Taş Ocağı yatağından kuşbakışı Finike ovasını görüyoruz. Dün herkesin bir bahçesi vardı bölgede. Ama bugün öyle değil. Şahsıma sorarsanız, bu oluşan düzlüklerde çok güzel mesire alanı olur…


    Geçtiğimiz günlerde Finike ziyaretimiz vardı ya. Demiştik “birkaç önemli noktaya parmak basacağız” diye. 20 yılı aşkın süredir medyanın dilindedir taş- mermer ocakları. Öyle ki bulunduğu alan da oradaki rezerv de ilgilendirmez bizi. Peşin peşin “çevre düşmanı”dır. Bu yakıştırmayı yapanlar da; araba kullanırken camdan su şişesi atmakla portakal kabuğu atmayı aynı kefeye koyanlardır.



    1999 muydu? Rahmetli Mustafa Kıvrak ortağı olduğu YTONG Fabrikası’na, oradan da malzeme alınan Döşemealtı Camili köyüne gitmiştik. Alan da ağaçlar da vardı, Kızılçam. Kesiliyordu tabii. Oğlu Süleyman Kıvrak’a “Doğayı mahvediyorsunuz” dediğimde, “Burada kesilen her ağacın yerine 2 ağaç dikiyoruz” demişti.


    Bunca yıldır gidip gelirim, ilk kez bir taş ocağını ziyaret ettim Finike’de. Hem de Dünya’ya “Lymra Taşı” diye, kendi tescilli adıyla ihraç edilen bir taş çeşidinin ocağına.


    Merak ediyordum, yemyeşil ormanın içinde peynir dilimi gibi duran bölgelerde neler olduğunu. Yaklaşık 20 yıldır bölgenin gündeminden düşmeyen taş ocakları rezerv bitiminin ardından ağaçlandırılıyor. Geçmişte maki ve Kızılçam ormanlarına ev sahipliği yapan tepelerde, ekonomik özelliği olan Fıstık Çamı ve Keçiboynuzu ağaçları ile zakkum ve Akasya ağaçları boy gösteriyor.


    Turunçova’da yaklaşık 15 yıl önce faaliyetini durduran taş ocağının yerinde şimdi gelecek vaadeden ağaçlar var. Finike İnşaat Şantiye Şefi Maden Mühendisi Aykut Urhan, bölgenin geçmişten daha yeşil olması için çalışmalar yaptıklarını, son olarak yurtdışından sarmaşık türlerini getirdiklerini söylerken, yapılan denetimlerde, işletmeye 10 üzerinden 11 puan verildiğini söyledi.


    Aykut kardeşimin anlattığına göre; 1999 da “Kestiğin 1 ağacın yerine 2 ağaç dikeceksin” diyen devletimiz, bundan vazgeçmiş. (Kesin istismar olmuştur.)  Demiş ki, “Rezerv bitiminde geri vermeyeceksin, burayı iklim koşullarına uygun, ekonomik girdisi olan ağaçlarla donatacaksın. Yer bitkileri ile destekleyeceksin. Bakımını yapacaksın, ağaçlar yetişince bana geri vereceksin.”


    İlk şantiyenin kurulduğu alan 2018 de işlevini tamamlamış. Buraya dikilen fıstık çamları ve keçiboynuzları, meyve aşamasına gelmek üzere. Bunun yanında akasya ağaçları ve zakkumlar da var. Şimdilerde o kesilmiş yamaçlara sarmaşık çeşitleri deneniyor.  Bölgenin doğal dokusu olan kızılçamlar da kendini göstermeye başlamış. Sert yapılı, yoğun aromalı kekikler eflatun renkli çiçekleriyle mis gibi kokuyor.


    İşlem aşağıdan zirveye doğru devam ediyor. Mevcut çalışma alanından baktığımızda; kuşbakışı Finike ovasını görüyoruz. Dün herkesin bir bahçesi vardı bölgede. Ama bugün öyle değil. Şahsıma sorarsanız, bu oluşan düzlüklerde çok güzel mesire alanı olur.


    Diyeceğim şudur. 10 yıl sonra bir genci Kadınyarı’nda durdurup “Eski Özel İdare Binası neredeydi?” diye sorsanız, dünü hatırlamadığı gibi bugünkünü de size soracaktır.


    Dünyanın yaşı kaçtır, bir Kızılçam ağacının ömrü kaç yıldır? Biz bu taşları ekonomiye kazandırmayalım da; deli gibi bina dikiyoruz. Hem de “kirleniyor, ölüyor” dediğiniz portakal bahçelerine. Bahçe duvarımızı bile kesme, süslü taşlarla donatıyoruz. Bu ihtiyacımızı ithal ürünle mi tamamlayalım? Olur tabii de, o zaman evin maliyeti artmaz mı?


    Bişey daha ekleyip bitiriyorum. Taş ocaklarına ben de karşı dururum. Su kaynaklarını kirletiyorsa, ekolojik sit alanlarını tahrip ediyorsa, hava kirliliğini tehdit ediyorsa evet, karşıyım. Finike özelinde mi? Ocaklar harıl harıl çalışırken, diğer yanda Turunçova Portakalı “Dünyanın En İyi Portakalı” ödülü almıştı. Yani zarar filan da hikaye Ali abi.


    Biz bir festival düzenleyip tanıtımını yapamadıysak, taş ocaklarının suçu ne?