Vatan sevgisi, bir bireyin tutku derecesinde yüreğinde hissettiği en güçlü duygulardan biridir. Bu sevgi, hamasi nutuklara ve içi boş sloganlara sığmayacak kadar büyüktür.
Vatanının değerlerine, kültürüne, tarihine ve insanlarına saygı duymadan, aidiyet duygusu olmadan vatan sevgisinden bahsedilemez.
Vatan sevgisini ifade etmenin tek bir yolu yoktur. İnsanlar farklı yol ve yöntemlerle vatan sevgisini ifade edebilir. O nedenle vatanseverlik, tek bir kalıba sığmaz ve ölçü aleti ile ölçülemez!
Bir atasözü “Lafla peynir gemisi yürümez” der. İhracat yaparak ülkeye döviz kazandıran iş insanı, hastalarını iyileştiren başarılı bir cerrah, tarlasını özenle ekip biçen bir çiftçi, işini iyi yapan bir memur, ülkesi ve milleti için çalışmayı ibadet gören siyasetçi, derslerini çalışarak kendisini geleceğe hazırlayan bir öğrenci; vatanını daha çok seviyor demektir.
Atatürk’ün deyimi ile "Vatanını en çok seven görevini en iyi yapandır." İşini savsaklayan, ülkenin en değerli varlıklarını ve hassas tesislerini yok pahasına satan, emperyalist güçlerle iş birliği yapanların; sadece söz ile “vatanımı çok seviyorum” demesi ve kendi çıkarları için ülkenin bekasından söz etmeleri hiç de inandırıcı değildir.
Türk milleti, vatanına çok bağlıdır. Gerektiğinde vatanı uğruna şehit ya da gazi olmaktan çekinmez. Zira vatan, onlar için sadece yaşadıkları ve geçimlerini sağladıkları yerin adı değildir, kutsaldır. O nedenle bu duygusu çoğu kez art niyetli siyasiler tarafından istismar edilmektedir.
Vatanını bu kadar seven bir millet, ne yazık ki vatanın imkân ve nimetlerinden yeterince yararlanmamaktadır. Necip Fazıl’ın dediği gibi “Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya/Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!” Türk milleti kendi vatanında esir muamelesi görmektedir.
Halk ezilirken, mutlu bir kaymak tabakanın servetine servet katması ve bunun “vatan, bayrak, devlet ve beka” sosuyla sunulması aldatmacadan başka bir şey değildir. Bu memleketin kaymağını tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi devşirmeler yemektedir.
“Hak, hukuk, adalet” istemek, her vatan severin hakkı ve aynı zamanda sorumluluğudur. Vatan topraklarının parsel parsel yabancılara satıldığı, kadim devlet geleneğinin bozulduğu, milletin fakir ve bitap düştüğü, bayrağı üzerinde tartışmaların yaşandığı bir ülkede devlet; uzun süre ayakta kalamaz. Şeyh Edebali’nin sözü bu düşünceyi çok güzel özetliyor: “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.”
İnsanı yaşatmayı, huzur ve refah içerisinde yaşatmayı hedefleyen bir devlette; Halkın da görev ve sorumlulukları vardır. O da vatanı için çalışmak, geri kalmışlıkla mücadele etmek ve yaptığı işin en iyisini yapmaktır. Tekrar ifade etmek gerekirse,
“Vatanını en çok seven görevini en iyi yapandır.”
***
Eski bir Kızılderili efsanesine göre bir gün ormanda büyük bir yangın çıkmış. Yangın çok güçlü olduğu için bütün hayvanlar korkuyla her yere kaçışmış. Ormandan kaçan bir jaguar, aniden başının üzerinden geçen bir sinekkuşu görmüş. O da ne? Bu kuş ters yönde uçuyormuş, tam da ateşin içine doğru!
Birkaç dakika sonra, kuşu tekrar görmüş. Bu sefer kuş ters yöne doğru uçuyormuş.
Kuşun bu tuhaf ve aceleyle gidiş gelişlerini izleyen jaguar, kuşa sormuş:
- Ne yapıyorsun sinek kuşu?
- Gök gürültüsünden geçiyorum ve göle gidiyorum. Gagamla suyu içip, yangını söndürmek için suyu ateşe atıyorum.
Jaguar çok gülmüş.
-Aklını mı kaçırdın? Bu büyük yangını o küçücük gaganla kendi başına söndürebileceğine gerçekten inanıyor musun?
- “Hayır” demiş sinek kuşu. Yapamayacağımı biliyorum. Ama orman benim evim. Beni hep güvenle, sevgiyle tuttu, beni ve ailemi korudu. Bunun için ona çok minnettarım.
Ben ormanın bir parçasıyım ve orman benim bir parçam. Yangını söndüremeyeceğimi biliyorum ama üzerime düşeni yapmalıyım.
-Neredesin? O anda orman ruhları, sinek kuşunun bu sözlerini duymuşlar.
Kuşun ormana olan sevgisi kalplerine dokunmuş. Ve o büyük yangını durduran bir şimşek fırtınası göndermişler.
Kızılderili büyükanneler ara sıra bu masalı torunlarına anlatır ve şöyle bitirirler:
"Mucizeleri hayatına çekmek ister misin? O zaman sadece kalbinle üzerine düşeni yap.”