Ayşe Şasa’yı (1941-16 Haziran 2014) ben çevresindeki herkesin derdine gücü yettiği kadar çare olmaya çalışan eşsiz bir insan olarak tanıdım…
Kendisine Allah rahmet eylesin, geride kalan yakınlarına Allah sabır versin, dilerim.
O’nu tanıma şansı bulanlar Ayşe Şasa’yı çok ama çok arayacak
Ayşe Şasa Anlatıyor:
*“Annem başkalarına peri kızı; bana ejderhaydı.”
*“Anneannem babama bir keresinde isyan etmiş ve ‘Avni Bey sizi mahkemeye vereceğim bu çocuğu tamamen dadıların eline bırakarak ona zulmediyorsunuz’ demişti.”
*“Bugün geriye döndüğüm zaman, hayat hikayemi bir film sinopsisi gibi özetleyebiliyorum.18 yaşımda sinemaya adım attığımda Marksist dünya görüşünü sinema aracılığıyla yaymayı kendime görev tayin etmiştim.Sinemaya girdiğimde Yunan trajedilerini yerli filmlere uygulamaya çalışmıştım.Türk sinema seyircisi, Türk filminin varlığında beni kendimle yüzleştirdi.Bana tutulan bu aynada kendimi, gerçek kimliğimi kavrayışımı, Müslümanlığımı idrak edişimi, beni kendimle yüzleştiren Türk sinema seyircisine borçluyum…Hayat hikayemi bir tek çizgiye indirgeyecek olursam : Hep bir arayışın,hakikat arayışının özeti olduğunu söyleyebilirim.”
*“Ecnebi dadıların hegemonyası altındaydım, beş yaşıma kadar bana bakan Macar Yahudisi Frau Katie, diplomalı ve iddialı bir bakıcı.Aşırı bir disiplin merakı var, benimle yalnızca Almanca konuşuyor.Katie’den ana olunca, anadilim de neredeyse Almanca oluyor.Sonraları, bir hayli zaman Türkçe konuşurken zorlandım; anadilimi öğrenmek epey zamanımı aldı, çok çaba sarf ettim.”
*“O zamanlar biz, Gümüşssuyu’nda, Ayaspaşa’da Alman Konsoloshanesi’nin karşısında Saadet Apartmanı’nda oturuyoruz.Schwester Katie bizi çocuk arabasıyla Taksim Parkı’na geziye götürüyor ve orada diğer mürebbiyelerle buluşuyorlar.Tahmin ediyorum üzerime çullanan korkuların asıl sebebi bu mürebbiyelerdi.Savaş yıllarındayız, bu insanlar savaştan kaçmışlar, İkinci Dünya Savaşı’nın acılarını taşıyorlar, geceleri evdeki hizmetkarlarla beraber radyo dinliyorlar ve sürekli savaşın felaketlerini konuşuyorlar.Ölümden bahsediyorlar, bombalardan, yangınlardan söz ediyorlar, korku verici olaylar anlatılıyor ve bunlar küçücük yaşımda, benim şuur altımda,uzun süre hayatımı çok kötü etkileyecek çok derin bir tesir bırakıyor.Alman diktatör Adolf Hitler’in adı geçiyor, Nazilerin adı geçiyor, Gestapo’nun adı geçiyor.”
*“Zannederim dört yaşımdaydım, bir araya gelen çocuk bakıcıları, bir sürü insanın diri diri gömülüşüne dair bir hatıra anlatmışlardı.Çok küçüğüm, gömülmek ne, ölmek ne bilmiyorum.Bunlar o kadar dehşet verici bir şekilde anlatılıyor ki bende müthiş bir ölüm korkusu başlıyor.”
*“Annem babam yurt içinde ve dışında hep gezmedeydiler, gezme halindeydiler, gece gündüz geziyorlardı, başka bir muhitte, başka şeylerle meşgul kişilerdi.”(…)”Ben zavallı bir zengin kızıydım.”
*“Dadı Barbara, Allah’a küfretti.Ağza alınacak bir şey değil.(…)Bir gece beni aldı ve İnönü gezisine götürdü.Parkın ortasında bir çukur vardı.Beni gece orada bıraktı ve kaçtı.Bu daha sonra çok büyük bir korku, bir travma yaratacak bir olaydı.İlk defa gece sokakta yalnız kalıyorum, sebebini anlayamıyorum.Yaptığı şeye bir mana veremiyorum.Ağlaya titreye evin yolunu bulup eve geri dönüyorum, eve geldiğim zaman annemin babamın önünde kapıda beni karşılıyor ve bağıra bağıra “Elini tuyordum, benden kaçtı,” diyerek beni pataklamaya başlıyor.”
*“Çocuklarına bale dersi, piyano dersi aldırıyorlar, yabancı dil öğretiyorlar.Ama hiçbir manevi, hiçbir dini telkin yok.Ben buna görgü, bu insanlara da görgülü demekte zorlanıyorum.İşte bütün bu Batılılaşma modasının trajik bir maraz olarak ortalığı kemirdiği bir döneme denk düşüyor benim çocukluğum.”
*“Dadım ciğerlerim açılsın, vücudum sağlıklı olsun diye kışın beni karda yatırıyordu.”
*“İki yaşıma kadar sinir sistemim herhalde direnmiş, sağlıklı bir çocukmuşum çünkü. Annemin kardeşi Güzin Teyzem anlatırdı, iki yaşımdayken bir gün Schwester Katie: “Yaramazlık yaparsan giderim, bir daha da gelmem,” diye beni tehdit etmiş. Ben Frau Katie’ye diyorum ki: “Güle güle Frau Katie, güle güle.” Yani “Cehenneme git!” der gibi, alay ediyormuşum ve muzip muzip gülüyormuşum.”
*“Schwester Katie bana Almanca Tanrı kavramını (Lieber Gott) aşıladı ve bu kavram bende iyiden iyiye yer etmişti. Gece gündüz Tanrı’yı düşünüyordum, annemi babamı bana göstermesi için ona yalvarıyordum; beni görmeleri, bana yakınlık göstermeleri için çok dua ettiğimi hatırlıyorum.”
*“Dadılarımla gittiğimiz Yıldız Parkı’nda çıkışı bulamadık.Bu parkta hayatımdaki ilk halüsinasyona tanık oluyorum.Parkta kaybolduğumuz korku dolu saatler esnasında karanlıkta yürürken, yolun kenarında ayakları ve elleri üzerinde sürünen bir adam görüyorum ve çok korkuyorum.Bu hatırlayabildiğim en erken halüsinasyon.”
*“Sadist Dadı Barbara kardeşim Bekir’e ve bana şiddet uygulamayı seviyor. Dudaklarımıza tentürdiyot sürüyor.Durmadan bize vuruyor, odunla dövüyor ve üstelik de kulak zarının üstüne vuruyor.”
*“Adeta Charles Dickens romanlarında yetimhanedeki çocuklara yapılan zulüm altındaydım, kendi evimde yetim gibiydim.”
*“Yedi sekiz yaşlarındayım, bir kağıda “Ben çok yalnız bir çocuğum, bu şişeyi bulan lütfen beni arasın!” diye bir not yazıyorum…”
*“İngiliz aileleri kendine örnek alan babamın tutkuları tenis, yelken,avcılık, kayak ve balık tutmaktı.Tam bir spor delisiydi.”
*“Abdest almayı ve namaz kılmayı bana anneannem öğretti. Galiba yedi yaşındaydım.Büyük dayım Rauf Orbay da lise yıllarımın sonuna doğru bana bir Kur’an-ı Kerim hediye etmişti.Üstün İnanç’ın İslam ile ilgili telkinleri üzerimde etkili oldu.”
*“Rauf Orbay (1881-1964) Dayım son gördüğümde bana ‘Annemle babamı çok özledim’ demişti.”
*“Bu iç yalnızlığımı 40-45 yaşıma kadar yaşıyorum.”
*“Babam annemle övünürdü: “Biz modern insanlarız; ben annenizle yemek pişirsin, çocuk baksın diye değil, arkadaşlık etsin diye evlendim,” derdi.Annem kendisini ressam olarak tanımlar; babam da daima “Annen sanatkardır,” derdi. Annem ressam da olamamıştı, anne de olamamıştı.”
*“Bir ara annem bana şunları söyledi: ‘Baban çok yakışıklı, varlıklı, sosyal hayatında da pırıltılar saçan çok aktif bir adam…Onu takip etmeseydim adım adım, onu benim elimden alırlardı.Bu büyük korku yüzünden sizinle hiç ilgilenemedim.’ ”
*“Ortaokul üçüncü sınıftaydım.Bir psikiyatra götürdüler.Psikiyatr beni sorguladıktan sonra, “Sen çocukluğunu atlamışsın, dikkat etmezsen gençliğini de yaşayamazsın.Zihni hayatın tehlikede,” dedi.Ben kendisine sık sık intihar etmeyi düşündüğümü söyledim.”
*“Ben Cevat Çapan’ın evinde Atilla Tokatlı, Atıf Yılmaz, Halit Refiğ ve Oscar ödüllü görüntü yönetmeni Walter Lassally ile tanıştım.(…) Selahattin Hilav ile Atilla Tokatlı beni Kemal Tahir’in evine götürdü.Çok kısa sürede Kemal Tahir ile eşi Semiha Tahir bana yüreklerini açarak manevi anne baba oldular.”
*“Hastalığıma sebep olan olaylardan bir tanesi de Kemal Tahir’in kansere yakalanmasıydı.Çünkü Kemal Tahir benim bir tür mürşidimdi.Kansere yakalanmasına çok ama çok üzüldüm.”
*“Osmanlı Medeniyeti’nin Batı Medeniyeti’nden çok farklı bir yanı olduğunu fark ediyor Kemal Tahir, ama bu farklılıkta İslam’ın rolünü yeterince vurgulamıyor.
*“Atilla Tokatlı’yla evliliğimizi parasızlık gölgeledi.Açlığın ne demek olduğunu öğrendim.O yaşta bir enkaza döndüm.Dengesiz bir insan olan Atilla sebepli sebepsiz öfkeleniyor; öfkesini kimden çıkaracağını bilmediği için bana çullanıyordu. Evliliğimiz bir buçuk yıl sürdü.”
*“Bizim burjuvazimiz Batılı burjuvazi gibi değil.Ne kültürden, ne fikirden nasibini almış bir garabet…”
*”Beşir Ayvazoğlu ,Batıya karşı olup da Batılı fikirlerle kurtulmaya çalışmamı, Batılı dadılardan gördüğüm zulmü ve Batılı hayat tarzına karşı takındığım menfi tavrı, yine Batı’dan gelen Sosyalist fikirlerle bertaraf etmeye kalkışmamı bir trajedi olarak yorumladı.”
*“Ailemin Tuzla’daki yazlığında, ‘Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar/Yeryüzünde sizin kadar yalnızım!” şarkısı dilime pelesenk olmuştu.”
*“Bir ahir zaman Osmanlı aristokratı olan Bülent Oran(1924-2004) beni dinledi dinledi: ‘Seni insanlar boyuna posuna bakarak kuvvetli bir şey zannediyorlar, oysa Andersen’in her zaman yağmur altında, yalınayak kibritlerini satmaya çalışan kibritçi kızına benziyorsun,’ dedi.
*“1981 ya da 1982’de okuduğum Hazreti Muhiddin İbni Arabi’nin “Füsusu’l Hikem” adlı kitap hayatımı değiştirdi. Tasavvuf düşüncesinin temel eserlerinden biri olan bu eserin tam adı "fusûsu'l-hikem ve husûsu'l-kilem"dir. İslam literatüründe hakkında en fazla şerh yazılan eser olma özelliğine sahiptir… “Füsusu’l Hikem”i okudukça anladım ki, bize İslam’ı çok kötü gösterdiler, Kur’an’dan kopardılar; oysa alemde aradığım ne varsa hepsi burada diye düşünmeye başladım…İslam, gençliğimde bana seyrettirilen “Vurun Kahpeye” filminden ibaret değilmiş; benim bütün bilgim, orada gördüğüm softalara ve yobazlara dayanıyor çünkü…İslam’ın ne kadar muhteşem bir din olduğunu Hazreti Muhiddin İbni Arabi’nin “Füsusu’l Hikem” adlı muhteşem eserinden öğrenirken, kendi kendime “İslam müthiş bir şey, ama Müslümanlar nasıl kimseler acaba?” diye sormaya soruşturmaya başlıyorum. (…)Bir mevtaya dönüşen ben , Allah’ın inayetiyle, evvela “Füsusu’l Hikem” ve sonra Bülent Oran ile Doktor Doğan Soyumer sayesinde yeniden diriliyorum, mezardan kalkmak gibi bir şey…Her şey Alllah’ın kudreti ile…Art arda dizilen sebep silsilesi…”
*“Yıl: 1991.Bir gün aile dostumuz bir yaşlı hanımla telefonda konuşuyorum, o sırada Körfez Savaşı var.O hanım alafranga yetişmiş biri, bana telefonda körfez bombardımanını kastederek diyor ki: “Çok güzel pastalar yaptım, oturdum televizyonun başına, bombardıman çok başarılı oldu! Dehşete düşüyorum…Bu, benim içine doğduğum nasıl bir çevre? Orada insanlar ateş altındalar, bunlar pasta yiyerek bombardıman seyrediyorlar ve nezih oluşundan bahsediyorlar. Bunu düşüne düşüne, alt üst olmuş bir vaziyette, derhal bir örtü bulup başıma takıyorum ve aynada kendime bakmaya başlıyorum.”Ben…” diyorum, “bu bombayı kafasına yiyenlerle aynı saftayım. Ben sizden değilim!”
*“Gençliğimde bir film çekimi esnasında bir yalıda çalışmıştık.Bir eski zaman hanımefendisi, bir Osmanlı hanımefendisi, o yalının sahibesi, ‘Kızım, gel bak bir otur yanıma, sana bir şey söyleyeceğim!’ demişti.Sanki ilham gelmiş gibi.’Biliyor musun, hayat senin için bitti zannedersin, yeniden başlar,bitti zannedersin yeniden başlar.’Çok güzel değil mi? Benim hayatım defalarca bitti zannettim ve hep yeniden başladı. Bu böyle bir şey…Bitiş çizgisine geldim derken, yeni bir yol açılıyor, taze bir hayat…Herhalde gerçek sona vasıl olduğumuz zaman da, orada yeni bir hayata doğuyoruz.”
*“ ‘İslam bizi geri bıraktı, Batı karşısında yenilgilerimizin sebebi İslam’dır!’ hükmü, giderek bir inanç, bir yaşama biçimi halini aldı. Bunu da modernlik kisvesi altında hınç ve taassupla dolu telkinler halinde yaydılar; bu tür ideolojilere ve akımlara neredeyse meşruiyet kazandırıldı…Bu yanılgıların ortasında doğdum ve yetiştim.Gerçeğin ise tam tersi olduğunu pek çok bedel ödeyerek idrak ettim.”
*“Hayatımın ilk yarısı bir korku filmi gibi geçti…Varoluşuna sahih bir neden bulamayan insan; bilsin yahut bilmesin korku, endişe ve vehim içindedir.Ben bu marazi hali, bir imtihandan geçiyor gibi ve en ağır derecelerde yaşadım…Allah hepimizi ve özellikle yeni nesilleri böylesi azaplardan esirgesin.”
*“Şimdi şu eski koltuklarda oturuyorum ve gücümün yettiğince tefekkür ediyorum…Herkes geleceğe doğru hayal kurar; bense geçmişe doğru…Bir bahçeye yolculuk yapıyorum…Manolyalar, frenk üzümleri, yıldız çiçekleri, çimenler; tam bir cennet bahçesi…Bir zamanlar, yani çocukluğumda öyle bir bahçenin ortasındaydım; ama o nimetin o günlerde şükrünü eda edebilme hassasiyetine sahip değildim. Şimdiki halimle: aklım ve gönlümle o güzel bahçeye dönüyorum…Çimenlerin üzerine seccademi serip şükür namazı kılıyorum.Bu benim geçmişe doğru yolculuğum, geçmişe dönük hayalim.”
Senaryo yazarı Ayşe Şasa’nın gizli dünyasına ve sırlarına “Bir Ruh Macerası” adlı kitabı okuyarak ortak olabilirsiniz.
Türk sinemasına seçkin senaryolar kazandıran Ayşe Şasa, Timaş Yayınları tarafından basılan “Bir Ruh Macerası” adlı anı – söyleşi kitabıyla hem hayatında iz bırakan kişileri ve olayları hatırlıyor, hem de dramını bizimle paylaşıyor. Kitap için Ayşe Şasa’yla söyleşileri gerçekleştirenlerse Leyla İpekçi, Meryem Atlas ve Berat Demirci.
Ayşe Şasa, kereste ticaretiyle zengin olan bir ailenin şefkat ve ilgi fakiri kızıydı. Ayşe Şasa, doğduğunda annesi bebeğin kız olmasından hoşnut olmadığından ona hiç anne sütü vermemiş.
Ayşe Şasa, “Bir Ruh Macerası” adlı anılarında, tüm çocukluğu ve genç kızlığı boyunca, anne – babası tarafından, ihmâl edildiğini, onlar tarafından itilip kakıldığını, ezildiğini ve kendisiyle kardeşlerinin yabancı uyruklu dadıların insafına ve otoritesine terk edildiğini açıklıyor. Üç çocuklarını yabancı ellere teslim ve emanet eden Melike ve Avni Şasa kelimenin tam anlamıyla lüküs hayat içine dalmış, hatta yuvarlanmış vaziyetteymiş. Ayşe Şasa ve kardeşlerinin en değerli yılları büyük bir sevgisizlik ve mutsuzluk sarmalı içinde kaybolmuş. Ailesinde iletişimsizlik son sınırdaymış.
Çocukluğuna dair hiçbir olumlu hatırası olmadığını söyleyen Ayşe Şasa’nın akıl sağlığındaki bozulmaya, ilk evliliğindeki derin yoksulluk günleriyle, 12 Mart 1971 Askeri Darbesi’nin baskıcı karakteri de katkıda bulunmuş, tuz biber ekmiş. Ayşe Şasa, iki kez intihar girişiminde bulunmuş, bir ara uyku haplarına bağımlı olmuş. Vücut ağırlığı 40 kiloya kadar düşmüş.
Ayşe Şasa, Hazreti Muhiddin İbni Arabi’nin “Füsusu’l Hikem” adlı kitabını 1981 ve 1982’de okuduktan sonra İslâm’a ve Allah’a sığınarak içsel huzur bulmayı başarmış.
1941 doğumlu Ayşe Şasa’nın soyadı Kafkasya’da ok – yay anlamına geliyor. “Yeşilçam Günlüğü”, ”Delilik Ülkesinden Notlar”, “Şebek Romanı” adlı kitapları da var. Ayşe Şasa, 1960’da Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nden mezun oldu. Bir dönem Robert Kolej İdari Bilimler Bölümü’ne devam etti.
Ayşe Şasa sırasıyla, Atilla Tokatlı (1932 – 1988), Atıf Yılmaz (1926 – 2006) ve Bülent Oran’la (1924 – 2004) evlendi.
Ayşe Şasa Anlatıyor:
* “Annem başkalarına peri kızı; bana ejderhaydı.”
* “Anneannem babama bir keresinde isyan etmiş ve ‘Avni Bey sizi mahkemeye vereceğim bu çocuğu tamamen dadıların eline bırakarak ona zulmediyorsunuz’ demişti.”
* “Bugün geriye döndüğüm zaman, hayat hikâyemi bir film sinopsisi gibi özetleyebiliyorum. 18 yaşımda sinemaya adım attığımda Marksist dünya görüşünü sinema aracılığıyla yaymayı kendime görev tayin etmiştim. Sinemaya girdiğimde Yunan trajedilerini yerli filmlere uygulamaya çalışmıştım. Türk sinema seyircisi, Türk filminin varlığında beni kendimle yüzleştirdi. Bana tutulan bu aynada kendimi, gerçek kimliğimi kavrayışımı, Müslümanlığımı idrak edişimi, beni kendimle yüzleştiren Türk sinema seyircisine borçluyum… Hayat hikâyemi bir tek çizgiye indirgeyecek olursam: Hep bir arayışın, hakikat arayışının özeti olduğunu söyleyebilirim.”
* “Ecnebi dadıların hegemonyası altındaydım, beş yaşıma kadar bana bakan Macar Yahudisi Frau Katie, diplomalı ve iddialı bir bakıcı. Aşırı bir disiplin merakı var, benimle yalnızca Almanca konuşuyor. Katie’den ana olunca, anadilim de neredeyse Almanca oluyor. Sonraları, bir hayli zaman Türkçe konuşurken zorlandım; anadilimi öğrenmek epey zamanımı aldı, çok çaba sarf ettim.”
* “O zamanlar biz, Gümüşssuyu’nda, Ayaspaşa’da Alman Konsoloshanesi’nin karşısında Saadet Apartmanı’nda oturuyoruz. Schwester Katie bizi çocuk arabasıyla Taksim Parkı’na geziye götürüyor ve orada diğer mürebbiyelerle buluşuyorlar. Tahmin ediyorum üzerime çullanan korkuların asıl sebebi bu mürebbiyelerdi. Savaş yıllarındayız, bu insanlar savaştan kaçmışlar, İkinci Dünya Savaşı’nın acılarını taşıyorlar, geceleri evdeki hizmetkârlarla beraber radyo dinliyorlar ve sürekli savaşın felâketlerini konuşuyorlar. Ölümden bahsediyorlar, bombalardan, yangınlardan söz ediyorlar, korku verici olaylar anlatılıyor ve bunlar küçücük yaşımda, benim şuur altımda, uzun süre hayatımı çok kötü etkileyecek çok derin bir tesir bırakıyor. Alman diktatör Adolf Hitler’in adı geçiyor, Nazilerin adı geçiyor, Gestapo’nun adı geçiyor.”
* “Zannederim dört yaşımdaydım, bir araya gelen çocuk bakıcıları, bir sürü insanın diri diri gömülüşüne dair bir hatıra anlatmışlardı. Çok küçüğüm, gömülmek ne, ölmek ne bilmiyorum. Bunlar o kadar dehşet verici bir şekilde anlatılıyor ki bende müthiş bir ölüm korkusu başlıyor.”
* “Annem babam yurt içinde ve dışında hep gezmedeydiler, gezme halindeydiler, gece gündüz geziyorlardı, başka bir muhitte, başka şeylerle meşgûl kişilerdi.” (…) ”Ben zavallı bir zengin kızıydım.”
* “Dadı Barbara, Allah’a küfretti. Ağza alınacak bir şey değil. (…) Bir gece beni aldı ve İnönü gezisine götürdü. Parkın ortasında bir çukur vardı. Beni gece orada bıraktı ve kaçtı. Bu daha sonra çok büyük bir korku, bir travma yaratacak bir olaydı. İlk defa gece sokakta yalnız kalıyorum, sebebini anlayamıyorum. Yaptığı şeye bir mânâ veremiyorum. Ağlaya titreye evin yolunu bulup eve geri dönüyorum, eve geldiğim zaman annemin babamın önünde kapıda beni karşılıyor ve bağıra bağıra ‘Elini tuyordum, benden kaçtı,’ diyerek beni pataklamaya başlıyor.”
* “Çocuklarına bale dersi, piyano dersi aldırıyorlar, yabancı dil öğretiyorlar. Ama hiçbir manevi, hiçbir dini telkin yok. Ben buna görgü, bu insanlara da görgülü demekte zorlanıyorum. İşte bütün bu Batılılaşma modasının trajik bir maraz olarak ortalığı kemirdiği bir döneme denk düşüyor benim çocukluğum.”
* “Dadım ciğerlerim açılsın, vücudum sağlıklı olsun diye kışın beni karda yatırıyordu.”
* “İki yaşıma kadar sinir sistemim herhalde direnmiş, sağlıklı bir çocukmuşum çünkü. Annemin kardeşi Güzin Teyzem anlatırdı, iki yaşımdayken bir gün Schwester Katie: ‘Yaramazlık yaparsan giderim, bir daha da gelmem,’ diye beni tehdit etmiş. Ben Frau Katie’ye diyorum ki: ‘Güle güle Frau Katie, güle güle.’ Yani ‘Cehenneme git!’ der gibi, alay ediyormuşum ve muzip muzip gülüyormuşum.”
* “Schwester Katie bana Almanca Tanrı kavramını (Lieber Gott) aşıladı ve bu kavram bende iyiden iyiye yer etmişti. Gece gündüz Tanrı’yı düşünüyordum, annemi babamı bana göstermesi için ona yalvarıyordum; beni görmeleri, bana yakınlık göstermeleri için çok dua ettiğimi hatırlıyorum.”
* “Dadılarımla gittiğimiz Yıldız Parkı’nda çıkışı bulamadık. Bu parkta hayatımdaki ilk halüsinasyona tanık oluyorum. Parkta kaybolduğumuz korku dolu saatler esnasında karanlıkta yürürken, yolun kenarında ayakları ve elleri üzerinde sürünen bir adam görüyorum ve çok korkuyorum. Bu hatırlayabildiğim en erken halüsinasyon.”
* “Sadist Dadı Barbara kardeşim Bekir’e ve bana şiddet uygulamayı seviyor. Dudaklarımıza tentürdiyot sürüyor. Durmadan bize vuruyor, odunla dövüyor ve üstelik de kulak zarının üstüne vuruyor.”
* “Adeta Charles Dickens romanlarında yetimhanedeki çocuklara yapılan zulüm altındaydım, kendi evimde yetim gibiydim.”
* “Yedi sekiz yaşlarındayım, bir kâğıda ‘Ben çok yalnız bir çocuğum, bu şişeyi bulan lütfen beni arasın!’ diye bir not yazıyorum…”
* “İngiliz aileleri kendine örnek alan babamın tutkuları tenis, yelken, avcılık, kayak ve balık tutmaktı. Tam bir spor delisiydi.”
* “Abdest almayı ve namaz kılmayı bana anneannem öğretti. Galiba yedi yaşındaydım. Büyük dayım Rauf Orbay da lise yıllarımın sonuna doğru bana bir Kur’an-ı Kerim hediye etmişti. Üstün İnanç’ın İslâm ile ilgili telkinleri üzerimde etkili oldu.”
* “Rauf Orbay (1881 – 1964) Dayım son gördüğümde bana ‘Annemle babamı çok özledim’ demişti.”
* “Bu iç yalnızlığımı 40 – 45 yaşıma kadar yaşıyorum.”
* “Babam annemle övünürdü: ‘Biz modern insanlarız; ben annenizle yemek pişirsin, çocuk baksın diye değil, arkadaşlık etsin diye evlendim,’ derdi. Annem kendisini ressam olarak tanımlar; babam da daima ‘Annen sanatkârdır,’ derdi. Annem ressam da olamamıştı, anne de olamamıştı.”
* “Bir ara annem bana şunları söyledi: ‘Baban çok yakışıklı, varlıklı, sosyal hayatında da pırıltılar saçan çok aktif bir adam… Onu takip etmeseydim adım adım, onu benim elimden alırlardı. Bu büyük korku yüzünden sizinle hiç ilgilenemedim.’”
* “Ortaokul üçüncü sınıftaydım. Bir psikiyatra götürdüler. Psikiyatr beni sorguladıktan sonra, ‘Sen çocukluğunu atlamışsın, dikkat etmezsen gençliğini de yaşayamazsın. Zihni hayatın tehlikede,’ dedi. Ben kendisine sık sık intihar etmeyi düşündüğümü söyledim.”
* “Ben Cevat Çapan’ın evinde Atilla Tokatlı, Atıf Yılmaz, Halit Refiğ ve Oscar ödüllü görüntü yönetmeni Walter Lassally ile tanıştım. (…) Selahattin Hilav ile Atilla Tokatlı beni Kemal Tahir’in evine götürdü. Çok kısa sürede Kemal Tahir ile eşi Semiha Tahir bana yüreklerini açarak manevi anne baba oldular.”
* “Hastalığıma sebep olan olaylardan bir tanesi de Kemal Tahir’in kansere yakalanmasıydı. Çünkü Kemal Tahir benim bir tür mürşidimdi. Kansere yakalanmasına çok ama çok üzüldüm.”
* “Osmanlı Medeniyeti’nin Batı Medeniyeti’nden çok farklı bir yanı olduğunu fark ediyor Kemal Tahir, ama bu farklılıkta İslâm’ın rolünü yeterince vurgulamıyor.
* “Atilla Tokatlı’yla evliliğimizi parasızlık gölgeledi. Açlığın ne demek olduğunu öğrendim. O yaşta bir enkaza döndüm. Dengesiz bir insan olan Atilla sebepli sebepsiz öfkeleniyor; öfkesini kimden çıkaracağını bilmediği için bana çullanıyordu. Evliliğimiz bir buçuk yıl sürdü.”
* “Bizim burjuvazimiz Batılı burjuvazi gibi değil. Ne kültürden, ne fikirden nasibini almış bir garabet…”
* ”Beşir Ayvazoğlu, Batıya karşı olup da Batılı fikirlerle kurtulmaya çalışmamı, Batılı dadılardan gördüğüm zulmü ve Batılı hayat tarzına karşı takındığım menfi tavrı, yine Batı’dan gelen Sosyalist fikirlerle bertaraf etmeye kalkışmamı bir trajedi olarak yorumladı.”
* “Ailemin Tuzla’daki yazlığında, ‘Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar / Yeryüzünde sizin kadar yalnızım!’ şarkısı dilime pelesenk olmuştu.”
* “Bir ahir zaman Osmanlı aristokratı olan Bülent Oran (1924 – 2004) beni dinledi dinledi: ‘Seni insanlar boyuna posuna bakarak kuvvetli bir şey zannediyorlar, oysa Andersen’in her zaman yağmur altında, yalınayak kibritlerini satmaya çalışan kibritçi kızına benziyorsun,’ dedi.
* “1981 ya da 1982’de okuduğum Hazreti Muhiddin İbni Arabi’nin ‘Füsusu’l Hikem’ adlı kitap hayatımı değiştirdi. Tasavvuf düşüncesinin temel eserlerinden biri olan bu eserin tam adı ‘Fusûsu’l-Hikem ve Husûsu’l-Kilem’dir. İslâm literatüründe hakkında en fazla şerh yazılan eser olma özelliğine sahiptir… ‘Füsusu’l Hikem’i okudukça anladım ki, bize İslâm’ı çok kötü gösterdiler, Kur’an’dan kopardılar; oysa alemde aradığım ne varsa hepsi burada diye düşünmeye başladım… İslâm, gençliğimde bana seyrettirilen ‘Vurun Kahpeye’ filminden ibaret değilmiş; benim bütün bilgim, orada gördüğüm softalara ve yobazlara dayanıyor çünkü… İslâm’ın ne kadar muhteşem bir din olduğunu Hazreti Muhiddin İbni Arabi’nin ‘Füsusu’l Hikem’ adlı muhteşem eserinden öğrenirken, kendi kendime ‘İslâm müthiş bir şey ama Müslümanlar nasıl kimseler acaba?’ diye sormaya soruşturmaya başlıyorum. (…) Bir mevtaya dönüşen ben, Allah’ın inayetiyle, evvelâ ‘Füsusu’l Hikem’ ve sonra Bülent Oran ile Doktor Doğan Soyumer sayesinde yeniden diriliyorum, mezardan kalkmak gibi bir şey… Her şey Alllah’ın kudreti ile… Art arda dizilen sebep silsilesi…”
* “Yıl: 1991. Bir gün aile dostumuz bir yaşlı hanımla telefonda konuşuyorum, o sırada Körfez Savaşı var. O hanım alafranga yetişmiş biri, bana telefonda körfez bombardımanını kastederek diyor ki: ‘Çok güzel pastalar yaptım, oturdum televizyonun başına, bombardıman çok başarılı oldu! Dehşete düşüyorum… Bu, benim içine doğduğum nasıl bir çevre? Orada insanlar ateş altındalar, bunlar pasta yiyerek bombardıman seyrediyorlar ve nezih oluşundan bahsediyorlar. Bunu düşüne düşüne, alt üst olmuş bir vaziyette, derhal bir örtü bulup başıma takıyorum ve aynada kendime bakmaya başlıyorum. ‘Ben…’ diyorum, ‘bu bombayı kafasına yiyenlerle aynı saftayım. Ben sizden değilim!’”
* “Gençliğimde bir film çekimi esnasında bir yalıda çalışmıştık. Bir eski zaman hanımefendisi, bir Osmanlı hanımefendisi, o yalının sahibesi, ‘Kızım, gel bak bir otur yanıma, sana bir şey söyleyeceğim!’ demişti. Sanki ilham gelmiş gibi. ‘Biliyor musun, hayat senin için bitti zannedersin, yeniden başlar, bitti zannedersin yeniden başlar.’ Çok güzel değil mi? Benim hayatım defalarca bitti zannettim ve hep yeniden başladı. Bu böyle bir şey… Bitiş çizgisine geldim derken, yeni bir yol açılıyor, taze bir hayat… Herhalde gerçek sona vasıl olduğumuz zaman da, orada yeni bir hayata doğuyoruz.”
* “‘İslâm bizi geri bıraktı, Batı karşısında yenilgilerimizin sebebi İslâm’dır!’ hükmü, giderek bir inanç, bir yaşama biçimi halini aldı. Bunu da modernlik kisvesi altında hınç ve taassupla dolu telkinler halinde yaydılar; bu tür ideolojilere ve akımlara neredeyse meşruiyet kazandırıldı… Bu yanılgıların ortasında doğdum ve yetiştim. Gerçeğin ise tam tersi olduğunu pek çok bedel ödeyerek idrak ettim.”
* “Hayatımın ilk yarısı bir korku filmi gibi geçti… Varoluşuna sahih bir neden bulamayan insan; bilsin yahut bilmesin korku, endişe ve vehim içindedir. Ben bu marazi hali, bir imtihandan geçiyor gibi ve en ağır derecelerde yaşadım… Allah hepimizi ve özellikle yeni nesilleri böylesi azaplardan esirgesin.”
* “Şimdi şu eski koltuklarda oturuyorum ve gücümün yettiğince tefekkür ediyorum… Herkes geleceğe doğru hayal kurar; bense geçmişe doğru… Bir bahçeye yolculuk yapıyorum… Manolyalar, frenk üzümleri, yıldız çiçekleri, çimenler; tam bir cennet bahçesi… Bir zamanlar, yani çocukluğumda öyle bir bahçenin ortasındaydım; ama o nimetin o günlerde şükrünü eda edebilme hassasiyetine sahip değildim. Şimdiki halimle: aklım ve gönlümle o güzel bahçeye dönüyorum… Çimenlerin üzerine seccademi serip şükür namazı kılıyorum. Bu benim geçmişe doğru yolculuğum, geçmişe dönük hayalim.”
Memduh Ün, Ayşe Şasa’yı Anlatıyor:
* “Ayşe Şasa önceleri Atilla Tokatlı’yla evliydi, sonra Atıf Yılmaz’la birleştirdi yaşamını. Atilla Tokatlı’da Atıf Yılmaz’ın yönetmen yardımcısıydı. Ayşe Şasa çok iyi kayak yapardı. Atıf Yılmaz’la Uludağ’a çalışmaya gittiğimizde anlatmıştı. Ayşe kolejde okurken erkek giysileri giyer, erkeklerle yarışır, birinci olurmuş hep. Ayşe o sırada Atıf’la evliydi. Hep beraber Uludağ’a gitmiştik. Atıf’la ben Ayşe’ye özenip kayak öğrenmeye heveslendik. Hoca tuttuk, ama adam bize çok bağırıyordu. Ben Atıf’a, sette biz herkese bağırıyoruz ya, bu adam da onların intikamını alıyor bizden demiştim. Ama bu öykünün sonu bayağı tatsız, çünkü tam öğrenip kaymaya başladık, Atıf düştü ayağını incitti. Bizim kayak eğitimi de böylece sona erdi.
* Senarist ve oyun yazarı Sadık Şendil çok tatlı, esprili hikâyeler anlatırdı. Birisi şöyle: Sadık Bey bir gece evde senaryo çalışırken, cama vurulduğunu duyuyor. Tuhaf bu, çünkü apartmanın dördüncü katında oturuyor. Merak ediyor, kalkıp pencereye yaklaşıyor. Ayşe Şasa’yı görüyor. Ayşe Şasa çok uzun boylu bir kadındır.”
Hakan Sonok’un Notu: Ayşe Şasa “Bir Ruh Macerası” adlı anılarında (Sayfa: 121) boyunu açıklıyor: 1.78… Görüldüğü gibi Ayşe Şasa’nın efsanelere, kitaplara, fıkralara konu olan uzun boyu abartıldığı kadar uzun değildir.
Atıf Yılmaz, Ayşe Şasa’yı Anlatıyor:
İkinci kocası Atıf Yılmaz da Ayşe Şasa’yla evlenmeden önce, kadının 15 yaş küçük olmasını ve kendinden uzun boylu olmasını dert, sorun etmişti. Atıf Yılmaz Ayşe Şasa’ya “Sen ev kadını olamazsın, yemek pişirmeyi bilmeyen bir kolejlisin,” demiştir.
Atıf Yılmaz, “Hayallerim, Aşkım ve Ben” adlı anılarında Ayşe Şasa’yı şöyle anlatır: “Cizre beylerinden Bedirhan Paşanın torunudur… Yılmaz Güney’in Ayşe Şasa’ya karşı garip bir sevgisi ve saygısı vardı. Kimbilir belki de Ayşe Kürt Prensesi olduğu içindir. Yaşar Kemal’in yalancısıyım. Ayşe Şasa’yla evleneceğim zaman, İstanbul’da Kürt ileri gelenleri Ayşe Şasa bir Türk’le evleniyor diye epeyce bozulmuşlar. Onun üzerine Yaşar Kemal göğsünü gere gere ‘Yanılıyorsunuz arkadaşlar. Damadımız öz be öz Kürt’tür,’ demiş. Ayşe Şasa benimle kâh ‘Proleter Kürt’, kâh ‘Asimile Kürt’ diye dalga geçip dururdu.
Bir gün, Yılmaz Güney ile Nebahat Çehre, Ayşe Şasa’yla oturduğumuz çatı katına geliyor. En büyük eğlencemiz salondan çıkılan terasın beton korkuluğuna kesme şekerleri dizip, Kilis’ten aldığım havalı tüfekle nişan almak. Salondan attığımız için karşı komşular bizi görmüyor. Kiremitlerin neden durmadan kırılıp çatladığını bir türlü anlayamıyorlar. Yarışı genellikle Ayşe’yle Nebahat kazanıyor. İkisi de bizden daha iyi atıcı. Yılmaz Güney bu işe ciddi ciddi bozuluyor.
Yine bir gece de saat 24:00’ü çoktan geçmiş olmalı. Kapı çalınıyor. Açıyoruz. Gelen Yılmaz Güney. Yanında hiç beklemediğimiz bir hanım arkadaşı. ‘Hoşgeldiniz, buyrun,’ filân diyoruz. Geçip oturuyor, yarım saat sonra da kalkıp gidiyorlar. Yılmaz Güney, o gece Ajda Pekkan’la gelmişti. İlkleri bana gösterme alışkanlığı nedeniyle gelmiş olmalı.”
Ayşe Şasa Ailesinin Kökenlerini Anlatıyor:
Babam Avni Şasa; baba tarafından Çerkes, annesi Mihriban Hanım tarafından Güneydoğuda Bedirhan aşireti denilen önemli bir aşirete dahil. Bedirhan’ların bir rivayete göre büyük komutan Halid bin Velid’e kadar dayandığı iddia edilir. Çok geniş bir aşirettir.
Giovanni Scognamillo, Ayşe Şasa’yı Anlatıyor:
“Türkiye’deki film üretim ve yapım düzeni Ayşe Şasa’ya iyi gelmedi. Hastalanmasında belki, bir ihtimâl, bu çalışma düzeninin de bir payı, bir katkısı oldu. Ayşe Şasa çok dürüst, çok düzgün, çok ilkeli bir insandı. Yeşilçam hengamesinin içine düşünce sarsılmış olabilir.”
Atilla Dorsay, Ayşe Şasa’yı Anlatıyor:
“1970’lerin fırtınası içinde solculuğu ağır bastı ve evlendiği Atıf Yılmaz’ın tarihsel çerçeveli kimi filmleri içinde bile toplumcu mesajlar veren güzel senaryolar yazdı. Ama sonra Ayşe Şasa başkalaştı, farklılaştı. O adına akıl dediğimiz hazinenin başkalarınınkinden farklı olarak işlemesi gibi belalı bir serüveni yaşadı, toplumun ve tıbbın şizofreni dediği bir tür hastalığa yakalandı. İnanıyorum ki bu sadece kişisel bir serüven, bünyeye ve yapıya bağlı bir tezahür değildi. Yaşadığı çevreye ve ortama bir türlü uyum sağlayamayan ve kendine ait iklimi bulamayan hassas ve nadir bir bitkinin sararıp solmasına benzer bir öyküydü.
Ama artık “A Beautiful Mind – Akıl Oyunları” (2001) adlı harikulâde filmi de görmüş olarak daha iyi biliyoruz ki, şizofreni türü hastalıklar sürekli değildir, dönem dönem iyileşebilir ve her koşulda, o kişinin sanatsal veya bilimsel üretimini, diğer insanlarla alışverişini, kültürel etkinliğini azaltmaz, hatta kimi zaman çoğaltırlar. Ayşe Şasa’da uzun ve ıstıraplı yıllardan sonra, bu kez senaryo yazarı değil, sadece sinema yazarı olarak aramıza katıldı. 1990’lardan itibaren Dergâh Dergisi’ne yazdığı kısa, ama özlü yazılar, ondaki yeni değişimin dışavurumuydu. Bu, Kemal Tahir’in öncülüğünde izlenen uzun yoldan kalma Doğu – Batı sorunlarına, bu uzun ve bitmez kavganın aşamalarına, bu kez yeni ulaşılmış bir durumun, bir merhalenin, bir ilâhi aydınlanmanın, kısaca tasavvufun ışığında bakmayı simgeliyordu.
Ayşe Şasa adına tasavvuf denen çileli, ama mükâfatlandırıcı yolda adım adım ilerliyor, sanki ruhunu geniş bir umman gibi uzanan inananlar ordusunun içinde küçük ama anlamlı bir varlık olarak yeniden yaratıyordu. Ve tüm bunlar, onun ilk aşkına, yani sinemaya olan tutkusunu azaltmıyor, tersine yeni duraklara doğru sürüklüyordu. Ne özel, ne şahsi, ne farklı bir macera… Bizimkilerden ne farklı bir kader…”
Halit Refiğ, Ayşe Şasa’yı Anlatıyor:
“Benim duygu ve düşünce dünyamı en iyi yansıtan filmlerim olarak ‘Hanım’ı, ‘Köpekler Adası’nı, ‘İki Yabancı’yı da sayabilirim. ‘İki Yabancı’ya en sıcak yaklaşım Ayşe Şasa’dan geldi. Ayşe Hanım, ‘İki Yabancı’ya çok anlamlı bir değer vermiştir.”
Hakan Sonok’un Notu: Ayşe Şasa, gözle görülenin ötesinde, rüyanın kendisine yer bulduğu filmlere ilgi duyuyor ve bu konuda şunları söylüyordu: “Türk sinemasında hayalin zincirlerini kıran ve rüyanın kapısını aralayan yapıtlar az olmakla birlikte bu yolda bazı örnekler mevcuttur. Bunlar hangileri midir? Metin Erksan’ın ‘Sevmek Zamanı’, Lütfi Akad’ın ‘Gökçe Çiçek’i, Halit Refiğ’in ‘Hanım’ı, yine Halit Refiğ’in ‘İki Yabancı’sı ve Reha Erdem’in ‘A…Ay’ı… Anlıyorum ki tasavvuf modern dünyaya yoğun bir ışık düşürmeye, taptaze, beklenmedik yorumlar getirmeye aday.”
Ayşe Şasa’nın beğendiği filmlerden bazıları:
*Küçük Dünya/Osman Sınav
*Hünkar’ın Bir Günü/Osman Sınav
*Hasret/Metin Çamurcu
*Bize Nasıl Kıydınız?/Metin Çamurcu
*Bosna, Mavi Karanlık/ Yücel Çakmaklı
*Sahibini Arayan Madalya/Yücel Çakmaklı
*Sevmek Zamanı/ Metin Erksan
*Susuz Yaz/Metin Erksan
*Gölge Oyunu/Yavuz Turgul
*Ahmet Uluçay Filmleri
*Akira Kurosawa Filmleri
*Yalnızlar/Tuncer Baytok
*A Ay/Reha Erdem
*Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu/Engin Ayça
*Danimarkalı Gelin/Salih Diriklik
*Kelebekler Sonsuza Uçar/Mesut Uçakan
*Veysel Karani/İsmail Güneş
*Mavi Sürgün/Erden Kıral
*Karanlık Sular/Kutluğ Ataman
*İki Yabancı/Halit Refiğ
*Hanım/Halit Refiğ
*Karılar Koğuşu/Halit Refiğ
*Bir Türke Gönül Verdim/Halit Refiğ
*Aşk-ı Memnu/Halit Refiğ
*Yasak Aşk/Halit Refiğ
*Vesikalı Yarim/Lütfi Akad
*Hudutların Kanunu/Lütfi Akad
*Gökçe Çiçek/Lütfi Akad
*Solaris/Andrey Tarkovski
*Andrey Rublev/Andrey Tarkovski
*2001/Stanley Kubrick
*Pather Pachali/ Satyajit Ray
Ayşe Şasa’nın senaryo yazarlığını üstlendiği filmler:
*Çapkın Kız
1963-Siyah Beyaz- Uğur-Melek Film Yapımı.
Yönetmen: Memduh Ün. Senaryo: Ayşe Şasa Tokatlı, Bülent Oran.
Görüntü Yönetmeni: Mustafa Yılmaz.
Oyuncular: Türkan Şoray, Tamer Yiğit, Ahmet Tarık Tekçe, Semih Sezerli, Vahi Öz, Aziz Basmacı, Hulusi Kentmen.
*Cemile
1964-Siyah Beyaz- Artist Film Yapımı.
Yönetmen: Atıf Yılmaz. Senaryo: Ayşe Şasa.
Görüntü Yönetmeni: Gani Turanlı.
Oyuncular: Hülya Koçyiğit, Murat Soydan, Çolpan İlhan, Ferit Şevki, Reha Yurdakul.*Son Kuşlar
1965- Siyah Beyaz- Efes Film Yapımı.
Yönetmen: Erdoğan Tokatlı. Senaryo: Ayşe Şasa.
Görüntü Yönetmeni: Ali Uğur.
Müzik: Mehmet Abut.
Oyuncular: Ediz Hun, Tijen Par, Selma Güneri, Ayfer Feray, Aliye Rona, Kenan Pars, Senih Orkan, Talat Gözbak, Tuncel Kurtiz, Şükriye Atav.
*Murad’ın Türküsü
1965-Siyah Beyaz-Güven Film Yapımı.
Yönetmen: Atıf Yılmaz. Senaryo: Yaşar Kemal, Ayşe Şasa.
Görüntü Yönetmeni: Manasi Filmeridis.
Müzik: Ruhi Su.
Oyuncular: Fikret Hakan, Pervin Par, Hayati Hamzaoğlu, Aliye Rona, Danyal Topatan, Ercan İnangirey, Emine Erhan, İlhan Hemşeri, Ali Şen.
*Toprağın Kanı
1966-Siyah Beyaz-Güneş Film Yapımı.
Yönetmen: Atıf Yılmaz. Senaryo: Recep Bilginer, Ayşe Şasa.
Görüntü Yönetmeni: Gani Turanlı.
Oyuncular: Fikret Hakan, Belgin Doruk, Erol Taş, Feyzi Tuna, Tuncer Necmioğlu, Nuran Aksoy, Hakkı Haktan, Ali Seyhan, Güngör Denizaşan.
*Ah Güzel İstanbul
1966- Siyah Beyaz- Be Ya Film Yapımı.
Yönetmen: Atıf Yılmaz. Senaryo: Safa Önal, Ayşe Şasa.
Görüntü Yönetmeni: Gani Turanlı.
Oyuncular: Sadri Alışık, Ayla Algan, Diclehan Baban, Feridun Çölgeçen, Güngör Denizaşan.
*Kozanoğlu
1967-Siyah Beyaz-Dadaş Film Yapımı.
Yönetmen: Atıf Yılmaz.
Senaryo: Ayşe Şasa.
Görüntü Yönetmeni: Gani Turanlı.
Oyuncular: Yılmaz Güney, Suna Keskin, Tuncer Necmioğlu.
*Balatlı Arif
1967-Siyah Beyaz- İrfan Film Yapımı.
Yönetmen: Atıf Yılmaz. Senaryo: Ayşe Şasa.
Görüntü Yönetmeni: Rafet Şiriner.
Oyuncular: Yılmaz Güney, Nebehat Çehre, Sami Tunç, Candan Isen, Danyal Topatan, Tülin Oral.
*Harun Reşid’in Gözdesi
1967-Siyah Beyaz- And Film Yapımı.
Yönetmen: Atıf Yılmaz. Senaryo: Ayşe Şasa (Sevda Sezer’in romanından).
Görüntü Yönetmeni: Gani Turanlı.
Oyuncular: Ajda Pekkan, Erol Tezeren, Tuncer Necmioğlu, Devlet Devrim, Turgut Özatay, Lale Belkıs, Tülay Erdeniz, Danyal Topatan.
*İlk ve Son
1968-Siyah Beyaz-Kadri Film Yapımı.
Yönetmen: Memduh Ün. Senaryo : Ayşe Şasa, Memduh Ün, Bülent Oran (Esat Mahmut Karakurt'un romanından).
Görüntü Yönetmeni: Cahit Engin.
Oyuncular : Cüneyt Arkın, Selda Alkor, Funda Postacı, Eva Bender.
* Köroğlu
1968-Siyah Beyaz- Uğur Film Yapımı.
Yönetmen: Atıf Yılmaz. Senaryo: Ayşe Şasa.
Görüntü Yönetmeni: Gani Turanlı.
Müzik: Yücel Paşmaklı.
Oyuncular: Cüneyt Arkın, Fatma Girik, Reha Yurdakul, Hayati Hamzaoğlu, Hüseyin Baradan, Mümtaz Ener, Aynur Akarsu, Omtar Durukan, Behçet Nacar.
*Kızıl Vazo
1969-Renkli- Saner Film Yapımı.
Yönetmen: Atıf Yılmaz. Senaryo: Ayşe Şasa (Peride Celal’in romanından).
Görüntü Yönetmeni: Çetin Tunca.
Oyuncular: Hülya Koçyiğit, Murat Soydan, Reha Yurdakul, Oktar Durukan, Orhon Arıburnu, Müge Serdar, Meltem Mete, Behçet Nacar.
*Yedi Kocalı Hürmüz
1971-Renkli- Hisar Film Yapımı.
Yönetmen: Atıf Yılmaz. Senaryo: Ayşe Şasa (Sadık Şendil’in oyunundan).
Görüntü Yönetmeni: Çetin Tunca.
Müzik: Nevzat Sümer.
Oyuncular: Türkan Şoray, Tanju Gürsu, Salih Güney,Süleyman Turan, Münir Özkul, Suna Selen, Mualla Sürer,Rukiye Göreç, Ali Şen, Necdet Yakın, Güzin Özipek, Ahmet Turgutlu, Cevat Kurtuluş.
*Unutulan Kadın
1971-Renkli- Akün Film Yapımı.
Yönetmen: Atıf Yılmaz. Senaryo: Ayşe Şasa, Bülent Oran.
Görüntü Yönetmeni: Çetin Tunca.
Oyuncular : Türkan Şoray, Kadir İnanır, Metin Serezli, Gülistan Güzey, Nubar Terziyan, Aynur Aydan, Birtane Güngör.
*Battal Gazi Destanı
1971-Renkli-Uğur Film Yapımı.
Yönetmen: Atıf Yılmaz. Senaryo: Ayşe Şasa.
Görüntü Yönetmeni: Çetin Tunca.
Oyuncular : Cüneyt Arkın, Fikret Hakan, Meral Zeren, Reha Yurdakul, Melek Görgün, Kerim Afşar.
*Cemo
1972-Renkli-Akün Film Yapımı.
Yönetmen: Atıf Yılmaz. Senaryo: Ayşe Şasa (Kemal Bilbaşar'ın romanından).
Görüntü Yönetmeni: Çetin Tunca.
Müzik: Yalçın Tura.
Oyuncular: Türkan Şoray, Fikret Hakan, Melda Sözen, Bilal İnci, Aliye Rona, Danyal Topatan, Tuncer Necmioğlu.
*Utanç
1972-Renkli- Akün Film Yapımı.
Yönetmen: Atıf Yılmaz. Senaryo: Ayşe Şasa.
Görüntü Yönetmeni : Çetin Tunca.
Müzik: Yalçın Tura.
Oyuncular: Filiz Akın, Kadir İnanır, Ülkü Ülker, Bülent Kayabaş, Mümtaz Ener, Ayşin Atav
*Hacı Arif Bey
1982-5 Bölümlük TRT Dizisi.
Yönetmen: Yücel Çakmaklı.
Senaryo: Bülent Oran, Ayşe Şasa.
Oyuncular: Ahmet Özhan, Neda Arneriç, Numan Pakner.
*Ve Recep ve Zehra Ve Ayşe
1983-Renkli- Ekin Film Yapımı.
Yönetmen : Yusuf Kurçenli. Senaryo: Ayşe Şasa.
Görüntü Yönetmeni: Suat Kapkı.
Oyuncular : Necla Nazır, Mahmut Cevher, Pembe Mutlu,Mesut Engin, Tuncer Necmioğlu, Ani İpekkaya,Nilüfer Aydan, Haşmet Zeybek, Meral Niron, Fatih Özses, Mehmet Esen.
*Ölmez Ağacı
1984-Renkli- Meya Film Yapımı.
Yapımcı: Oya Beygo (1944-1993)
Yönetmen: Yusuf Kurçenli. Senaryo : Ayşe Şasa.
Görüntü Yönetmeni: Kenan Davutoğlu.
Müzik: Cem İdiz.
Oyuncular : Necla Nazır, Hakan Balamir, Çetin Öner, Gülsen Tuncer, Erich Romm, Sonja Good, Sema Çeyrekbaşı, Bülent Oran, Oya Sensev.
*Kanayan Bosna
1993-TV Dizisi.
Yönetmen: Yücel Çakmaklı.
Senaryo: Üstün İnanç, Ayşe Şasa.
*Dinle Neyden
2008-Renkli-PHS Film & ATM Film Yapımı.
Yönetmen: Jacques Deschamps.
Senaryo: Ayşe Şasa, İsmail Eren.
Görüntü Yönetmeni: Octavio Espirito Santo.
Müzik: Özhan Eren.
Oyuncular: Ahu Türkpençe, Alican Yücesoy, Emin Olcay, Metin Hara, Lale Mansur.