sıkışan hakimin kararının tam ve sağlıklı olacağını düşünmek, insan aklına ve doğasına ters düşer.” şeklinde konuşmalar yapılmıştı. Bu konuşmalar hiç unutulmadı.
Yargıçların bugün de “vicdanları ile iktidar arasında sıkışıp kaldıklarından” söz ediliyor . Yargının bağımsız olmadığı, yargıçların vermiş olduğu siyasi nitelikteki kararların vicdanları ile iktidar arasında sıkışıp kaldığını gösterdiği ileri sürülüyor. “ Ülkemizde adalet sistemine olan güven ne yazık ki gün geçtikçe düşmektedir. Yargı sistemimizin yeniden düzenlenmesi elzemdir. Ülkemizde adaletin sağlanmasını mümkün kılmak için eksiksiz işleyecek bir demokrasiye ihtiyacımız vardır. Gerçek demokrasinin temelini kuvvetler ayrılığı oluşturur. Adil yargılamanın önünü ancak bu şekilde açabiliriz.” deniliyor.
Yargı- siyaset ilişkisi aslında her dönemde gündemde olmuştur. Kimi siyasiler yargıdan çekinir, ürkerler. Bir gün yargı önünde hesap verebileceklerini düşünürler. Demokrasiyi yeterince benimsememiş kimi siyasilerin de gücü ellerinde tuttukları zamanlarda yargıyı kullanmaya kalkışabilecekleri şeklinde bir kanaat vardır. Bu gibi siyasilerin iktidarlarını kaybetmemek , muhaliflerini saf dışı bırakmak için her yola başvurabilecekleri ileri sürülür. Bu itibarla yargı mensupları genelde mesafelidirler siyasilere. Ekonomik gücü elinde tutanlardan uzak durdukları gibi.
Yargıya olan güvenin azalmasının çeşitli nedenleri olabilir. Özellikle siyasi nitelikteki davalarda verilen hükümlerin bu olumsuz kanaatin oluşmasında bir etken olduğu söyleniyor. Bu görüşü savunanlar “Yargıç, yasa kuralını uygularken yasada tanımlanan kelimelerin, hatta yasanın ruhunun söz konusu olayı kapsayıp kapsamadığını bilgi ve deneyimi ile vicdanının sesini dinleyerek karar verme sorumluluğunu asla unutmamalıdır. Vicdanının sesi yerine, başka organ, makam, merci veya kişiden gelen ses dinlenirse yargıya güven azalır” demekteler.
Son zamanlarda bu konudaki tartışmalar yoğunlaştı. Bir süre önce gündemde olan İBB Ekrem İmamoğlu davası siyasetin yargıya müdahalesi olarak değerlendirilmişti. Anayasa Mahkemesi’nin bazı üyelerine Mahkeme’nin gündeminde olan HDP’nin kapatılması davası ile ilgili Beştepe’den telefon edildiği yolunda medyada yer alan iddialar da keza iktidarın yargıya müdahalesi çerçevesinde değerlendiriliyor. Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) Erdoğan’ın üçüncü kez Cumhurbaşkanlığına adaylığına ilişkin itiraz başvurularını reddetmesi de iktidarın yargıya müdahalesi olarak görülüyor. Bu karara tepki gösterenler, bir yargı organı olan YSK’nın son yıllarda “siyasi iktidarın kollandığı ” izlenimini veren kararlarını anımsatarak , bu kez de “ anayasanın yok sayılmasına şaşırmadıklarına” söylüyorlar. Önümüzdeki süreçte YSK’nın dikkatleri üzerinde toplamaya ve kararları tartışılmaya devam edeceği anlaşılıyor.
Bu gelişmelerin yargının siyasi irade tarafından etki altına alınmak istendiğinin somut örnekleri olduğu iddia ediliyor. Bu iddiaların doğruluk dereceleri kamuoyunda tartışılıyor. Bu tartışmalarda şu hususlar göz ardı edilmemeli: Adalete duyulan güvenin azalmaması için hukuku siyasete egemen kılmak gerekir. Siyaset hukuka egemen olmamalı. Yargıçlar görevlerinde bağımsızdır. Anayasaya, yasalara ve hukuka uygun olarak, vicdani kanaatlerine göre karar verirler. Hiç kimse yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir veremez. Şunu da unutmayalım: Vicdanlarının sesini dinleyerek adaleti gerçekleştiren yargıçlar verdikleri kararlardan utanmazlar, pişman olmazlar, vicdan azabı çekmezler. Başta torunları, yakınlarının yüzlerine rahatlıkla bakarlar.