ONLAR GİBİ, ONLARA RAĞMEN
Türkiye gibi ülkelerin modernleşmesi bir geç modernleşmedir. Bu geç modernleşmenin birbiri ile çelişir görünen özgün bir dinamiği vardır. Bu ülkelerin, bazen trajiğine bazen de destanına dönüşen bir dinamiktir bu: Geç modernleşenler, bir yandan ilk ya da öncü modernleşenlere benzemek, onların arasına katılmak ve onların hizasında olmak isterken öte yandan da bu istem ve çabalarını, aralarına katılmak, hizalarında olmak istediklerine rağmen -onlarla çatışarak- hayata geçirmek zorundadır.
BENZEMEK VE KENDİSİ OLMAK
Türkiye’nin öncüsü olduğu geç modernleşen ülkelerin seçtikleri yol; bütün güçlüğüne rağmen yaşadıkları zamandaki uygarlık bireşimine ya da ağına orada, olanların hizasından dahil olmak, özlerini koruyarak varlıklarını geleceğe taşıyabilmek ve sonra da dünya uygarlığının geleceği hakkında sorumluluk yüklenmek şeklinde ifade edilebilir.
Bünyesinde taşıdığı ‘onlara benzemek’ ve ‘onlara rağmen’ çelişkisinin doğal bir sonucu olarak modernleşme sürecimiz, belirli süreler ve dönemler için, modern içerik ve biçimlerle anakronik ya da keyfi/seçici diyeceğimiz türden ilişkiler kurmuş olsa da özellikle sanat-edebiyat alanında hem ‘modern’ hem de ‘kendisi’ olmayı başarabilmiştir. Yalnız Türkiye’ye ve Türk edebiyatına özgü olmayan bu durum, ‘çevre’ ya da ‘güney’ ülkeleri olarak andığımız geç modernleşen ülkelerin önemli sayılacak bir kesimi için de geçerli bir durumdur.
MODERNİ YENİDEN DOĞURMAK
Türkiye’nin de dahil olduğu geç modernleşen çevre ülkeleri, bir yandan öncü modernlerden farklı tarihsel ve toplumsal yapılara sahip olmaları, öte yandan da modernleşmeyi bir bakıma öncü/tarihsel modern ülkelere rağmen ekonomik, siyasal ve kültürel bir bağımsızlık yolu olarak görmeleri yüzünden ‘modern sanat’ı farklılaştırmak ya da yeniden yaratmak zorunda kalmışlardır.
Bu yönleri ile bu ülkelerin modernleşme süreçleri, kendileri için değerli olmanın ötesinde, küresel olarak da önemli anlamlar taşımaktadır: Bugün, edebiyat-kültür alanını da kapsayan bir ‘modernlik’ olgusundan söz edilecekse, ayrı ayrı vurgulanmadıkları sürece, tarihsel-öncü modernleşme ile ona geç kalanların modernleşmesi ikiliğini ve ilişkisini bir arada kapsıyor olmalıdır.
EDEBİYATIMIZIN BAŞARDIĞI
Bunların ışığında; Çağdaş Türk Edebiyatının modernleşmiş, ergin, evrensel nitelikte bir edebiyat olduğuna; Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaşlaşma, modernleşme ülküsünün hayata geçirilebildiği alanlar arasında en başlarda sayılması gerektiğine inanıyoruz. Cumhuriyet’in bu alandaki başarısı ile sayıları az olmayan başarısızlık alanları birlikte düşündüğümüzde, edebiyatımızın, öteki alanlarla basit bir bileşik kaplar ilişkisi içinde olmayı aşabildiğini görüyoruz. Türk edebiyatı, Cumhuriyet’in siyasal alanda ‘kendinin taklidi’ne dönüştürülerek tarihsel-özgün kimliğinin belirsizleştirilmesine, ekonomik bağımsızlığının yok edilmesine, kültürel çoklu bütünlüğünün ve zenginliğinin parçalanmasına, hasılı yeniden sömürgeleştirilemiyorsa yok edilmesine karşı kendini var ederek direnebilmiş ve Kurtuluş ile Kuruluş’un çağdaşlaşma ülküsü ile bağını kesmemiş olanlara umut ve dayanak olabilmiştir.
Bu bağlamda edebiyatımız, özellikle şiirimiz, Cumhuriyet çağdaşlaşma ve modernleşmesinin “uçurumda açan çiçeği” dir.
Solmayacaktır!