İktidarın Suriye
politikasının yanlışlığı nedeniyle, Türkiye’nin sınır güvenliğini sağlamak için
Ordumuz, Hatay ilimizin doğusundaki, Afrin’e girmek zorunda kalmıştır. Bugünkü
koşullarda, artık bu müdahale kaçınılmazdır. Sadece bu bölgede değil; ABD’nin
ağır silahlar verdiği, yüzlerce TIR malzeme teslim ettiği; Fırat Nehrinin
doğusundaki PKK/PYD örgütlerinin işgal ettiği Arap Topraklarının da bu örgütlerden
temizlenmesi gerekmektedir.
Aslında işin
başlangıcında Suriye’nin toprak bütünlüğünü bozdurmayacağımızı, Arap
topraklarının başka unsurlar tarafından işgaline göz yummayacağımızı bildirseydik,
müdahale zorunda kalmadan bu soruna diplomasi yoluyla bir çözüm bulabilirdik.
Artık
yapacağımız tek şey Ordumuzun arkasında, yanında yer almak, bütün gücümüzle
maddi ve manevi olarak desteklemektir. Harekât nedeniyle verdiğimiz iki
şehidimize tanrıdan rahmet, yakınlarına ve ulusumuza baş sağlığı diliyoruz.
Ancak bu
durum; AKP iktidarının “Laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti Devleti”ni yıkarak
bir “Din Devletine dönüştürme” projesine ilişkin uygulamalarını unutmayı
gerektirmez.
Çünkü, 15
Temmuz darbesini bahane ederek; Olağanüstü Hal ilan edip bunun olağan hale
getirilmesi ve bu güçlü Türkiye Cumhuriyetinin tasfiyesi için devlet
olanaklarının ve devlet gücünün kullanılması kabul edilemez.
Afrin Harekâtı
öncesinde kabul edilen 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname; bir zamanlar
MHP’nin yasa dışı olarak açmış olduğu “Komando Kampları” gibi sivil silahlı
güçler yaratmayı ve bunların kullandıkları silahlarla işlenecek cinayetleri
meşru kılmayı amaçlamaktadır.
Türkiye
Cumhuriyeti’nin temel ilkelerini yıpratan hukuk dışı uygulamaları unutmamak ve
unutturmamak zorundayız.
15 Temmuz
darbe girişimine karşı çıkan vatandaşlarımızın temiz duygularını bir örtü gibi
kullanarak sivil militan yandaşların gelecekteki muhtemel kirli eylemlerine
getirilen kılıf hukuk devletinin idam fermanıdır.
Hukuk
Devletinde silahlı güç kullanma yetkisi sadece devlete aittir.
Devletin
gücünün sınırını da Anayasa ve Yasalar ve Uluslar arası Hukuk Kuralları çizer.
15 Temmuz gibi
olağanüstü hallerde kendisini korumak için suç işlemek zorunda kalanları Türk
Ceza Kanununun 25. Maddesinde yazılı “Yasal Savunma Hakkı” zaten korumaktadır.
Yeni bir hüküm
getirmeye gerek yoktur.
Zaten 668
sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 15 Temmuz 2016 darbe girişimi ve buna bağlı
eylemlerin bastırılması kapsamında karar alan ve uygulayan kamu görevlilerinin
eylemleri nedeniyle hukuki, idari, mali, cezai sorumlulukları olmayacağı hükme
bağlanmıştı.
Bu kez 696
sayılı KHK ile sivil şahıslara gelecekte olması olası bulunan olayları da içine
alacak şekilde silah kullanma, şiddet kullanma hakkı tanınmaktadır. Bu; hukuk
devletinin kökünden dinamitlenmesidir.
Türkiye Büyük
Millet Meclisi derhal hukuk devletini ortadan kaldıran bu kararnameleri esastan
görüşmelidir. TBMM başkanı her ne kadar laiklik karşıtı ise de hiç olmazsa
hukuk devletini korumak için, Cumhuriyetimizi korumak için bunları görüşmeye
açmalıdır.
Bütün
milletvekilleri vebal altında kalacaktır.
Siyasi
partiler bu kararnameleri unutmamak zorundadırlar.
Harbe
girdiğimizi için iktidarın her getirdiğini kabul etmek gibi bir hareket tarzına
izin vermemelidirler.
Anayasa
Mahkemesi mutlaka Kanun Hükmünde Kararnamelerin, çıkarılış nedenlerine (ratio
legis) uygun olup olmadıklarını, olağanüstü halin gerekleri içinde mi dışında
mı olduklarına bakarak iptal kararı vermelidir.
OHAL var diye
hiçbir iktidar Anayasanın laiklik ilkesini çiğneyemez. Laikliğe aykırı olan
“din adamlarına nikâh kıyma yetkisi vermek”
ve benzerleri gibi Kanun Hükmünde Kararnamelerin Olağanüstü Hal ile
hiçbir ilgisi yoktur.
Biliniz ki
ellerindeki yetkileri kullanmayarak; yüz yıla yakındır ayakta kalan Laik,
Demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin yıkılışını seyredenler bu ayıplarını yüz
yıllarca sırtlarında taşıyacaklardır.