93 Harbi Faciası (Rumi takvime göre 1293 yılına denk geldiğinden Osmanlı tarihinde 93 Harbi olarak bilinir)
27 Nisan 1877 Cuma günü Rusya'nın Osmanlıya savaş açmasıyla başlamıştı...Savaş Osmanlı ordusunun tarihindeki en büyük yenilgiyle sonuçlandı...Rus orduları Başkumandanı Grandük Nikola karargahını bugünkü Atatürk Havaalanı arazisine Yeşilköy'e kurmuştu...İngiltere Osmanlı ülkesinin Rus işgali altına girmesinin ulusal çıkarları açısından çok sakıncalı bulduğundan Rusya'yı savaşla tehdit ederek Rus ordusunun Osmanlı topraklarını Mart 1878'den itibaren terk etmesini sağlayacaktı...Padişah 2. Abdülhamit bunun karşılığında İngiltere'ye Kıbrıs'ı hediye etti...İngilizler Afrikadaki İngiliz sömürgeleriyle, İngiliz sömürgesi Hindistan ve İngiliz sömürgesi Avustralya'yla, Yeni Zelanda'yla Rusya imparatorluğu toprakları arasında Osmanlı'nın bir tampon bölge olmasını arzulamıştı...
Eylül 1967'de Başbakan Demirel buluştuğu Yunan başbakanı Constantine Kollias'a "Kıbrıs Yunanistan'a 600 mil, Türkiye'ye 40 mil uzaklıktadır. Bir ülkeye bağlanması gerekiyorsa yakınlığından dolayı Türkiye'ye bağlanmalıdır" diyecekti...Demirel'den önce konuşan Kollias "Kıbrıs Türk Yunan ilişkilerinde en büyük sorundur.Sorunun çözümü için Kıbrıs Yunanistan'a bağlanmalıdır" dedi...(Cumhuriyetin Dış Politikası; yazan: Hazal Papuççular; Türkiye İş Bankası Yayınevi)
Yunan asıllı ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Elia Kazan'ın ırkçılık, önyargı başyapıtı "America America" (1963) filminin en başındaki sahnede Türkler Ermenileri bir kiliseye doldurur ve kiliseyi içindeki Ermenilerle birlikte ateşe verir...İstanbul doğumlu Rum Elia Kazan Türklere karşı kin ve nefret doludur...Kazan, Türkleri barbar, vahşi, yabani, ilkel bir topluluk olarak gösterme konusunda bütün hünerlerini, bütün filmcilik becerilerini seferber eder...Türklerin Nazilere örnek teşkil ettiğini, esin kaynağı olduğunu ima eder...Kazan Haçlı seferleri için Avrupadan Anadoluya ve Orta Doğuya yol alırken bolca kan döken Hıristiyanların bakış açısıyla öyküsünü anlatır...Elia Kazan'a göre, Ermeniler ve Rumlar Osmanlı topraklarında köleleştirilmiş ve sömürülmüş olan çeşitli Gayri Müslim topluluklarından ikisidir...
Elia Kazan'ın ırkçılık, önyargı başyapıtı "America America"daki 19. yüzyıl sonu Anadolu tasviri: Binbir Gece Masalları'ndaki Ali Baba ve Kırk Haramiler öyküsüne çok uygun şekilde eskıyalar, haydutlar diyarı, on milyonlarca yoksul barındıran, az gelişmiş bir Orta Çağ ülkesidir...
Yine bir Osmanlı tasviri olan "Pascali's Island" romanı (1980) ve bu romandan uyarlanan film (1988) henüz İtalyan egemenliğine geçmemiş olan Ege adalarından birinde yaşayan 2. Abdülhamit'in bir ajanının 1908 yılında Yıldız Sarayı'ndaki ihbar merkezine yolladığı mektuplar, ispiyon notları ve raporlar çerçevesinde gelişiyordu...
Yaşar Kemal’in “İnce Memed” romanının dördüncü baskısının (Remzi Kitabevi 1960) girişinde şöyle yazar:“1925-33 yılları arasında Toros Dağları’nda yüzelliden fazla eşkıya dolaşırdı; hikâyesini ettiğimiz İnce Memed bunlardan biriydi.”
America America'da anlatılmayan gerçekler ise şunlardır:
Çok uluslu İmparatorluklar (Roma, Osmanlı, Rusya, İngiltere) kendilerini koruma refleksine sahiptir...Aksi halde 500-600 yıl boyunca ayakta kalamazlardı...
1895-1896 döneminde İngiltere, Fransa, Rusya, ABD, Yunanistan, İtalya, Almanya, Avusturya gibi yabancı ülkelerin teşvikiyle Doğu Anadolu Ermenileri arasında isyan ve kalkışma belirtileri görülünce 2. Abdülhamit yönetimi Kürt aşiretlerini silahlandırarak Hamidiye alaylarını kurdu...O döneme kadar Ermeniler "Millet-i Sadıka" olarak tanımlanmaktaydı...
1896 Osmanlı Bankası Baskını, İstanbul'daki Osmanlı Bankası merkez şubesinin 26 Ağustos 1896 günü bir grup Ermeni terörist tarafından ele geçirilmesi eylemidir. Eylemin amacı Avrupa ülkelerinin ve özellikle Rusya'nın dikkatini çekerek Osmanlı Devleti'ne karşı Ermenilerin lehine müdahale etmelerine yol açmaktı. Eylemi planlayan Pastırmacıyan Karekin uluslararası finans dünyasında önemli bir rol oynayan Osmanlı Bankası'nın bu amaca hizmet edecek en uygun yer olduğunu düşünmüştü. 26 Ağustos 1896 günü Papken Süni'nin liderliği altında 26 Ermeni el bombası, dinamit ve tabancalarla birlikte Osmanlı Bankası'na girdiler. Güvenlik güçleriyle çatışmaya giren Ermeni militanlardan Papken Süni dahil 9'u hemen öldü. Bunun üzerine eylemin planlamacısı olan Karekin Pastırmacıyan (Karo) işgalcilerin başına geçti.İşgal İstanbul'da Ermeniler ve Müslümanlar arasında çatışmalara yol açtı...
Tarihçi Ayşe Hür Agos gazetesindeki yazısından bir bölüm: (2014) 1894 Sason, 1895 Trabzon, Samsun, Ordu ve Gümüşhane’de yaşanan toplumlararası çatışmalar ve bu çatışmalar sırasında yapılan katliamlardan sonra, İstanbul’daki Ermeni toplumu yaşanan katliamları protesto etmek için bir gösteri düzenlemeye karar vermişti. 30 Eylül 1895 günü, Kumkapı Ermeni Kilisesi’nde toplanan dört bine yakın gösterici Babıâli’ye doğru sessizce yürüyüşe geçmiş, yürüyüşün sessiz olmasına rağmen padişah II. Abdülhamid askerlerini yürüyüşçülerin üzerine sürmekten kaçınmamıştı. İlk ağızda 50 kadar Ermeni öldürülmüş, ardından medrese öğrencileri ve esnaf grupları Ermenilere saldırmıştı. Üç gün süren olaylarda 2 bine yakın kişinin katledilmesi üzerine, Büyük Devletler ağırlıklarını koydular ve 2. Abdülhamid 17 Ekim 1895’te ıslahat paketini kabul etmek zorunda kaldı...Ekim-Aralık 1895 döneminde Zeytun, Eğin, Develi, Akhisar, Erzincan, Gümüşhâne, Bitlis, Bayburt, Maraş, Urfa, Erzurum, Diyarbakır, Siverek, Malatya, Harput, Arapgir (Arapkir), Sivas, Merzifon, Antep, Maraş, Muş, Kayseri, Yozgat olaylarında 10 bini aşkın kişi (yaklaşık 1800’ü Müslüman, 8 bini gayrimüslim) öldü, yaklaşık 3600 kişi (1400’ü Müslüman, 2200’ü gayrimüslim) yaralandı.
26 Ağustos 1896 günü Galata’daki Osmanlı Bankası Genel Müdürlük binası altı Taşnaktsutyun militanı tarafından basıldı. Planlamaya göre baskında 75 militan görev alacaktı ama randevuya ancak 31 kişi gelmiş, bunların 6’sı öncü kuvvet olarak seçilmişti. Baskını planlayanlar ise bu altı kişiden dördü (kod adı Armen Garo olan Karekin Pastırmacıyan, kod adı Trabzonlu Hayk Tiryakiyan, her ikisi de Rodoslu olan Sarkis Srentz ve Levon Nevroz) idi. Yanlarında 200 kadar bomba taşıyan öncü güçler kapıdaki iki nöbetçiyi öldürmüş, ikisini yaralamış, yanlarında getirdikleri bomba (humbara) ve dinamit lokumları sayesinde kendilerine katılanlarla birlikte binayı kontrol altına almışlardı. Zaptiye ve ordu birlikleri kısa süre sonra binayı ablukaya aldı. Karşılıklı ateş sırasında her iki taraftan da ölümler ve yaralanmalar oldu. Taraflar birbirlerini alt edemeyeceklerini anlayınca görüşmeler başladı. Rusya, Fransa ve İngiltere’nin temsilcileri arabuluculuk yapıyordu. Banka personeli ve müşterilerden 154 kişiyi rehin almış olan Ermeni militanların talepleri arasında Anadolu’da ve İstanbul’da gerçekleştirilen katliamların durdurulması, bankaya silahlı saldırıya son verilmesi, 1878 Berlin Antlaşması’nın 61. maddesinde belirtilen ‘Ermeni Islahatları’nın Taşnaktsutyun’un önerdiği şekilde yapılması, genel af ilanı vardı.Saray bunları kabul etmedi fakat işgalin sonlandırılması karşılığında işgale katılanların yurtdışına gönderilmesine razı oldu. Aynı gece anlaşma sağlandı ve sağ kalan 17 kişi (Ermeni tarafına göre ‘kahraman’, Rusya temsilcisi Maksimof’a göre ‘devrimci’, Türk tarafına göre ‘haydut’) Girondine adlı Fransız gemisiyle Marsilya’ya gönderildi...
Tarihçi Reşat Ekrem Koçu’da, Osmanlı bankasını Ermeni teröristlerin basmasıyla birlikte Osmanlı Müslümanları ile Eermeniler arasında çatışmalar başladı diye yazar...Koçu, bilhassa Ermenilerin vazife gören askerlere saldırması, Sadrazam’a (Başbakana) kurşun atılması ve Ermeni evlerinin pencereleri ile balkonlarından asker ile ahali üzerine bombalar ve kurşunlar yağdırılmasından söz eder...
1896'da Ermeni teröristler İstanbul'da banka basıp kan döktüğünde 2. Abdülhamit yönetimi Osmanlı genelindeki bir milyon Ermeninin herhangi bir kalkışmaya ya da isyana teşebbüs etmemesi için ülke çapındaki Ermeni topluluklarının üzerine Hamidiye alaylarını yollayarak gözdağı verme ve korkutma yoluna gitti...Aynı dönemde Rusya'da özellikle Yahudiler de Çarlık rejimine karşı çok etkili ve çok kanlı terör eylemleri düzenlemekteydi...
21 Temmuz 1905 tarihinde Padişah 2. Abdülhamit'e Ermeniler tam 100 kilogram ağırlığında bir patlayıcıyla bombalı suikast düzenledi...Olayda 26 asker ve sivil öldü, 58 kişi yaralandı, 20 at parçalandı....Ermeni teröristler bu olaydan hemen sonra Galata köprüsünü, Tünel'i, Osmanlı bankasını ve bazı ülkelerin büyükelçiliklerini bombalarla ağır patlayıcılarla havaya uçurmayı planlamıştı...Ne yazık ki İngiltere, Fransa, Rusya, ABD, Yunanistan, İtalya, Almanya, Avusturya gibi yabancı ülkelerin baskıları 2. Abdülhamit üzerinde etkili oldu ve teröristler Saray tarafından affedildi...Suikastçiler sadece Ermenilerden oluşmuyordu Charles Edouard Jorris gibi Belçikalılar bile terör ekibi arasında görev almıştı...
Terör Yüzyılı: 19. yüzyıl
Rus çarı Paul I -Pavel I Petrovich 1801'de suikastle öldürüldü...4 milyon köleyi özgürlüğüne kavuşturan ABD Başkanı Lincoln 1865'te suikastle öldürüldü...
Rus çarı 2. Alexander 1881'de suikastle öldürüldü...
Rusya başbakanı Pyotr Stolypin 1911'de suikastle öldürüldü...
Padişah 2. Abdülhamit 1905'te Ermeni teröristlerin bombalı saldırısına uğradı...
28 Haziran 1914'te Saraybosna'yı ziyarete gelen Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahtı Arşidük Franz Ferdinand suikastle öldürüldü...
Atatürk'e 14 Haziran 1926'da İzmir'de düzenlenmek istenen suikast girişimi Kemal Tahir'in Kurt kanunu ve Yılmaz Karakoyunlu'nun Üç Aliler Divanı adlı kitaplarına konu olmuştur...
1897 Rusya nüfus sayımına göre Rusya'da 5 milyon Yahudi, 1,2 milyon Ermeni tespit edilmişti...Andrew Mango "Sultandan Atatürk'e Türkiye" kitabının 28. sayfasında "1912'de Osmanlı'da 1 milyon Ermeni yaşamaktaydı..." diye yazmıştı...
1914 yaz aylarında personeli ve komutanı Alman olan iki savaş gemisinin (Goeben ve Breslau) Osmanlı bayrağı çekerek Karadenizdeki Rus şehirlerini bombardıman etmesiyle birlikte katıldığımız Birinci Dünya Savaşı'nda Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan ve ABD ittifakıyla savaşa tutuşmuş olduk...1915'te Çanakkale'de Yunan ordusunu da karşımızda bulmadıysak bunu o dönemdeki Yunan Kralının (1. Constantine) Almanyaya yüksek düzeydeki sempatisiydi...Kral Alman imparatorunun (2. Wilhelm) kızkardeşiyle evliydi!
Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan ve ABD ile Osmanlı'nın savaşa tutuşmuş olması Osmanlı Rumlarını ve Osmanlı Ermenilerini Osmanlıyı yıkmak için silahlı mücadeleye teşvik etti...Osmanlı Rumları gerek Karadeniz bölgesini gerekse Ege bölgesini Yunanistan'a katmak için silahlı mücadele ve isyan başlatmıştı...1878'de İngiltere kontrolüne geçen Kıbrıs'ta Rumlar adayı Yunanistan'a katmak için şiddet dahil her türlü yolu deniyordu...
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE ARKADAŞLARI 19 MAYIS 1919 PAZARTESİ GÜNÜ SAMSUN'A ÇIKTILAR VE CAN GÜVENLİKLERİ İÇİN BURANIN HİÇ DE UYGUN BİR YER OLMADIĞINI HEMEN ANLADILAR...O SIRALARDA RUM ÇETELERİ KARADENİZ'DE YUNANİSTAN'IN UYDUSU OLACAK BİR DEVLET KURMAK İÇİN TÜRKLERİ ÖLDÜRMEKTEYDİ...ÖTE YANDAN, ANADOLU'DA YUNANİSTAN'A TAM BAĞIMLI YUNAN DEVLETLERİNİN KURULMASI PLANININ EN BÜYÜK DESTEKÇİLERİ 5. GEORGE, LLOYD GEORGE , LORD CURZON, WINSTON CHURCHILL TARAFINDAN KARADENİZE YOLLANAN İNGİLİZ ASKERLER HER YANDA VATANSEVER AVINA ÇIKMIŞ DURUMDAYDI...BU NEDENLE MUSTAFA KEMAL VE ARKADAŞLARI SAMSUN'DAN AYRILARAK OTOMOBİLLE HAVZA'YA DOĞRU HAREKET ETTİLER...
Türkiye Cumhuriyeti'nin en büyük diplomatik başarısının bir özetidir...Bu başarıya Mehmet Münir Ertegün imzasını atmıştır...
Queen of the Desert (2015) filminde Nicole Kidman'ın canlandırdığı İngiliz Gertrude Bell ve ekip arkadaşları Winston Churchill ile Thomas Edward Lawrence Araplara Türk /Osmanlı askerlerini öldürmeleri için her türlü ağır silah, cephane ve patlayıcıları 1916'dan itibaren sağladılar...
Osmanlı ordusunun Anadolu Ermenilerini yürüterek Suriye çöllerine göçe zorlamasına tanık olan Gertrude Bell'e göre Ermenilere verilen ceza (bu konuda emri veren Talat Paşayı suçluyordu) çok orantısız çok ağır bir cezaydı...
Yaygın iddiaya göre Hitler 1930'ların sonunda Avrupa, Asya ve Afrikadaki 11 milyon Yahudiyi kitle imha listesine aldırdığında müritlerine "Ermenileri Osmanlı cezalandırmıştı...Bugün cezalandırılan Ermenileri kim hatırlıyor ki?" demişti...
Franz Werfel de en ünlü romanı The Forty Days of Musa Dagh'da (1933) Almanya ve müttefiki Osmanlının 1915 döneminde isyan çıkaran Ermenilere ceza verirken Osmanlıya karşı isyana dahil olmayan Ermenileri de en ağır şekilde cezalandırdığını iddia etmiştir...
"Musa Dağ’da 40 Gün” dönemin en büyük film şirketi Metro Goldwyn Mayer’in yapımlarının başındaki Irving Thalberg tarafından dev bir prodüksiyona dönüştürülecekti…Clark Gable’ın baş rolünde olacağı “Musa Dağ’da 40 Gün” filmini Washington Büyükelçimiz Mehmet Münir Ertegün durdurmuştu!
1934’ten 11 Kasım 1944’te kalp krizi geçirerek vefat edene kadar 10 yıl boyunca Washington’da Türkiye Büyükelçiliği yapan Mehmet Münir Ertegün (1883 doğumlu; Lozan Anlaşmasını yapan Türk heyetindede görev almıştı) etkili ve sıcak kanlı kişiliğiyle 1932, 1936, 1940 ve 1944’te ABD Başkanı seçilen (dört kez ABD Başkanı seçilen tek ABD vatandaşı olan) Franklin Delano Roosevelt’e (1882-45) yaklaşarak, ABD’nin en güçlü kişisiyle dostluk kurmayı da başaracaktı…
Mustafa Kemal Atatürk’ün büyükelçisi olduğu dönemde Mehmet Münir Ertegün kişisel girişimleriyle, Anadolu’daki 1915 Ermeni kıyımlarını konu alan Franz Werfel’in (1890-1945) “The Forty Days of Musa Dagh-Musa Dağ’da Kırk Gün” (1933) adlı romanının beyazperde haklarını yirmi bin dolara satın alan o dönemin en büyük film yapımevi ve dağıtımcısı Metro Goldwyn Mayer’in (şirket Yahudi asıllı Amerikalılar tarafından yönetilmekteydi) romanı o dönemin en büyük film yıldızı Clark Gable’ı baş rolde oynatarak dev bir film prodüksiyonuna dönüştürmesini durduracaktı…
Clark Gable, “It Happened One Night-Bir Gecede Oldu”daki (1934) oyunculuğuyla OSCAR kazanmış ve “Mutiny on the Bounty-Denizde (Bounty’de İsyan) İsyan” (1935) ve “Gone with the Wind-Rüzgar Gibi Geçti”yle de (1939) OSCAR adaylığına ulaşmıştı…
Yazarı Yahudi olduğu için Adolf Hitler’in Almanyasında yasaklanan “Musa Dağ’da Kırk Gün” 1934’ten itibaren ABD’de çok satan roman haline dönüşmesine rağmen Metro Goldwyn Mayer, Washington’da Mehmet Münir Ertegün’ün temsil ettiği Mustafa Kemal Atatürk Türkiye’sinin ricalarını kırmayarak 1936’da “Musa Dağ’da Kırk Gün”ü beyazperdeye uyarlamayacağını ilan etmişti…Hem de bizzat bu film stüdyosu'nun İmparatoru Louis B. Mayer'in açıklamasıyla...
Metro Goldwyn Mayer “The Forty Days of Musa Dagh-Musa Dağ’da Kırk Gün”ün senaryosunu 20. yüzyılın en iyi senaryo yazarlarından birine (Carl Foreman) yazdırdı...Foreman Hollywood'daki Komünist avından olumsuz etkilense de efsaneleşmiş filmlerle birlikte anılacaktı 20. yüzyılda...Bunlar arasında The Men (1950),Cyrano de Bergerac (1950), High Noon (1952), The Bridge on the River Kwai (1957), The Mouse That Roared (1959), The Guns of Navarone (1961) Young Winston (1972) bulunuyor...
Birleşmiş Milletlerin kurulmasıyla sonuçlanan San Francisco Konferansı (25 Nisan 1945 – 26 Haziran 1945) esnasında konferansı düzenleyenlere Mayıs 1945'te Dünya Ermeni Komitesi tarafından gönderilen memorandumda 1915'te Türklerin Ermenileri kesip biçtiği iddia edilerek Doğu Anadolunun büyük bölümünün Türkiye'den alınarak Sovyetler Birliği Ermenistanına bağlanması gerektiği ilan edildi...ABD'nde yaşayan Ermenilerin temsilcisi olan pek çok kuruluş bu bildiriye destek çıktı ve aynı görüşte olduklarını duyurdu...(Bakınız: Cumhuriyetin Dış Politikası adlı kitap İş Bankası Yayınevi; Yazan: Hazal Papuççular)
ABD Başkanı Kennedy'nin ailesinin İrlanda'dan göç etmesinin öyküsü:
Kıtlık, açlık, salgın hastalıklar, yoksulluk, din uyuşmazlığı, işsizlik, adaletsizlikler, hoşgörüsüzlük, yaşanılan ülkedeki cehennemi baskılar, otokrasi, yaşanılan ülkede azınlık durumunda olmak, savaşlar, iç savaşlar yüz milyonlarca insanın ABD'ne göç etme yolları aramasıyla sonuçlandı...Rusya, Almanya, İrlanda, İtalya, Yunanistan, Osmanlıdan kitleler halinde büyük göçler oldu...Özellikle çok milletli imparatorluklarda huzursuzluk, mutsuzluk, kargaşa had safhadaydı...Büyük umutlar, büyük hayaller peşinde okyanuslar katedildi...
Yönetmen Elia Kazan amcasının Türkiye'den ABD'ne ulaşmak için gösterdiği çabayı anlatırken amcasının aşk değil menfaat evlliliği teşebbüsünden, annesi yaşında evli bir kadının jigolosu olmasına kadar ailesinin en mahrem anekdotlarına yer veriyor filminde...Kazan, belki de en iyi en samimi, en içten filmini yarattı...
"Hasta Adam" tanımlaması nasıl ortaya çıktı?
Muhteşem Petro 1725'te ölmek üzereyken Ruslara iki hedef gösterdi iddiası çok yaygındır...Yaygın iddiaya göre, Petro bu vasiyetinde "İstanbul ve Hindistan Rusya'nın olmalıdır," diyordu...
(Peter Hopkirk ; The Great Game: The Struggle for Empire in Central Asia)
Son Rus Çarı Putin'de her fırsatta Petro'ya hayranlığını ilan ediyor...
1844 yazında Çar 1. Nicholas İngiltere Kraliçesi Victoria'yı ziyarete gitti...Victoria 25 yaşındaydı...Çar 1. Nicholas bu ziyaretinde Osmanlı İmparatorluğu için "Avrupa'nın Hasta Adamı"dır dedi...Rusya'nın Hindistan'da gözü olmadığını İngilizlere söyledi...Osmanlı İmparatorluğu'nun çok yaşamayacağı bu iki büyük imparatorluğun yöneticilerinin başlıca konusu oldu...İngiltere ve Rusya Sultan Abdülmecid'in tahtta mümkün olduğu kadar uzun süre kalması konusunda 1844 yaz aylarında uzlaştılar...
(Peter Hopkirk ; The Great Game: The Struggle for Empire in Central Asia)
Rusya Çarı (İmparatoru) 1. Nicholas (1796-1855) İngiltere'nin Rusya elçisi Seymour'a (21 September 1797 – 2 February 1880) 9 Ocak 1853’de o ünlü deyimi bir defa daha kullanarak, Osmanlı Devleti’nin “hasta adam” olduğunu ve mirasının paylaşılması için tedbir almanın yararlı olacağını söyledi.
Seymour'da Çar'la yaptığı bu sohbeti Londra'ya rapor edince Çar'ın bu hasta adam benzetmesi bir kez daha her tarafa yayılmıştı.
Çar, 9 Ocak 1853’te İngiliz elçisi Sir George Hamilton Seymour’a şunları söyledi:
“İngiltere için beslediğim duyguları bilirsiniz. Bence İngiltere hükümeti ile hükümetimin anlaşması esastır. Böyle bir anlaşmayı gerektiren şartlar, hiçbir vakit bugünkü kadar önemli değildi. Biz anlaştıktan sonra, Batı Avrupa devletleri umurumda bile değil. Bence hiçbir değeri yok.Osmanlıya gelince, bu bambaşka bir problemdir. Bu devlet buhranlı bir durumdadır.Başımıza pek çok işler çıkarabilir.”
İngiliz elçisi, Çar’dan Osmanlı hakkındaki düşüncelerini detaylandırmasını talep edince Çar şöyle devam etti:
“Kollarımız arasında hasta bir adam var. Çok hasta. Size açıkça söylemeliyim ki, gereken bütün tedbirleri almadan önce, onu günün birinde kaybetmemiz büyük felaket olacaktır. Osmanlı ansızın ölebilir. Ölüleri diriltemeyiz. Osmanlı ölünce bir daha dirilmemek üzere ölecektir. İşte bunun içindir ki size soruyorum: Böyle bir olay ile kargaşalık, anarşi ve hatta bir Avrupa savaşı karşısında kalmaktansa, önceden tedbir almak daha akıllıca bir hareket olmaz mı?”
İngiliz elçisi Sir Hamilton Seymour’un Çar’a verdiği cevap ise şöyleydi:
“Niçin daima Osmanlının öleceğini hesaba katarak bu felaketten önce veya sonra tedbirler almayı düşünmeli? Niçin hastayı tedavi etmeyi düşünmemeli?” “Majesteleri lütfen beni mazur görsünler. Şunu söylemek zorundayım ki, kuvvetli ve alicenap adama, zayıf ve hasta adamı korumak düşer.” Seymour aynı zamanda, hasta adamın iyi olmak için, onu ameliyat edecek bir operatöre değil, onu tedavi edecek bir doktora ihtiyacı olduğunu söylemiştir.
14 Ocak 1853’te İngiliz elçi Seymour’u yanına davet eden Çar konuyu tekrar açarak," Şimdi sizinle bir dost ve bir centilmen gibi konuşmak istiyorum" diyerek, İngiltere’nin İstanbul’a yerleşme gibi bir niyeti varsa, buna müsaade etmeyeceğini, kendisinin İstanbul’da gözü olmadığını, fakat önleyici tedbir alınmazsa, İstanbul'u geçici olarak işgal etmesinin zorunlu olacağını bildirdi.
Çar, Şubat ayındaki konuşmasında da Osmanlı hakkındaki teklifini açıkladı: Eflak & Boğdan , Bulgaristan ve Sırbistan Rusya’nın himayesi altına verilecek, İngiltere de Mısır ile Girit’i alacaktı. Çar bu konuda şöyle diyordu: “Osmanlı Devleti’nin yıkılışından sonra mirası bölüşüldüğü zaman, İngiltere Mısır’ı işgal ederse, tarafımdan hiçbir itiraz yapılmayacaktır. Kandiye (Girit) hakkında da aynı şeyi söyleyebilirim. Bu da size daha çok yakışır ve niçin orası İngiliz ülkesi olmasın.” Çarın teklifine göre, İstanbul bağımsız şehir olacaktı. İngiltere, Çarın teklifini reddetti. Eğer Çar İngiltere’yi ikna edebilmiş olsaydı, hasta adamın ölümünü ilan edecekti.
Çar, bütün girişimlerine rağmen İngiltere’yi kendi tarafına çekemeyince, Osmanlı Devleti aleyhinde tek başına harekete geçmeye karar verdi.Amiral Pavel Stepanovich Nakhimov (1802-1855) komutasındaki Rus filosunun 30 Kasım 1853 günü Batum’daki Türk kuvvetlerine yiyecek ve cephane götüren 12 parçalık Türk filosunu Sinop limanında yakıp, tarihe Sinop baskını diye geçen olayı gerçekleştirmesi ve 4000 kişiyi öldürmesiyle Çar planlarını hayata geçirmeye başladı...
America America ırkçılık, önyargı başyapıtı olsa da hayranları vardır...Bunlardan biri de Martin Scorsese'dir...
Martin Scorsese: "Papa'nın sanatçılara yaptığı çağrıya, bildiğim tek yolla yanıt verdim: İsa hakkında bir film hayal edip senaryo yazarak. Ve onu yapmaya başlamak üzereyim."
Papa Francis'e bir ziyarette bulunan Martin Scorsese “The Last Temptation of Christ" filminden sonra bir kez daha Hazreti İsa'yı konu alacak...
Martin Scorsese'nin hayranlık duyduğu filmler:
Georges Méliès’s “A Trip to the Moon” (1902)
Anthony Asquith & A.V. Bramble's
“Shooting Stars” (1927)
Jean Vigo’s “L’Atalante” (1934)
Orson Welles's "Citizen Kane" (1941)
Michael Powell & Emeric Pressburger’s
“The Life and Death of Colonel Blimp” (1943)
“Jacques Tourneur's
“I Walked with a Zombie” (1943)
Lewis Allen's “The Uninvited” (1944)
John M. Stahl’s
“Leave Her to Heaven” (1945)
Mark Robson's “Isle of the Dead” (1945)
Alberto Cavalcanti & Charles Crichton & Robert Hamer & Basil Dearden's “Dead of Night” (1945)
Roberto Rossellini’s “Paisan” (1946)
King Vidor's “Duel in the Sun” (1946)
Michael Powell & Emeric Pressburger’s
“The Red Shoes” (1948)
Frank Borzage’s “Moonrise” (1948)
Ida Lupino's “Outrage” (1950)
Robert Bresson's “Diary of a Country Priest” (1951)
Jean Renoir's “The River” (1951)
Akira Kurosawa's “Ikiru” (1952)
Vincente Minnelli's “The Band Wagon” (1953)
Kenzi Mizoguchi's “Ugetsu Monogatari ” (1953)
Roberto Rossellini’s “Journey to Italy” (1954)
Nicholas Ray's “Johnny Guitar” (1954)
Nicholas Ray's “Rebel Without a Cause” (1955)
Howard Hawks's “Land of the Pharaohs” (1955)
Elia Kazan's “East of Eden” (1955)
John Ford's “The Searchers” (1956)
Cecil B. DeMille's “The Ten Commandments” (1956)
Jacques Tourneur’s “Night of the Demon” (1957)
Andrzej Wajda's “Ashes and Diamonds” (1958)
Irving Lerner's “Murder by Contract” (1958)
Vincente Minneli's “Some Came Running” (1958)
Alfred Hitchcock's "Vertigo" (1958)
Alfred Hitchcock's “Psycho” (1960)
Michelangelo Antonioni’s “L’Avventura" (1960)
Marlon Brando's “One Eyed Jacks” (1961)
Jack Clayton's “The Innocents” (1961)
Francesco Rosi's “Salvatore Giuliano” (1962)
Sam Peckinpah's“Ride the High Country” (1962)
J. Lee Thompson's “Cape Fear” (1962)
Luchino Visconti's "The Leopard" (1963)
Elia Kazan's "America America" (1963)
Robert Wise's “The Haunting” (1963)
Jean Luc Godard's “Contempt” (1963)
Federico Fellini's “8½” (1963)
Anthony Mann's “The Fall of the Roman Empire” (1964)
Pier Paolo Pasolini’s “The Gospel According to St. Matthew” (1964)
Stanley Kubrick's "2001" (1968)
Djibril Diop Mambéty's “Touki Bouki” (1973)
William Friedkin's "The Exorcist" (1973)
Ralph De Vito“s "Death Collector” (1976)
Satyajit's Ray's “The Chess Players” (1977)
Peter Medak's “The Changeling” (1980)
Stanley Kubrick's "Shining" (1980)
Sidney J. Furie’s “The Entity.” (1982)
Souleymane Cissé’s “Yeelen” (1987)
Hong Sang-soo's “Woman Is the Future of Man” (2003)
Joanna Hogg's “Archipelago” (2010)
Spike Lee's “BlacKkKlansman” (2018)
Ari Aster's “Midsommar” (2019)
Kornel Mundruczo’s “Pieces of a Woman, (2020)
Todd Field's “TÁR” (2022)
Ti West’s “Pearl” (2022)