60’lı yılların başlarında ‘yaz bahar ayları geldiğinde’ Gazipaşa’nın Macar köyünde öğretmenlik yapan babam, Mıhrap Yaylası’na ‘çıkarırdı’ bizi. 

-Yaylaya gidilmez, çıkılır.-

Bu yüzden, 1800 metre olan ‘katran sınırı’nın üstünde haftanın günleri gibi birbirini izleyen Taşeli yaylalarını, oralarda henüz motorlu araçlar için yollar açılmadığı yıllardan tanırım: 

O yıllarda, Gazipaşa Malmüdürlüğü’nde vergi tahakkuk memuru olan -eski atlı tahsildar- dedemin evinden, şafak vakti, binek ve yük hayvanlarıyla yaylaya doğru yola çıkar, galiba, ikindi vakti yaylamızda olurduk. Gün ortasındaki mola yerimiz Sumak; soğuk suyu, koyu gölgesi ve bir demirci ocağı ile hafızama kazınmıştır.

Çocukluğumda kalan bu düşsel yayla yolculuklarının ruh dünyamın gelişmesinde büyük payı olduğuna inanırım. Bir at ya da katırın semerine sıkıca bağlanmış olarak ala şafakta ağulu derelerden geçerken duyduğum masalsı ürpertinin izlerini hâlâ taşırım: Şimdi, bu satırları yazarken, küçükbaş sürüsünün (ılkının) akşamüstleri otlaklardan obaya aktıkça yoğunlaşan, sabahları ise obadan yamaçlara doğru dağıldıkça kaybolan çan seslerini duyar gibiyim. 

ÇOCUKLUK VE GENÇLİK NİRENGİLERİ

Bunlar salt bana özgü duygular olmamalı... 

Hemen hepimiz, çocukluk ve ilk gençliğimizi geçirdiğimiz mekânlar ve bu sırada edindiğimiz deneyimlerin etkileşiminden anlam, önem, değer ve güzellik taşıyan nirengiler edinir ve onlardan kendimiz için varoluş haritaları çizeriz. Bu haritaları; zaman, insan ve olaylarla boyutlandırarak zenginleştirir, öyküler ediniriz. Öykülerimiz, anlatılıp dinlendikçe başka başka öykülerle karışıp güzelleşir ve o öyküler gibi biz de başka insanlara benzeyerek daha büyük, daha geniş, daha zengin hale geliriz. 

Burada ilginç olan, bu duyuşun belli bir yaştan sonra olgun insanı niteleyen bir ‘melankoli’ye dönüşmesidir: Kutsal kitaplardan destanlara, oradan kanonik çağdaş edebi metinlere kadar nice eserin ana kurgusunun hep bu melankolik özlemin tetiklediği bir geri dönüş yolculuğu olduğunu görmek şaşırtıcı değildir. Cennetten kovulunca (Tevrat), savaş bitince (Odessa), ölümsüzlük otunu bulamayınca (Gılgamış) içine düştüğümüz o düpedüz anlamsızlık sıkıntısını telafi edecek olan şeyin çocukluk ve ilk gençliğimizin yurtlarına dönmek olduğunu düşünürüz. 

ITHAKA, NOSTOS VE NOSTALJİ 

Antik literatürde bu özleme ‘nostalji’, ona dönüş yolculuğuna da ‘nostos’ deniyor.  
Dilimiz ‘nostalji’yi, ‘yurtsama’ ya da ‘sıla özlemi’ ifadeleriyle karşılıyor. Odessa’daki antik yolcunun anayurdu ‘ithaka’ nın bizdeki karşılığı, yerine göre; ‘anayurt’, ‘sıla-i rahim’ ya da ‘kızıl elma’ olabiliyor: O mutlak özdeşlik, o huzur ve gönenç ülkesi… Ondan gelip, ona döneceğimiz ebedi rahim… 

‘Nostos’ ise, yıldıran, yıpratan başka iller ve yaşantılardan (gurbetten) bizi sağaltacak olan sılaya doğru, bir çeşit ‘izinin üstüne yürümek’; özüne, köküne, aslına arzuyla ve kurtuluş umuduyla yönelmek… Yenilerek, yıkılarak bir geri çekilme de değil bu; daha çok bir hakikate erme, ilk ve saf mutluluğa erişme umuduyla dolu olan bir yolculuk…

BENİM İTHAKA’LARIM

Benim için, tek bir yer değil bu yurt, bu İthaka, bu sıla-i rahim… Aynı ruh potasında erittiğim kanısında olduğum beş özel mekânı kendi ‘İthaka’m sayar, onlara olan özlemimi ‘nostalji’yle ve onlara dönüşlerimi ‘nostos’la özdeşleştiririm. 

Bunlardan ilki, yaylalarından söz ederek söze başladığım, doğum yerim, ilkokul üçüncü sınıfa kadar yaşadığım Gazipaşa. İkincisi, ilkokulun kalanını tamamladığım, dört yıl yaşadığımız Elmalı. Üçüncüsü, iki yıl parasız yatılı okuduğum Karaman. Dördüncüsü, orta son ve lise öğrenimimi -yine- parasız yatılı okurken, kalıcı aile mekanımıza da dönüşen Antalya. Ve sonuncusu, SBF (Mülkiye) öğrenciliğimin 80 öncesi Ankara’sı.

Bunlardan galiba Antalya; hapsini kapsar, kucaklar, onları birbirine dönüştürür. Bu yüzden olacak, çok uzun ve mutlu yıllar geçirdiğim İstanbul’u temelli terk edemeden daha çok Antalya’daki evimizde yaşıyoruz eşimle son on yıla yakın yıldır. Gazipaşa’da küçük bir köy evimiz ve bahçemiz de var aileden kalma. Zaman zaman Elmalı’ya süreriz kamyoneti, günü birlik olarak. Karaman’a, ancak yatılı okullu arkadaşlar toplantılar düzenledikçe gidebiliyoruz. Ankara ise, ona geri dönüşleri dramatize etmeyen sakinlikle her zaman bahaneler sunabiliyor bize ona zaman zaman. Ne de olsa başkent! 

BU YAZI DA NEREDEN ÇIKTI DERSENİZ

Bütün bunları, yakınlarda AKS Yayınlarından çıkan Rahmi yıldırım’ın Yayla Yollarında adlı ‘türler dışı’ kitabı tetikledi. Kitap içeriğinden bazı parçaları sosyal medyada ilk okuduğumdan beri bu antopoloji- sosyoloji-folklor ve biyografi harmanı metinlerin bir kitap haline getirilmesini, özlemle bekliyordum. Ne mutlu ki, kendisi gibi emekli bir öğretmen olan Hasibe Yıldırım, Rahmi beyin notlarını toparlayarak bu beklentiyi karşıladı. Bu değerli kitabı basmayı üstlenen ATO-AKS’ye teşekkür borçluyuz. Sanırım, şimdi, Rahmi beyin kitabındaki yaylaları onun rehberliği ile bir görsel belgesele dönüştürme planları yapmalıyız.