Evet ya, sonuçları yaratan sebeplerdir oysa. Biz ise
sonuçları yaratan sebepleri pek konuşmayı sevmiyoruz mu, yoksa bilmiyoruz mu
anlamdım gitti.Ormanlar yakılıyor, kesiliyor, satılıyor ve asıl sorun
görmezlikten gelinerek, sonuca iki kelam ediyoruz.Dağlar, madenler, su
kaynakları bir birer satılıyor, yok ediliyor talan ediliyor ama biz yine de
nedenlerini değil, kim aldı, neden ve nasıl aldığı tartışıyoruz.Sokakta bir
kadın herkesin gözü önünde canice boğazı kesilerek öldürülüyor, katili sanal
ortamda linçe tabi tutup, olayların sosyal, ekonomik ve ahlaki boyutlarını
konuşmadan, bilmeden, günü geçiştiriyoruz. İşin daha da ilginç yönü, zavallı
öldürülen kadını, kızı ve beş akrabası defin ediyor.
Yaz geldi geçiyor, pazarlar ateş pahası, geçen sene bir TL olan domatesler, bu yıl en az üç tl. Diğer sebze ve meyve fiyatlarını hiç sormayın gitsin.Doğal gaza zam gelmiş, olsun daha bir şeyleri yakmadık ya da daha önceden depoladık ya, sanki zamlar bizi ilgilendirmez.
Ege de adalar gitti diye bas bas bağıran sade yurttaş ve bir kaç aydın, artık gündem bolluğundan vaz geçti bunları konuşmaktan.Suriye'ye girip Halep'de Şam'da Cuma namazı kılacağız diyen etkili ve yetkililer, oradan gelen şehitlerin cenaze namazına bile gitmiyorlar artık. Ve biz hala , "şehitler ölmez, vatan bölünmez", "Her Türk asker doğar" naraları ile acı düşen evlerin acılarından habersiz sanal ya da sokak göstericiliği yapıyoruz.
Bir şeyin farkına varalım. Ülkede, devlet aranırsa da bulunamıyor.Ülkede hükümet aranırsa da bulunamıyor, külliyeye taşınmış; ahali, yolundan bile geçemiyor. Ya da salavat getirerek geçiyor.
Bütün olanlara oturup bir göz atmanın vakti geldi de geçiyor.
CHP ve muhalefet partileri, 31 Mart ve 23 Haziran seçimleri ile halkın ağızlarına sürdüğü bir parmak bal ile dolanıp duruyorlar.İktidar da, gündemi değiştirmek, kendine zaman ve zemin yaratacak her şeyi yapıyor. Çok iyi cambaza bak oynanıyor.
Muhalefet partilerinin il, ilçe yöneticilerinin çoğu ülke gündemi yerine, yerel yönetimlerin organizasyonları ile meşguller. Milletvekilleri ise, Ankara'ya gelmenin şaşkınlığını üzerlerinden atamadan, hayallerinde ki TBMM yerine karşılaştıkları yeni sistemin şaşkınlığı ile sudan çıkmış balık gibiler. Allahtan, deneyimli, etkili ve yetkili milletvekilleri var da, iki kelam ediyorlar.
Yıllardır Ankara'yı ve Devleti içinden çok iyi tanıdığını söyleyebilecek birisi olarak, Devlet hiç bu kadar sahipsiz olmamıştı, kalmamıştı.Hani derler ya, yara sıcağı ile anlaşılmaz, acıma diye. Devlet ve sorunları daha kanama aşamasında. Pek yakında kangren olarak kucağımızda bulmamıza az kaldı. Peki neden?İktidar ki ve yönetimdekiler bunu görmüyorlar mı. Muhalefetin sesi çıktığı kadar nerede diyenler olabilir.Ben, size bir papağan fıkrası anlatayım da, siz ne anlarsanız anlayın.
Sonradan görme bir zengin, yeni alındığı şato gibi evinin giriş salonunun en güzel yerine, çok güzel tüyleri olan ve konuşan bir papağan alır.
Papağan sabah, "günaydın", akşam "hoş geldin", yani ne denmesi gerekir iken konuşuyor. Adam ve ailesi çok memnun. Zaman ile papağanın neşesi kaçmaya başlıyor, tüyleri dökülüyor, derken papağan veterinere götürülüyor.Veteriner muayeneden sonra, fizyolojik bir sorun yok, ama psikolojik olarak yalnızlık çekiyor diyor ve bir papağan almalarının yararlı olacağını anlatıyor.
Sonradan görme zenginimiz için soru mu, hemen bir adamını Hindistan'a gönderir ve en güzel tüylü dişi papağanı alır getirtir.
Yeni geniş kafes süslenir, püslenir ve üstüne de bir şal örtülerek dişi papağan, ev sahibi papağanın yanına/kafesine konulur.
Ev sahibi, papağana, "bak artık keyfin yerine gelsin. Sana taaa Hindistan’dan dünyanın en güzel tüylü papağanını getirttim" der ve örtüyü kapatır yatmaya gider odasına.
Sabah olur, adam papağının yanına, artık keyfi yerine gelmiştir, ona "günaydın" diyecek, güzel sözler söyleyecek diye büyük beklentiler ile gider.
Papağının kafesinin üstünde ki örtüyü bir açar ki ne görsün, onca para verip getirttiği güzel tüylü papağanın üstünde tek tüy kalmamış. Erkek hepsini yolmuş.
Çok sinirlenen adam bağırmaya başlar, "vay mendabur, senin tepenin tüylerini yolayım, seni tavukların, hindilerin kümesine koyayım da bir gör" diye feryat eder.
Papağan, "kızma, kızma",
Adam "nasıl kızmam, sen o kadar opera verip getirttiğim güzel tüylü papağanımın tüylerini yolmuşsun",
Papağan son derce kendinden güvenli, "ne yani, o kadar para verdik, sana o güzel tüylü papağını aldık diyen sen değil misin? O kadar par verip de soymadan mı yatacaktık" der.
İktidarları, iktidara getirenler, o kadar para harcıyorlar; siz de trene bakar gibi bakıyorsunuz.
Ne yani adamlar, o kadar para verip de bir de yaptıklarına ülkeyi soyuyorlar mı diyeceksiniz.
"Parayı veren düdüğü çalar" diye ilkokulda size öğretmediler mi?