Yıllardır düşünürüm. Kentlerimiz neden beton yığını oluyor,
kentlerimizin sağı solu yerine neden ulaşımı kolay, kırsal bölgelere önem
verilmez ve yeni yerleşim yerleri imara açılmaz.
Araştırarak ve düşüne düşüne sebeplerini bulur gibiyim. İlk
önce kent kültürünü ve kentlerde yaşam kalitesini hiçe sayan para hırsına
bürünmüş müteahhitlerle, onlara fırsat
tanıyan çıkarcı yöneticiler olduğunu buldum. Eskiden kalan planlamalarla dar
caddelerin olduğu kentleri planlayan ve kentleri içinden çıkılmaz hale getiren
ve de hala tavırlı tavırlı halkın içinde dolaşan başkanları ve kent
planlamasını yapan yöneticileri keşfettim.
Hala kent yerleşimini kırsala kaydırmayı düşünemeyenlerin
olduğunu anladım. Bütün dertleri rant olan ve de ilçelerinin nüfus yoğunluğunu
oy kaygısıyla arttıran siyasilerin olduğunu gördüm. Ne kadar çok bina, o kadar oy mantığı ile kentlere binlerce insanı
doldurup, tarihi mirası, yeşili, su kaynaklarını hiçe sayanları gördüm ve az da
olsa günümüzde de görür oldum.
İstanbul’a kıyan kafaların diğer kentlere de beton rantı
hastalığını bulaştırdığını iddia edebilirim. Birileri oy peşinde, birileri de
beton yapıp ev üretmek peşinde. Ev sahibi olmak isteyenler de zaten hazır. Bu
durumda alan satan birliği kendiliğinden
oluşmuş oluyor.
Artık, şehirlerdeki yetkililerin raporlarını kulak arkası
edip, Ankara’dan masa üstü haritalardan kentleri tasarlayanlar olduğunu ve her
alınan kararın, siyasi getiri için ve de iş dünyası çıkarı için alındığını
düşünmekteyim.
Kent planlaması veya
kentleri koruma dairesi gibi bir birimin belediyelerimizde olup olmadığını
bilmiyorum.
Bu gözlemlemelerim ışığında, Antalya’nın İstanbul gibi
karmaşa içine düşmeden, yaşanabilir bir kent olması en büyük dileğimdir.
İstanbul’da bir yerden bir yere 3 saatte gidildiğini biliyoruz. İşte Antalya’da
nüfus arttıkça ve araç sayısı arttıkça, ulaşım sorunu artmaya başladı. Neyse
ki, tramvay ile ulaşım, hem ekonomik hem de rahat oldu. Çevrelere yapılan yeni
çevre yolları da iyi bir çalışma oldu. Yöneticiler, bundan sonra betonlaşmayı,
mahalle olmuş kırsal kesime kaydırmayı düşünse,
kent yoğunluğunu azaltmış olmazlar mı?.
Kırsal yerleşim için yasalar ve kararnameler var. Ey siyasiler, ey kent yöneticileri, “Kırsal
yerleşim yerlerinde yaşayan insanlar bu kentin nüfusuna kayıtlı insanlar değil
mi?” diye kendinize sorun.
Kentli olmak, binaların artması demek olmamalı. Kentli olmak, uygarlığın ne olduğunu
bilerek yaşayan kültürün, sanatın değerini bilen eğitimli insanların kente
katkısının olması demektir. Kökleri obalarda, yaylalarda yaşamı olan
milletimizin yeşille sorunu olmaz ama yayla hayatını yaşamamış, köy yaşamından
bir haber, lükse alışmış güya modern
güruhun, aklına böyle yaşam şartları gelir mi, bilemem. Binlerce yıl evvel
atlı savaşçıların dönemindeki yağmacılık, sanki betonlaşmaya sebep olarak günümüzde
de kent yağmacılığına dönüşmüş gibi. Bütün bu tespitlerimin sonucu, bence cehaletin ve para hırsının galip
gelmesidir. Galiba siyaset, eğitimli ve liyakatli insanları iş başına
getirmek yerine siyaseten kendilerine tabi olanları seçiyor.
Bence Türkiye, tarihi hastalığı olan cahillik ve yolsuzlukla
halen savaşıyor.
Hoşça kalın, cahillikle savaşarak kalın.