Hani şu aslan sosyal demokratların pek sevdiği bir dize var ya; ‘Düşünün ki savaş çıkmış kimse askere gitmiyor’ gibisinden bir zırvaya methiyeler düzer..

 İşte o şiirin geri kalan satırı da bugün ki makalemizin başlığını oluşturdu.

Ukrayna-Rusya kapışması çıktı çıkalı malum çevrelerde bir uzmanlık, bir analistlik, deme gitsin. Herkes savaş mütehassısı oldu çıktı başımıza..

Eline sopayı alan haritanın başında ahkam kesiyor. Ha bir de

’Savaş insanlık suçudur!’

 ‘Halklar ölüyor’ diye zırlayanlar var en komiği de

‘Savaşın kazananı olmaz’ mış.

 Aslında bu fırsattan istifade TV’lerde boy gösterebildikleri için dua ediyorlar savaşın çıkmasına ve dua ediyorlar biraz daha uzamasına.

Hele bunlardan en ucuz biri bir laf etti ki gülmek için insanın ağzı yetmiyor diğer organımızın da refakat etmesi gerekiyor. (Hani şu o sıkıntılı sürecin yaşandığı yerlerde bir genç kızın yakınmasına ‘Türk kızı ağlamaz, gerekirse ben gelir alırım seni’ şavalaklığı)

Neyse biz gelelim başka bir şarkının nakaratına

‘Olur olur bal gibi olur’

1914 senesinin Haziran ayında o zaman Orta Avrupa’nın en büyük siyasi yapılarından biri olan Avusturya-Macaristan imparatorluğunun veliaht prensi imparatorluğun en buhranlı bir bölgesine iyi niyet ziyareti yapar. Bosna -Hersek bölgesinin başkenti Saraybosna’ya.

Niyeti bölgede yaşayan uyruklarına barış mesajı vermek ve gelecekte ki güzel günlerden bahis etmektir. Hatta bu nedenle ziyaret esnasında alınacak güvenlik tedbirlerinin en az düzeyde olmasını -bizzat- talep eder. ‘Mesele halkı ürkütmek değil onları kazanmak olmalıdır’ der.

Ve bir suikast sonucu karısı ile birlikte öldürülür, bir Sırp genci tarafından.

O günlerde Avrupa refahın zirvesindedir ve hemen her ülkede bir hanedan vardır, İsviçre ve Fransa dışında. Elbette orta Avrupa da ki en önemli denge devletlerinden biri olan Avusturya-Macaristan imparatorluğunun veliaht prensinin katli büyük bir heyecan ve asabiyete yol açar.

Öyle ya, eline silah alan biri hanedanları hedef alırsa bunun sonu nereye varır?

Suikastın arkasında ki siyasi elin Sırbistan krallığı olduğu açıktır. Suikast silahı bile Sırp ordusu içinde örgütlenen  ‘Kara el’ adında bir yapı tarafından sağlanmıştır.

Viyana, öteden beri gıcık olduğu Sırbistan’ı bu vesile ile iyice bir pataklamak ve hatta neden olmasın siyasi coğrafyadan silmek arzusundadır.

 Çünkü her ne kadar refah, falan iyi ise de imparatorluk kaosa çok yakındır, nüfus yapısı kuru aşure gibidir. Ordu da yayınlanan günlük emirler birkaç dile tercüme edilmek zorundadır. Üstelik o günlerde -milliyetçilik- akımları çok yoğun ve kuvvetlidir.

O günleri tahlil eden ve bugün ki gibi düdük olmayan analistler derler ki;

 ‘Viyana, isyan ile savaş arasında bir seçim yapmak zorundaydı, savaşı seçtiler!’

Balkan coğrafyasında ki Slav unsurların hamisi konumunda ki Rusya bile Sırpların sıkı bir dayağı hak ettikleri kanısındadır.

Çünkü sonuçta bir saltanat üyesi hedef alınmış ve melun bir cinayetle katledilmiştir.

E Rusya da bir saltanat ülkesidir.

Amma

Şu siyasi coğrafyadan silme iddiası biraz fazladır.

Viyana’ya

Tamam eşek sudan gelene kadar pataklayın ama orada durun denir.

Şimdi asıl noktaya değinelim,

Yaşlı kıtada -savaş- olasılığı o kadar az hesap edilmektedir ki

Mesela Alman imparatoru, İngiliz hükümetinin başlıca üyeleri kraliyet ailesi, meclis falan tatile çıkmışlardır.

Olaylar o kadar süratle kontrolden çıkar ki aynı yazın sonunda 3-4 Ağustos günlerinde tarihe Büyük Savaş diye geçecek olan felaket dizisi başlayacaktır. Ve tam dört yıl sürdükten sonra milyonlarca ölü bir o kadar yaralı ve sakat, on milyonlarca aç-evsiz, perişan sivili arkasında bırakır.

Yani bu iş orada burada ukalalık etmeye benzemez.